Işıl Cinmen şiddete karşı tepkiyi ölçmek için Taksim, Fatih ve Nişantaşı sokaklarında tokat yedi, yerlerde sürüklendi, bir araca zorla bindirildi Işıl Cinmen şiddete karşı tepkiyi ölçmek için Taksim, Fatih ve Nişantaşı sokaklarında tokat yedi, yerlerde sürüklendi, bir araca zorla bindirildi. Deney iki saat sürdü. Toplam üç kişi sokakta darp edilen kadına yardım etti. Onlarca insan ise baktı, izledi, olayı cep telefonuyla kaydetti ve yürüdü geçti... Bir otobüs dolusu insanın şahitliğinde bir genç kadın tekmelendi. Ayşegül Terzi. Kimse sesini çıkarmadı, herkes izledi. Metroda bir kadın bacak bacak üstüne attığı için tekmelendi. İpek Atcan. Kimse sesini çıkarmadı, herkes izledi. Hatırlar mısınız bilmem, bir zamanlar Türkiye toplumu böyle değildi... Yıl 2001, ben 16 yaşındayım. Nasıl özgüvenli, nasıl cesur bir küçük insanım o zamanlar... Dünyada tek başıma yapamayacağım hiçbir şey, üstesinden gelemeyeceğim hiçbir zorluk yok gibi hissediyorum. Hiçbir şeyden, hiç kimseden ve hiçbir erkekten korkmuyorum. Vız gelir, tırıs gider diye dolaşıyorum sokaklarda. Çünkü biliyorum: Başıma bir şey gelirse, biri beni rahatsız ederse bir çığlıkta tüm sokak koşar beni kurtarmaya! İşte o zamanlar tüm dünyayı böyle sanıyordum ben... Kalktım tek başıma Paris’e gittim. Müzeleri gezmişim tüm gün, hava kararmış... Eve dönmek için metroya bindim. Tıklım tıkış... Zar zor oturacak bir yer buldum kendime. Sonraki durakta dört genç bindi, epey gürültülü bir şekilde. Biri kadın, üçü erkek... Erkeklerden biri yanıma gelip aksanlı bir Fransızcayla “Kalk!” dedi. Kalkmadım, diğer ikisi de yaklaştı. Dalga geçip gülüştüler bana bakıp. İlki tekrarladı: “Kalk!” “Ben oturuyorum burada!” dedim. Çıkardı sustalısını, dayadı boynuma. Gözlerim o bir metro dolusu insanda... Kimse sesini çıkarmıyor! Herkes izliyor! Sesim titreyerek “Kalkmayacağım” dedim. Başımdaki bereyi alıp yere attı, üzerinde biraz tepindi. Sonraki durakta indiler. Onlar inince, metro dolusu suskun insan birden konuşmaya başladı; beni teselli etmeye çalıştı. Cıkcıkcık’lar, tıktıktık’lar... “Göçmenler işte böyledir, Fransızlar ise şöyledir...” Falanlar, filanlar... Bense onları hiç duymuyordum. Çocuk aklımla “Türkiye’de olsaydık görürdünüz herkesin ortasında bir kıza bıçak çekmek ne demekmiş!” diye düşünüp, ağlayarak ülkemi özlüyordum. O yüzden bugün İstanbul sokaklarında iki saate yakın şiddet gördüm. 2016 insanının tepkilerini anlamak için... Birbirimize hala güvenebilir miyiz diye bakmak için. Bunu kendi gözlerimle görmek için! Güvenlikçimiz Emrah Bey bana tokat attı, beni yerlerde sürükledi, bir araca zorla bindirip kaçırmaya çalıştı. Sokağa çıkmadan önce rolümüz için bir saat kadar çalıştık. Canımı fazla yakmadan beni nasıl dövebileceğinin provasını yaptık, kendimize inandırıcı kavga konuları bulduk. Emrah Bey’e müdahalede bulunan olursa olayı nasıl durduracağımızı kararlaştırdık. Polisle başımız derde girmesin diyede çevredekilere haber verdik. İlk durak İstiklal Caddesi. 3 ayrı noktada bana vuracak Emrah Bey. Tünelde, Galatasaray’da ve Taksim Meydan’da. Tünelden başlıyoruz. Önce epey bir bağırıyor bana. Kendini rolüne kaptırmış, küfürler havada uçuşuyor. Gittikçe sinirleniyorum, onu itmeye başlıyorum. Tutuyor kolumu, bir tokat patlatıyor. Hayatımda yediğim ilk tokat bu, gözlerim doluyor öfkeden. Sonra bir tane daha vuruyor. Çığlık çığlığa bağırıyorum. İnsanlar bakıyor. İnsanlar yürüyor. İnsanlar durup izliyor! Emrah Bey vurmaya devam ediyor, ben bağırmaya, insanlar bakmaya... Artık üzüntüden ağlıyorum. Neredeyse bakanlara dönüp “Ne oldu size! Ne oldu bize! Ne oldu tepkilerimize!” diye bağıracağım. Tartışarak, Galatasaray’a doğru yürümeye başlıyoruz. Tünelden yeterince uzaklaşınca tartışma alevleniyor. Yine aynı sahneler... Sonunda bir kadın geliyor! 45-50 yaşlarında, çıtı pıtı, sarışın... “Dur bakalım genç çocuk!” diye bağırıyor avazı çıktığı kadar. Aramıza girip, beni arkasında korumaya alıyor. “Çok teşekkürler” diyerek arkasından sarılıyorum ona, Emrah Bey de gülümseyerek teşekkür edince şaşırıyor. Anlatıyoruz ona... Sevgiyle gülümsüyor, “Gerçek insan başkasının yüzünde patlayan tokadı kendi suratında duyabilendir, demişti birileri... Bunu hatırlat herkese” diyor. Tepki veren bu güzel kadının Jose Marti’ye selamını alarak yola devam ediyorum. Fatih’e gidiyoruz. En çok Fatih’te başıma ne geleceğini merak ediyorum. Çünkü en az tanıdığım muhit bu. Fatih Camii’nin önünde kavga etmeye başlıyoruz. Yere düşüyorum, Emrah Bey kolumdan çekerek beni sürüklüyor. Daha ilk dakika... Orta yaşlı bir erkek “Hop! Hop!” diyerek beni sürükleyen kolu tuttuğu gibi büküyor. Tekvandocuymuş, hem de siyah kuşak! Ucuz atlattığımıza sevinip gülüşüyoruz. “Bayana şiddet haberi mi yapıyorsunuz?” diye soruyor. “Ben ‘kadına şiddet’ demeyi tercih ederim ama şu anda bunun pek bir önemi kalmadı, çok teşekkürler size” diyorum. Fatih’in başka bölgelerinde bir süre daha darp ediliyorum ama hiç ses gelmiyor çevreden... Nişantaşı’na geçiyoruz. Teşvikiye’nin en popüler cafe’lerinin önünde bizi bekleyen araca zorla bindirileceğim. Biraz ileriden kavga etmeye başlayarak yürüyoruz. Araca yaklaşınca, “Götüremezsin beni! Ne yapıyorsun! Kaçırıyorsun beni!” diye çığlıklar atıyorum. Kapıyı açıyor, kafamı bastırarak beni araca sokmaya çalışıyor. Direniyorum. Tepki gelene kadar direnmeye kararlıyım. Gündüz gözüyle Nişantaşı’nın ortasında bir kadının zorla bir arabaya bindirilemeyeceğine inanmak istiyorum. Göz ucuyla birinin olayı cep telefonuna çektiğini görüyorum. Hala kimse gelmiyor yardıma! Beni tam içeri ittiği anda birinin sesini duyuyorum: “Polisi çağırıyoruz, bırak kızı!” Kahramanıma minnetle bakıyorum... Otopark görevlisi... Neredeyse öpeceğim adamı sevinçten! Rolümüzü anlatıyoruz. “Ödümüzü kopardınız” diyerek elimizi sıkıyor. Benim ödüm de kopuyor. ‘Bize dokunmasın da...’ diye uzaktan izleyediğimiz her yılan tepkisizliğimizle giderek daha da güçlendiği için...