Pazar Postası Aşk öyle bir gelir ki; neye uğradığınızı şaşırırsınız...
Paylaş
Aşk öyle bir gelir ki; neye uğradığınızı şaşırırsınız...

Uzun bir aradan sonra 'Bu Kalp Seni Unutur mu?' adl! dizide rol alan Hale Soygazi...

Uzun süredir yoktunuz; ne kadar oldu?
Sinema 10 küsur yıl. Dizi 4.5 yıl...

Neden bu kadar ara verdiniz ve sinemayla değil de bir diziyle döndünüz?
Kendime çok uygun gördüğüm bir projeyle karşılaşmadım. Tabii ki sinema yapmak esas işim ama beni döndüren ‘Bu Kalp Seni Unutur mu?’ oldu. Bu diziyi prestij projesi gibi görüyorum. 12 Eylül ile başlıyor, politik olayları ve yakın tarihimizin siyasetini hem yeni nesillere öğreten, hem de onu yaşamış olanlara hatırlatan bir proje olduğu için içinde bulunmayı kabul ettim.

İşkence gören kızını kurtarmak için polis müdürünün tacizine boyun eğdiniz. Gerçek hayatta böyle bir durumda ne yapardınız?
Tabii gerçek hayatta böyle bir durumla karşılaşınca daha tepkisel, daha farklı davranırdım. Ama burada tepki gösteremiyor; çünkü kızı hapiste. Yapacağı en ufak bir hareket kızını görmesini, kızının oradaki hayatını olumsuz etkileyebilir diye bir şey yapamıyor... Çok güç bir durumda olan bir insanın hayatı söz konusuysa normaldir; o duruma katlanmak, sineye çekmek.

Sizin hayatınızda iki tane Hale Soygazi var. Biri sinemadaki ilk yıllarınız; salon filmleri, romantik dramalar. Diğeri ise sosyal yönü ağır basan bir kadın ve o içerikteki filmler. Bu iki karakter hem davranışlarınıza, hem filmlerinize, hem özel hayatınıza, hem eş seçimlerinize yansıdı. Bu iki Hale Soygazi’yi nasıl tanımlıyorsunuz?
İnsan tabii ki büyüyor, değişiyor. Hayat böyle bir şey. Hayatımızın ya da kariyerimizin ilk yıllarında farklıyız. Daha sonra çok şey öğrenip çok farklı şeyler yapmak arzusu tabii ki bu değişimi gerçekleştiriyor. İnsan olduğu gibi kalamaz, olgunlaşır, büyür, değişir. Bunlar olumluya doğru giderse bir artı tabii ki. İnsan yaşadıklarını bir süzgeçten geçirip, hatalarını, pişmanlıklarını gözden geçirip farklı bir tutum sergilemeye başlar. Benim hayatımda da böyle.

En iyi filminiz hangisi?
İlk yıllarımdan Bir Demet Menekşe çok sevdiğim bir film. Selim İleri yazmış, Zeki Ökten çekmişti. Daha sonra Bir Yudum Sevgi...

Şimdi onları seyrederken ne hissediyorsunuz?
Sevgiyle ve hoşlanarak seyrediyorum.

Kadının Adı Yok da bence çok güzel filmlerinizden biriydi. Orada ilk kez çıplak göründünüz. O yıllarda çıplaklık çok ileri bir davranıştı. Başrol oyuncularının kuralları vardı; sizin var mıydı?
Oyuncu, eğer senaryo gerektiriyorsa yapar (soyunur) ama tabii ki bunun limitleri vardır. Rahmetli Atıf Yılmaz o sahne için bana çok ısrar etti ve önce çok konuşup tartıştık. “Ben o sahneyi çıplak vücut, çıplak et göstermek amacıyla çekmeyeceğim. O sahne bir nü tablo gibi olacak. Işığa ihtimam göstereceğiz” dedi. Ben de o şartla kabul ettim ama; “Sete gideriz, ışık, her şey olumlu olursa peki derim” dedim. Hatta “Önce vizörden ben bakarım siz bir geçersiniz çıplak; eğer görüntü hoşuma giderse, gerçekten bir nü tablo görünümü veriyorsa o sahneyi çeviririm” diye Atıf Bey’le şakalaşmıştım.

Nü tablo atmosferi nasıl yaratıldı?
O sahnenin ışığı için 3-4 saat uğraşıldı. Bir siluet olarak çıplak görünüyordum.

Tepkiler de olmuştu; sonra pişman oldunuz mu?
Karşı çıkanlar oldu, benimsemeyenler oldu, bayağı bir şey koparttı. Ama bunlar bir sanatçının umurunda olacak şeyler değil. Çünkü bu bir sanat ve ben de bir oyuncuyum. Elimden gelenin en iyisini ve doğrusunu yapmaya çalışıyorum. Atıf Yılmaz bir yönetmen ve bunu uygun buluyorsa, ben de birtakım koşullarla peki derim.

Sonuçtan siz hoşlandınız mı?
Benim hoşlandığım bir sonuç çıktı. O sahneyi filmin afişi yaptık.

Gerçekten de nü bir tablo gibiydi!
Atıf Bey zaten sinemacılıktan önce ressamdı. Onun için o sahneye özel bir ilgisi, düşkünlüğü oldu. Bir tablo yapar gibi uğraştı. Türk sinemasında estetik bir çıplaklık çok az vardır.

Peki bu sahne için Atıf Yılmaz sizi nü tablo sözü vererek ikna etmiş. Başka bir durumda, çıplak görünür müydünüz? Mesela reddettikleriniz oldu mu?
Oldu, mesela mesleğimin ilk yıllarında teklif edildi. Ormanda tecavüze uğrayan bir kızı oynayacaktım ve çırılçıplak dolaşacaktım. Bunu kabul etmedim elbetteki.

Neden?
Hem mesleğimin başlarıydı hem de o kadar çıplaklık hoş bir şey değil. Bütün bunlara dikkat ettim. Bu kuralı bozan Kadının Adı Yok’tur. O da gördüğünüz gibi son derece estetik. Sinema zaten bir sanat, eğer o sanatın bütün kuralları çalışıyorsa her şey oynanabilir.

Türk sinemasında sarışınların şansı pek yoktu, siz Filiz Akın’la zorladınız bu şansı.
50’ler ve 60’larda çekilen filmlerde sarışınlık vamp kadınlardı. Masum jeune fille (genç kız) öpüşmez, sevişmezdi. Ama Suzan Avcı, Neriman Köksal sarışın vamp kadınlardı ve onlar öpüşür, sevişirdi. Bence onlar da çok güzel rollerdi. İlk Filiz Akın sarışın masum genç kızı başlattı. Sonra da ben geldim. Evet sarışın ve masum genç kızı biz kabul ettirdik; başka da yok galiba.

Bir diziyle sizin kadar ünlü olan oyuncular var. Bu sizi rahatsız ediyor mu?
Seyirci sinema oyuncusunu bambaşka bir yere koydu. Ben 4.5 yıldır dizi yapmıyordum ama seyirci beni Hale Soygazi’yi unutmuyor. Bir diziyle şöhret olsaydım; sonra da 4.5 yıl oynamasaydım unuturlardı. Sinemanın böyle bir kalıcılığı var.

Hayatınızın ikinci bölümünde başka bir Hale Soygazi var; tepki eylemlerinde yer alan, mesajlar veren bir Hale Soygazi. Uzun aranın nedeni bu misyonu sürdüreceğiniz roller beklemeniz mi?
Hayır bir misyon meselesi değil bu. Benim bu dizide canlandırdığım Semiha apolitik bir kadın. Benim Hale olarak 80’li yıllarımla ilgisi yok. Ben sol muhalefet çizgisindeydim ve 12 Eylül’de de birçok grev ve protesto eylemlerine katıldım. Dizideki Semiha apolitik bir karakter ama oynuyorum, çünkü önemli bir projenin içinde bir karakter. Ve dediğim gibi proje yakın tarihimizle ilgili olduğu için bu rolü kabul ettim.

Daha genç ve daha iyi görünmek için estetik müdahalelerden yararlandınız mı?
Hayır estetik yok.

Çok iyi görünüyorsunuz, bunu korumak için ne yapıyorsunuz?
Benim şanslı bir genim var o da cildimin dokusunun sağlamlığı. Herhalde o.

Günlük yaşamda makyaj yapar mısınız?
Benim şanssızlığım; bana makyaj yakışmaz. Makyaja büründüğüm zaman mask takmış gibi oluyorum. Makyaj cildimin parlaklığını kapatıyor. Benim ifademi de, beni de bozuyor, canlılığımı da bozuyor. Sette makyaj yapıp eve gidince, “Önce yüzümü çıkarayım” diyorum. Normal hayatta makyaj yapmam, göz makyajını ve ruju seviyorum. Fondöten, pudra, allık sevmem. Bazı insanları makyaj güzelleştirir, beni çirkinleştiriyor. Sokakta, “Aaa sen daha güzelmişsin” diyorlar. Bu da benim dramım herhalde!

Aşkta da iki ayrı Hale Soygazi var. Seçimleriniz değişince aşktaki seçimleriniz de değişti. İlk eşiniz Ahmet Özhan’dı, daha sonra geçirdiğiniz değişimle sol entelektüel kesimden hayat arkadaşları seçtiniz. Aşk sizce nedir?
Öyle oldu ama aşk söz konusu olunca mantık daha az devreye giriyor. Aşk çok şiddetli bir duygu. Çok da uzun süren bir duygu değil. Ama aşk olunca şu insana aşık olayım diye bir şey söz konusu olmaz. Aşk birden bire gelir ve neye uğradığınızı şaşırırsınız. Seçimlerinizde sizi aşık olmaya iten nedenler olur ama onun çok farkında olmazsınız. Farkında olursanız o aşk olmaz zaten.

Murat Belge ile aşk nasıl başladı?
Murat’la bir ahbaplığım yoktu ama tanıdığım bildiğim bir insandı. O da beni biliyordu, bu ülkenin bir sanatçısıyım. Herkes birbiri hakkında fikirlere sahipti. Sonra ikimizin yalnız kaldığı bir dönemde karşılaştık ve öyle başladı.

Çok uzun bir süredir Murat Belge ile birliktesiniz, evlisiniz. İlişkiniz üstelik çok zor bir sınav atlattı. Çünkü hastalık birçok ilişkiyi bitirir. Sizi nasıl etkiledi?
Bir kere o hastalık çok trajik bir şey değildi, geldi geçti. Çok minik, önemsiz bir şeydi. Hayati tehlikesi olan bir şey değildi. Ama herkesin hayatında olur, çok şiddetli bir gripten bir zatüreeye çevirir, insanın hayatı mahvolabilir. Ama hastalığı hepimiz kabul etmek zorundayız ve bunu böyle yaşamak zorundayız. Bir dönem öyle bir şey oldu geldi geçti.

Murat Belge’nin gırtlak kanseri olduğunu ilk siz öğrenip; ona siz haber vermişsiniz. Herhalde en zor görevlerinizden biriydi. Ne yaptınız?
Dediğim gibi çok önemli değildi bu hastalık. Çok önemli olsa belki farklı şeyler yapardım. Bir küçücük müdahaleyle geçecek bir şey olduğu için ikimiz de çok üstünde durmadık. Hayatımız normal seyrinde devam etti. Karşılaştığımız durum çok trajedi değildi yani.

Şimdi iyi değil mi?
Şimdi gayet iyi Murat.

“Aşk uzun süren bir duygu değil” dediniz biraz önce; uzun bir ilişkiniz var. Aşkınızın yerini ne aldı?
Aşk tabii ki tamamiyle bitmez, ama daha sakinleşir. Ve sakinleştiği zaman geriye kalandır ilişkiyi götüren. Aşık olursunuz bir yıl sürer sonra bir bakarsınız ki o şiddetli duyguların yerine hiçbir şey kalmamış, götüremiyorsuz. Ama eğer aşk hafiflerken ya da eski şiddetini göstermezken yaşadığınız birliktelikte yerine başka duygular, sevgi, ilgi, anlayış gibi duygular sürüyorsa o aşk bitmemiştir ve daha sakin sularda seyrediyordur.

Çok uzun süre birlikteydiniz, sonra evlendiniz. Neden onca yıl sonra imza atmak istediniz?
12-13 yıldır birlikteyiz, 3 yıl önce evlendik. Evlenmiş ya da evlenmemiş olmak bizim için çok önemli bir şey değildi. Ama bazı meseleler olabilir insanın hayatında, mesela politik nedenler, hapisler olabilir. O zaman biliyorsunuz aynı soyadı taşımayanlar görüşemiyorlar falan. Evlilik, tamamiyle hayatımızı kolaylaştırır diye yaptığımız bir şey oldu.

Hayatınızda bir şeyleri değiştirdi mi?
Hayır zaten Murat’la birlikte yaşıyorduk, aynı evi paylaşıyorduk. Hiçbir şey değişmedi.

Nasıl bir hayatınız var?
Çok yoğun bir hayatımız var. Bize gelen, bizim gittiğimiz bir sürü arkadaşımız, işle ilgili toplantılarımız oluyor. Özellikle Murat’ın işleri çok yoğun. Hem üniversitede dersleri, hem gazete yazıları, hem toplantıları, dernekleri, seyahatleri var.

Daha rahat anları nasıl yaratıyorsunuz?
Biraz tatillerde rahat edebiliyoruz. Çok yoğun ama evde sakin, huzurlu bir hayatımız var.

Mesela evde kim yemek yapar?
Bazen ben bazen de Murat.

Oyunculuğa verdiğiniz uzun aralarda neler yapıyorsunuz?
O zaman da seyahat ettim, gezdim, okudum, arkadaşlarımla, dostlarımla vakit geçirdim.

İki kere evlendiniz, uzun beraberlikleriniz oldu; neden çocuk yapmadınız? Bu kendi tercihiniz miydi?
Evet ama insanı tercihlere zorlayan da hayattır. “Ben çocuk sahibi olmayacağım” demedim ama ilk yıllarımda çok çalışıyordum, böyle bir şeyi düşünmeye bile zamanım olmadı. Sinema hayatıma üç dört yıl gibi aralar versem o zaman da denk düşmedi çocuk yapmak. Çocukları çok seviyorum; çalışmalarıma uzun aralar verdim ama çocuk düşüncesine vakit bulamadım...

Röportaj: Seral Cumalı
scumali@posta.com.tr

Haberin Devamı