Elif Yılmaz Bu yazının başlığını siz atın
HABERİ PAYLAŞ

Bu yazının başlığını siz atın

Sinek ısırıkları şimdilik...

İnat ediyorum büyümemek için. Eskiden daha gizli saklı bi inattı. Ama yaşlandıkça daha bi çıkarıyorum ortaya ergeni, rahat bırakıyorum yakasını, daha salına salına dolaşsın istiyorum. Öğretilen her türlü endişe daha hükümsüz kalıyor çünkü giderek... İki de bir ‘Hadi gel artık yeter!’ diye kendimi yırtarak çağırmıyorum içeri. Koca bedende bi ergen. Biliyorum... Çoğu zaman yetişkin çevreme garip, saçma sapan, tutarsız geliyor bu halim. Ama açıkcası bunu dert edinme halim de sinek ısırığına dönüyor giderek. Umutluyum ama, o kaşıntılar da elbet bitecek.

Haberin Devamı

Düşlediğim gibi büyüyememek..

Klişeler, imajlar, kurumsal kimlikler, bi duble rakıyı içme süresinde başlayıp biten duyarlılıklar, ciddiye alınmak için samimiyetsizliğe ihale edilmiş cool badanalı ruhlar arasında, attığı topla huysuz komşunun camını kırıp, hırsla orta parmak hareketi yapan arsız velete daha bi tapınıyorum. Kahramansız ben için, bi kahraman yaratıyorum keyifle. Dünyayı kurtarırsa o kurtaracak çünkü, artık buna inanıyorum. Hayal benim kime ne! Ergen atarı da yapıyorum ha böyle sık sık artık. En çok da bu atarları seviyorum. Sahiciliğine kurban! Yaşanamışlıktan değil ama bu inat. İstediğim daha doğrusu düşlediğim gibi... büyüyememek ukdesinin içimde kalan büyüklüğünden.

Postal ile üzerine basılan gelecek

Canımız yanınca ‘Büyüyünce geçer’ diye avutuyorlardı ya bizi ‘büyüklerimiz’ hani. Bilmiyormuş gibi yaparlardı ya hani; büyüyünce daha çok yanacağını canımızın. Hani biz; inanmayacak kadar akıllı, inanacak kadar umutluyduk ya... işte o zihne dönebilme umudu için tek inadım. Ergenliğimin üzerine kapital postalla basılan kuşaktanım çünkü ben. Bu postal izi öyle bi şey ki, büyüdükçe hissettirdi o vurduğu darbenin acısını. Ruhları sakatladı, doğuştan sakat değilim yani, büyürken oldu. Zamanla izini çıkardı ruhumuza o postal, üstelik daha da belirginleştirerek. 40’lı yaşlarımdayım, baktığımda kendimde gördüğüm en belirgin şey o postalın izi. Beynimden bacak arama kadar her yerimi kaplayan!

Büyüdükçe izi daha fazla çıkıyor

Haberin Devamı

O postal kılığına girmiş kapital; bizim yaşam öğretimiz, izi de lanetimizdir. Tekmesini indirdiği günden bu yana, zaman, ‘Hayır’ demeyi ayıplayan, hissettiğini söylememeyi fazilet sayan, değersizliğe değer biçen, gözleri aç, ruhları hazımsız yapan, kendini saklamayı öğreterek aktı çünkü. Gerçeği de boynuna taş bağlayıp, bu boşluğa akan zamana bıraktı. Zenginlik diye sunduğu ‘evler, arabalar, çantalar, ayakkabılar, bilimum çapsız şeyler’den ibaret bi gelecek, yaşam formu düşünden ibaret bu boşluğa bıraktık bizde kendimizi. Ruhlarımızın nasıl da yoksullaştığını umursamadan...

Milli gelir ile böbürlenirken...

Vicdanlarımızın sakatlandığını, bize sunulan siyasal-sosyal hormonlu boylu poslu büyüklüklüklere adayarak unutmayı tercih ettik. Bu yüzden ‘Milli geliri bilmem kaça çıkardık’ diye hava atarken birileri, ‘akıllı’ hiç bi yetişkin cüzdanının içine bakmayı tercih etmedi. Ama cüzdanın içinde bi gün neler olabileceğini hayal etti. Saldırgan sistemin, arsızlaştırdığı yetişkin için bulduğu mucizevi antidepresandır ‘lüks yaşam hayali. Kendi varlığını tehdit etmesinin önünü keserken, insanlık denilen varlığı yok eder ki ömrü uzasın. O yüzden kendi ruhunun yoksulluğunu göremeyecek kadar kör olan olan yetişkin, birileri paralarını cüzdan değil ayakkabı kutularında taşırken, binlerin üç kuruşa yaşatılıp öldürüldüğünü göremez. ‘İtibarımız’ diye milyon dolarlık saraylara kurulurken birileri, binlerin sıvasız ocaklarının söndüğünü göremez! Cüzdan ile vicdan arasına sıkışan yetişkin, 75 yaşındaki Recep amcanın Ermenek’teki madende öldürülen gencecik oğluyla birlikte yaşama hakkının elinden alınmasını görüp kan ağlamaz. Bundan önceki Mehmet, Ahmet amcaların yoksulluğa kurban verdikleri evlatları için ağlamadıkları gibi...

Haberin Devamı

Yas tutalım!

Bu yazının çıktığı güne kadar, Amerika’yı keşfetmiş müslümanlar kıvamında Recep amcanın yoksulluğunu keşifimiz sürecektir. Ama ben Recep amcanın delikli ayakkabıları üzerine bi şey yazamayacağım kusura bakmayın. Oysa ben de isterdim; iki Recep arasındaki farkı sorgulamayanlara, damardan bi yokluk, gurur yazısı enjekte etmeyi. Tebriği bol oluyor çünkü. Ama kendim dahil hiç kimsenin o ayakkabılara asılı kalan vicdanı için ‘Ne yardımsever, ne müthiş, ne duyarlı bi halkız’ falan diye methiye düzebilecek yüzüm yok açıkcası. Dedim ya, bende ki ergen gün geçtikçe daha rahat salınıyor diye. Yoksulluğu görmek için gözüne sokulması gerektiği bi ruh fakirliğinden daha büyük bi yoksulluk yok. Recep amcanın ayakkabılarına bakıp bakıp ağlayacağımıza, 40 gün 40 gece asıl biz buna matem tutalım!

‘Dünyayı ergenler kurtaracak’... Başka bi dünyanın mümkün olduğuna inanan bu güzel çocuklarla bitirmek istedim bu haftayı. iyi pazarlar

Sıradaki haber yükleniyor...
holder