72 yaşında bir tiyatro ustası. Tuluat geleneğinin son temsilcilerinden. 55 yıllık sanat hayatına 83 oyun sığdırdı. 22’si müzikaldi. Bunlardan biri de 28 yıl boyunca 5 bin 200 kez oynadığı ‘Lüküs Hayat’tı. Usta’yı Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde ziyaret ettim BU BİR BEHZAT UYGUR RÖPORTAJIDIRYayına hazırlayan: Dilara DoğanBüyük usta Münir Özkul’u kaybettik. Neler söylemek istersin Zihni Abi... Münir Abi’yle şehir tiyatrolarında aynı çatıyı paylaştık. Ustamızdır, abimizdir. İsmail Dümbüllü kavuğunu Münir Abi’ye verdi, o da Ferhan’a. Ferhan da 2016’da Rasim Öztekin’e... Münir Abi de, ben de halkevlerinde yetiştik. Hâlâ onun kırıntılarıyla yaşamanın faydasını görüyor bu ırk. Köy enstitüleri ve halkevlerinin kapanması kötü oldu. 1960’larda turne yaparken her gittiğimiz yerde halkevi binasında oynardık. ‘Hisse-i Şayia’da kızınız Zeynep’le beraber oynuyorsunuz... Zeynep ‘Lüküs Hayat’ın kulisinde büyüdü. Prömiyerinde de doğdu. O yüzden onu Zeynep Kamil Hastanesi’nden çıkaramadım. Haldun Dormen izin vermemişti, “Şekerim, devlet güvencesi altındalar. Karda kışta parkta yatmıyorlar, hastanedeler. 2-3 gün sonra çıkarıver” dedi bana. Haber olduk. “Zihni Göktay’ın karısıyla kızı parasızlıktan hastanede rehin kaldı” diye başlık attılar. 1985 yılıydı. Haldun Abi’yle böyle cebelleşir miydiniz hep? Tatlı çekişmelerdi. ‘Lüküs Hayat’ı uzatıyorum diye kızıyordu bana. Oyunu kısık ateşte altını yakmadan taze tutmak lazım. Günceli koruyordum, sosyal çarpıklıklar varsa koyuyordum oyuna. O metnin bir harf bile dışına çıkılmasını istemeyen bir yönetmen. Bu oyun 28 sene benim günceli korumamla bugünlere geldi. 28 senede etrafımdaki 134 kişi değişti, bir ben değişmedim.Dünya rekoru gibi bir şey... Guinness Dünya Rekorları kitabının Türkiye temsilcisi bizi aday olarak gösterdi ama peşinden koşmadım. Benim için en büyük ödül perde açıldığında salonun dolu olduğunu görmek. Sümüklü böcek dahi geçtiği yerde iz bırakıyor, biz de bırakmalıyız. Yeter ki sahne insanı kusmasın. Bugünkü oyuncuları nasıl görüyorsun?Bugün Türk televizyonunda, sinemasında, tiyatrosunda öyle bir şey oldu ki, afedersin anneannemin bir lafı var, “Kıçında peynir gören kendini mandıra sanıyor” diye. Bir şeyde yükselen hemen kendini star olarak görüyor. Bizim meslekte en kötüsü 15 senede yetişiyor.40 yıldır Sevinç Hanım ile evlisin abi... Günümüz evliliklerini nasıl buluyorsun? Rüya gibi bir evlilik diye başlıyor, kabus gibi bitiyor. Şimdiki evlilikler fast food gibi. Altı ay sonra sen yoluna ben yoluma. Rüyanın kötüsü de kabustur. Çok kavga eder misiniz? Ben dargınlığı sevmem. 40 yıllık evliliğim boyunca hiç dargın kalmadım. Bir mendil kuruyana kadar olmalı dargınlıklar. İkide bir “Sen bana bunu böyle dedin” diye kurumuş tezeklere su serpmenin anlamı yok. Bir öpücük, bir güleryüz, bir fincan kahve yeter barışmaya...Sevinç Hanım böyle ikna oluyor mu? E biraz zor oluyor. Özür dileyen hep benim. Çünkü patavatsız olan benim. Sevinç beni hep diz kapağıyla dürter bir gaf yapmayayım diye. Sonunu düşünmeden konuşurum. Sevinç’ten uzakta oturmam bir yere gidince, hep bir diz mesafesi vardır aramızda. Aşkta üç şey önemlidir: Sevgi, saygı, sadakat. Ama evlilikte de üç şey önemlidir: Sabır, sabır, ya sabır. Başka türlü yürümez! Siz nasıl tanıştınız? Bu konularda çekingenim, tanışmak için ön hazırlık yapmam şarttı. Sevinç her gün işe gitmeden balkona çıkar, sütünü içip, saçlarındaki bigudileri çıkarıp saçını tarardı. Balkona çıktığı saati bilirdim... Bir gün kibrit kutusuna pusula yazdım ve içine de telefon jetonu koydum ağırlık yapsın diye. Ama balkonu tutturamadım, kutu aşağıya düştü.Eyvaaah... Sevinç uyanık kız, anladı durumu. Aşağı indi kutuyu aldı, bana başıyla “Evet” dedi. Ben de gittim çalıştığı yerin karşısında oturdum çıkmasını bekledim. “Sevgiliniz ya da nişanlınız var mı?” dedim. “Yok” dedi. “O zaman Beşiktaş’a kadar yürüyelim” dedim, yürüdük. Yürüyüş boyunca hayatımı anlattım. Tiyatrocu olmam onu ürküttü. Bunların oyunları var, her yerde bir sürü flörtleri vardır diye adımız çıkmış dokuza, inmez sekize. Yoktu. O bakımdan hiç sabıkam yoktur. “50 yıldır birbirimize sen demedik” diyorlar yalan. “Askerlikte dayak yemedim” diyen adama benzer. Evlilik elektrokardiyografi gibi inişli çıkışlı olmalıdır. Hep aynı şekilde giden evlilik ölüdür, sıkıcıdır. Evlilikte de tuluat lazım. Aşk meşk alışkanlığa dönüşüyor. O heyecanı sağlam tutmak lazım. Memur gibi evlilik olmaz. Katiyen ilgim yok. Teknoloji özürlüyüm ben. Ehliyetim yok, araba kullanamam. Mesaj yazamam. Telefon açarım mesaj atana mesajını aldım diye. Birisi senaryo gönderecekti, “Emailiniz var mı?” dedi. “Kargoyla gönderin sayfaların altını çizeceğim” dedim. “Aa bilgisayar kullanmıyor musunuz?” dedi. Yok dedim, “Ben Leyla Sayar’la büyüdüm bilgisayarla büyümedim.” Uzun farları yakarak ileriyi daha net görebilmeyi. Uzun vadeli düşünmediğim için ekonomik açıdan pek tutumlu olamadım. Zaten o kadar da büyük paralar kazanmadım. Son zamanlarda seni en çok ne kızdırıyor abi?Kimse kitap, dergi, gazete okumuyor. Fakat o elindeki telefona bakmaktan direğe toslayabiliyor. Sadece sosyal medyadan haber başlıklarına bakıyorlar. Ben gazeteyi satır aralarından köşe yazılarına kadar okurum. Bir de hayvanlara eziyete çok kızıyorum.Son olarak altını çizmek istediğin bir nokta var mı Zihni Abi?Bu güzel vatan toprağında her gece bir perde açılsın. Tiyatro her yerde varolsun. Zararlı bir şey yapmıyoruz. Edep dairesinde insanı insana anlatıyoruz. 81 vilayetimizde en azından haftanın üç günü perde açılsın.