Pazar Postası 3 yaşındayken perdeyi kesip etek yapınca dayım bana tokat attı
Paylaş
3 yaşındayken perdeyi kesip etek yapınca dayım bana tokat attı

Vural Gökçaylı, haute couture'ün altın çağında Paris'te, Givenchy, Yves Saint Laurent, Jean Patou ile çalıştı. O yıllarda Audrey Hepburn, Jackie Kennedy gibi gerçek moda ikonlarıyla tanıştı. 1968'den beri İstanbul'un şık hanımlarını giydiren Vural Gökçaylı hayatını anlattı

SERAL CUMALI

Haberin Devamı

seral.cumali@posta.com.tr

Babam Pertev Gökçaylı hukuk mezunuydu ama ticaret adamıydı. İki kez yedek subaylık yapmış. İkincisine gittiğinde (1946) ben yeni doğmuşum. Aşkale’ye muhimmat götürürken kaza geçirip şehit olmuş. Babamı hiç tanımadım. Moda’da dedem Şükrü İmre’nin köşkünde büyüdüm. O zaman Moda, içinde resimler olan, piyano çalınan köşklerle doluydu.

Ağabeyim Vursay’ı çok genç yaşta kaybettik. Eski Moda yok artık, eski İstanbul da yok. Bir ara kışları Beyoğlu’nda oturduk. Yıllarca gittiğim Markiz Pastanesi’nin son günü de oradaydım. O gün bile servis büyük bir titizlikle yapılıyordu. Ağlamaklıydım. Limoge porselenleri satıyorlardı. Ben de satın aldım, eski Beyoğlu’ndan, Markiz’den hatıra olarak onlar kaldı...

Haberin Devamı

“Kurabiye hamurundan şapka ve ayakkabı yapınca kıyamet koptu”

Bahariye İlkokulu’ndan sonra İtalyan Lisesi’nde okudum. Ailede doktor, mühendis vardı. Bir tek dayım sanatla ilgiliydi, Akademi’ye gidiyordu. Annem (Nezahat Gökçaylı) güzel bir kadındı. Çocukluğumdan beri modayla ilgilendim. Annemin şık arkadaşlarının yanına çıkar, şık olmayanlara çıkmazdım. 3 yaşındaydım, savaş sonrası karaborsadan alınmış kumaşlarla yapılan perdeleri kesip etek yaptım. Çok kızdılar, kıyamet koptu, beni cezalandırdılar. Evde kurabiye yapılırken hamurundan alıp şapka, ayakkabı yapardım. Kalem kağıda da elbise modeli çizerdim.

Dayım Faruk İmre bu nedenlerle bir gün bana tokat attı.“Niye kız elbisesiyle oynuyorsun” azarlamalarından utandım, bir daha çizmedim. Ama İtalyan Lisesi’nde kız arkadaşlarıma elbise modelleri çizmeye başladım. Hocamız Ottone derste elbise çizerken beni yakaladı, ceza verdi. Ama bir ay sonra yanına çağırıp, “Sen İtalya’da dizayn okumalısın” dedi. Dizayn mı? O da neydi?

“Paris’te hafta sonlarım kumarhanede geçiyordu”

1962’de Paris’e Akademie des Beaux Arts’ın (Güzel Sanatlar Akademisi) moda bölümüne gittim. Ailem Paris’e gitmeme bir şartla izin verdi. Orada Sultan Vahdettin’in son kaptan-ı deryasının oğlu olan aile dostumuz Ekrem Kaptan’ın evinde kalacaktım. Böylece Paris’te çok korumalı bir ortamda olacaktım. Ekrem ve eşi Saime Kaptan’ın renkli bir çevreleri vardı. Onlar sayesinde sürgündeki Osmanlı Hanedanı ile İran Prensesi Eşref’le tanıştım. Paris kültür hayatının içine girdim.

Haberin Devamı

Maria Callas’ı Tosca’da seyrettiğim gece uyuyamadım. Ama Ekrem ve Saime Kaptan’ın kumar tutkusu vardı. Her hafta sonu Paris dışındaki kumar merkezi Enghien’e giderken beni de götürürlerdi. Bir gece Enghien’de çok büyük bir para kaybeden Ekrem Bey dönüş yolunda fenalaşmış, felç oldu. Elini kaldıramıyordu ama yine Enghien’e gidiyorduk. Hareket edemediği için kumar masasına beni oturtuyor, arkamda tekerlekli sandalyede direktif veriyordu; parayı bu numaraya yatır diye. Sonunda dayanamadım Ekrem Bey’lerin evinden ayrıldım. Bana darıldılar, bir süre sonra barıştık; barışma yemeği de Enghien’deydi! Kumarbaz olabilirdim ama nefret ettim.

“1968 olayları Paris’teki çalışmalarımın sonu oldu”

Ama büyük modaevlerinden giyinen Saime Hanım sayesinde Givenchy’yi tanıdım. 1963’te Givenchy’de staja başladım. Paris’te haute couture’ün altın dönemiydi. Givenchy, Audrey Hepburn’a hayrandı, koleksiyonunu onun için çizerdi. İngiltere Kralı’nın uğruna tahtını bıraktığı Madame Simpson, İran Sarayı müşterisiydi. Onları tanıdım. Bir yıl sonra Yves Saint Laurent’a, sonra da Jean Patou’ya geçtim. 1968 Mayısı’nda Paris’te öğrencilerin çeşitli hakları için başlattıkları gösteriler, provokasyonlarla büyük bir sokak savaşına dönüştü.

Haberin Devamı

İleride ilk eşim olacak kız arkadaşım Michelle üniversite öğrencisiydi ve gösterilerde yer alıyordu. Modaevleri yaz koleksiyonlarını hazırlamıştı, ama olaylar öyle büyüktü ki kimse modayla ilgilenmiyordu. 1968 sonunda Türkiye’ye dönüp Rumeli Caddesi’ndeki ilk atölyemi kurdum. İlhamımı Anadolu kültüründen aldım. İlk müşterim Mefküre Şerbetçi şık kadın tanımına uyan bir hanımdı. Artık ne eski şıklık var, ne de o eski haute couture. Benimki de İstanbul’daki son haute couture atölyesidir. Bazıları, “Paris’te haute couture defilesi yaptım” diyor. 50 bin dolar yatırın siz de orada defile yaparsınız.

Haberin Devamı

“Eşim Meral kanseri erken teşhis ve şefkatle yendi”

İlk eşim Michelle Fransız’dı. Banque de France (Fransa Merkez Bankası) Genel Müdürü’nün kızıydı, edebiyat okumuştu, çok entelektüeldi. Benimle evlenmeyi o çok istemişti. Genç evlenmiştik. İki kızımız oldu. Bir yere davet edildiğimiz zaman “Ne gerek var gitmeye” derdi. Dans etmek istediğimde, “Neden dans ediyorsunuz ki, komik” derdi. Böyle böyle bir kopukluk oldu, boşandık. Küçük kızım İrem arkeoloji, büyük kızım İris turizm pazarlama okudu. İkisi de evli, Paris’te yaşıyor. Michelle maalesef hayatta değil.

Ölene kadar Paris’te Türk- Fransız Dostluk Derneği’nde çalıştı. Meral, Şişli Terakki son sınıftaydı, atölyeme mezuniyet elbisesi diktirmek için gelmişti. Seneler sonra Meral’in evlenip ayrıldığını duydum. Annemin bir arkadaşı vesileyle tekrar buluştuk. “Manken olur musun?” dedim; kabul etti. Birçok defilemde mankenlik yaptı.

Evlendik. Meral’in annesinde meme kanseri olduğu için 3 ayda bir gidip kontrol yaptırırdı. 10 yıl önce, Ankara’ya defileye gidecekken sabah duşta göğsünde bir yumru hissetti. Meral’e hastalığı boyunca çok destek oldum. Erken teşhis ve şefkat Meral’i kurtardı. Şimdi Kanser Derneği’nde çalışıyor. Anadolu’ya gidip köylü kadınları bu konuda bilinçlendiriyor. Bu yıl evliliğimizin 29. yılını kutladık. 29 yıl boyunca eşimin saçını bir gün dağınık görmedim. Benden önce uyanır, saçı taranmış bir şekilde karşıma çıkar. Mutlu bir evlilik hayatımız var...

(24.02.2013 tarihli Posta Karnaval'dan alınmıştır.)