Pazar Postası 'Kızlarıma Notlar' bir yaşam mirası...
Paylaş
'Kızlarıma Notlar' bir yaşam mirası...

Kimi zaman, bir kitaba başlamak için adı yeter. Hayatınızda çok sevdiğiniz şeye, bir kelime ile dokunması kafi gelir tanışmak için... Babasına aşık bir kız çocuğu olarak, 'Kızlarıma Notlar'ın adı da benim için yetti. Bir solukta da bitti

Haberin Devamı

RÖPORTAJ: ELiF YILMAZ

Kitabı okurken en etkilediğim, bir babanın kızlarına hitabındaki üsluptu. Alışık olduğumuz eril, kibirli, buyurgan dile satır aralarında bile rastlamadım...

Daha doğdukları andan itibaren akıl, ruh ve beden sağlıkları bana emanet edilmiş bireyler olarak gördüm kızlarımı. Hiçbir zaman sahiplik duygusunu taşımadım, sadece sorumluluk duydum. Çok ağır ama çok zevkli ve keyifli bir sorumluluk. Benim için çocuk, geleceği size emanet bir armağan. Kişiliğini örselemeden onu geliştirmek ve önce kendisine sonra yakınlarına, en son da topluma değer katan yararlı bir yurttaş yaratmak ise göreviniz.

‘Kızlarıma Notlar’ı yazarken tek amacım kişisel düşüncelerimi aktarmak. O kadar. Bu arada, unutulmaya yüz tutmuş veya unutturulmak istenen bazı toplumsal değerlerimizi hatırlatmaya da yararsa bundan ayrıca mutluluk duyarım.

Haberin Devamı

Kitaptaki ‘Cumhuriyet Kadını’ bölümünü şöyle anlatıyorsunuz: ‘Ben dini değerlere son derece bağlı bir ailenin çocuğuyum. Dedem ‘Erkek Hasan’ ve annem arasında, 1940’lı yıllarda şöyle bir olay yaşanmış: Annem 14 yaşında, İtalyan Lisesi’nde okuyor. Okul, Floransa’ya bir gezi düzenliyor. Annem kızlı-erkekli bu geziden babasına hiç bahsetmiyor, “Nasılsa yollamaz” düşüncesiyle.

Dedem duyunca çok kızıyor. “Biz Cumhuriyeti çağdaş medeniyet seviyesine ulaşmak için kurduk. Batı’yı görmeden, sadece kitaplardan varmak istediğimiz yeri nasıl öğrenebilirsin!” diyerek geziye yolluyor.” Çok etkileyici...

Rahmetli annem, tam da bu nedenle aklını ve vicdanını rehber edinmiş daima dik duran bir kadındı ve bizi de böyle yetiştirdi. Üstünde ayakta durmaya çalıştığımız kaygan zeminde bizler de kolay olmasa da öyle yaşamaya gayret ediyoruz.

Bahsettiğiniz 1940’lı yıllar... Oysa biz 21. yüzyılda ‘kadının kahkaha atmasının iffetli bir davranış olmadığı’nı, ‘hamilenin sokakta dolaşmasının ayıp olduğu’nu ‘yetkili’ ağızlardan duyuyoruz...

Yıl 2016, yaklaşık 70 yıl sonra. Hangi yetkili ağızlar bilmiyorum. Ne konuda yetkililer onu da bilmiyorum. Bu tür yorumlar yaparken yetkiyi kimden alırlar onu hiç bilmiyorum, anlamıyorum ve de kabullenmiyorum. Başkasının özgürlüklerine ve çağdaş toplumsal düzene müdahale etmedikçe kimsenin davranışlarına hiç kimse karışamaz. Tartışılacak hiçbir yanı yok, bu kadar net.

Haberin Devamı

Kitabınızda ‘Cumhuriyet kadınlarına’ yönelik ağır ithamlara da değinmişsiniz. Sizce bu ithamların kaynağı nedir?

Öncelikle temel değerlerini özümsemeyen ve yaşama geçirmeyen portre Atatürkçülüğüne, Cumhuriyetçiliğe sıcak bakmadığımı ifade etmeliyim. Özünde düşünce, vicdan, irfan özgürlüğü olan ve esasen bir yaşam biçimi olan Atatürkçülüğü yaşatanlara, savunanlara saygı duyuyor, aynı değerleri yaşamsal önemde bir mesele olarak savunmaya gayret ediyorum.

Kadınların toplumu değiştirme gücüne sahip olduğuna ve kadınlar olmadan hiçbir gelişmenin yaşanamayacağına inanıyorum. Çağdaşlıktan ve gelişimden yana olmayanlar da bu gerçeği bildiklerinden olsa gerek kadınları değişik motifler ve yöntemlerle baskı altına almaya, pasifize etmeye çalışıyorlar.

Toplumsal hayata hakim olan kutuplaşmadan rahatsız olduğunuz, öfkeden çok derin bir üzüntü duyduğunuz hissediliyor...

Haberin Devamı

Evet kutuplaşmadan üzüntü ve derin bir kaygı duyuyorum. Bu ülkede doğdum, yaşıyorum ve öleceğim. Çocuklarım da öyle. Kuşkusuz farklı düşünceler, inançlar var olacak ve olmalı da. Birlikte yaşayabildiğiniz ölçüde çok büyük bir zenginlik ve uygar olmanın temel gereği bu.

İnsanlar şunu fark etmeli: Evet bir süre belli köşelere tutunup, korunabilirsiniz ama bina çökerse ne köşe kalır, ne kolon ne de kiriş. Hepimiz enkazın altında kalırız. Bundan daha üzüntü ve kaygı verici ne olabilir?

‘Özgürlüğü hak edebilmek için önce onu savunmak gerekir’

Kitabın dayandığı temeller özgürlük ve vicdan. Toplum olarak bunlardan yoksun muyuz?

Özgürlük ve vicdan olgularından yoksun olduğumuzu düşünmüyorum. Hatta daha ileri giderek insanca yaşamanın merhamet, vefa, yardımseverlik gibi pek çok değerine belki başka toplumlardan daha fazla içgüdüsel olarak sahip olduğumuza inanıyorum. Ancak sorun bence özgürlük, vicdan ve bahsettiğim güçlü değerlerimizi zor anlarda ne ölçüde savunduğumuzda.

Haberin Devamı

Özgür bireylerden oluşan uygar bir toplum olabilmek için kısa vadeli kişisel çıkarlarımızı kaybetmeyi göze alarak değerlerimizi savunmayı öğrenmek ve cesaret sahibi olmak zorundayız.

‘Kızlarıma Notlar’ı yazarken bende hakim olan düşüncelerden biri bu oldu. Özgürlüğü hak edebilmek için öncelikle onu savunabilmek gerektiğini belki naçizane hatırlatabilirim diye düşündüm.

UMUDU HAK ETMEK

Endişelerinize rağmen asla umutsuz değilsiniz. Bu umudu korumanıza neden olan şey nedir?

Bana göre umuda sahip olabilmek için donanımınızın olması lazım. Donanımınız olmazsa sadece boş hayallere kapılırsınız.

Bu nedenle benim çocuklarım için dörtlü bir formülüm var: AKIL, VİCDAN, DONANIM ve EMEK.

Kızlarıma bunu vermeye çalışıyorum. Çünkü umudu ancak böyle hak edebileceklerine inanıyorum. Kendi özgür iradeleriyle oluşturabilecekleri ve yeşertebilecekleri umutlarını. Kendim için ve çocuklarım için bunu sağlayamıyorsam zaten boşa yaşamışım demektir.

‘Kin yüreğin yüküdür’ diyorsunuz kitabınızda. Bu yükü nasıl atabiliriz?

Belki şunları denersek yararı olabilir...

Birincisi: Önyargılardan kendimizi arındırıp neyi, niçin yaptığımızı sorgulasak, yanlışlarımızı düzeltsek.

İkincisi: Uzunca bir süredir bize öyle düşünmeyi ve davranmayı kendi çıkarları için telkin edenleri bir kenara itip farklılıklarımıza değil ortaklıklarımıza odaklansak.

Üçüncüsü: Birlikte yaşamayı ‘meselemiz’ haline getirsek. Kişisel meselemiz...