Cumartesi Postası “Aşk, sevişme isteğidir”

“Aşk, sevişme isteğidir”

Paylaş
“Aşk, sevişme isteğidir”

'Aliye'de Müco'yu oynadı... 'Ezel'de Kerpeten Ali oldu... 'Al Yazmalım'da da Cemşit olarak izliyoruz Barış Falay'ı... Her rolün hakkını veren, oyunculuğu çok seven Barış Falay bize neler söyledi, neler...

Röportaj: Sinem Yıldırım
sinem.yildirim@posta.com.tr


Falay, her sanatçı gibi oyununun ödüllendirilmesinden hoşlanıyor. Ama sevilmekten daha çok hoşlanıyor. Hak ettiği halde ödül alamadığı zaman da kızıyor. Falay kıskanç olmamaya çalıştığını söyledi , aşkı tarif etti ve kulağımıza şöyle fısıldadı: “Bunaldığımda küfrederim.”

Fobilerin var mı?

Bir ara uçak korkum vardı. Kızdım kendime, geçti. Yüksek yerleri sevmem ama iş için 8., 10. kattan sallanıyorum. Rolüm için en son 35 metreden aşağı sallandım.

Yükseklik korkuna rağmen mi?

Ne yapayım, işim bu.

O zaman şunu sorayım: Film için 30 kilo alman veya 25 kilo vermen gerekiyor, saçın başın değişmeli, kel olmalısın... Bunları yapar mısın?

Tabii ki yapılır. Ama önce endüstri haline gelmemiz gerekiyor. Beni komple değiştirecek bir filmden bahsediyorsan, en az 2 yılımı satın almaları gerekiyor. Bu da yetmez. Mesela Amerika’da mantık nasıl? Adam rolü kabul ediyor ama o haldeyken gidip alışverişini yapmıyor. Anlatabiliyor muyum ne demek istediğimi? Bana o şartları sağlar, endüstri olursanız işimi zevkle yaparım. İnandığınız proje için neden yapmayasınız? Yeter ki sizi organize edebilecek durum oluşsun.

Oscar hayalin var mı? Ödüller ne ifade ediyor?

Kimileri diyor ki “Aldım, ödülümü kapı kapanmasın diye kullanıyorum.” Halbuki bence çok gurur verici bir şey. Güzel bir şey. Bir ödülüm var.

Ne hissettin aldığında?

Çok güzel ve motivasyonu yükselten bir şey. Özellikle sette, kendimi ve egomu yükseltmek için şımarıklıklar yaparım. Aslında ne yaptığımın ve ne yapamadığımın farkındayım. Her performansımı ödüle layık bulmam. Ama arada bulduklarım da ödül getirmiyorsa kızıyorum. Mesela Antalya TV ödülleri verildi. ‘Ezel’deki Kerpeten Ali rolü bence ödüllüktü ama seyirciye rağmen ödüle layık bulunmadı.

Üzüldün mü?

Hayır, inancım azaldı. Kendime dair değil, ödül sistemine dair. Sonra birkaç üniversitenin ve Magazin Gazetecileri Derneği’nin ödüllerini verdiler. Mutlu oluyorsunuz. Olmaz mısınız? Kerpeten Ali’den ödül bekliyordum. İyi olacaktı ama olmadı. Artık takılmıyorum.

Peki, zaman makinesine bindirdim seni, hangi döneme gitmek isterdin?

Pek düşünmüyorum böyle şeyleri ama illa gideceksem oğlumun ben öldükten sonraki geleceğini görmek isterim.

“Kerpeten Ali kötü değildi”

Kötü insan, iyi insan nasıldır sence?

Hepimizin farklı rolleri var. Sen iyi bir baba olabilirsin ama yandaki daireye göre çok kötü bir komşusundur. Kerpeten Ali kötüydü ama evdekine göre iyiydi... Bence, Kerpeten Ali kötü insan değil. Sokak kültürü ile yetişmiş, bitirim olmuş. Bence kötülüğün anlamı, vicdansızlık. Bir insanın yaşamındaki dengeyi altüst edecek vicdansızlıkta olmak... Başkasının yaşamına duyduğu empatiyi yitirmiş olmak... Kötülük bence böyle bir şey.

Eskiden nasıldı?

Binlerce yıl önce insanoğlu birini öldürdüğünde kendini de öldürdüğüne inanıyordu. Bu kadar yüksek bir empatisi vardı. Avrupa’ da yaşayan genç bir ressamımız cumhuriyet kurulunca eşiyle buraya dönüyor... Küçük bir köye yerleşiyorlar... Daha ülke kurumlaşmamış, maaşlar ödenemiyor vs. Bir süre geçiyor, köylüler ziyarete geliyor ve “Yanlış anlamazsanız...” diyorlar, “bacanız hiç tütmüyor, görüyoruz.” Ekmek getiriyorlar, aş getiriyorlar, odun getiriyorlar... Günümüzdekiyle farkını görüyor musunuz? Fazla değil, 80 yıl oldu. Bu empatiyi kaybettik bence, en büyük kayıp bu. Kötülük, bu empatiyi kaybetmenin üstüne, birini bile bile zor duruma sokmaktır.

Çok bol vaktin olsa ne hayalin var?

Oğlumla olmak isterim.

Tatil anlayışın ne?

Görmediğim her yer keyiftir benim için. Eşimle de öyleydik. Olabildiğince yeni yerler görelim... Ama böyle bir çalışma düzeninde zordu. Görüşemiyoruz bile.

Vicdan azabı yaratıyor mu?

Özellikle çocuğuma karşı çok yaratıyor. Kötü hissediyorum kendimi. Başlarda küsüyordu, şimdi alıştı. Ama kendisiyle olmamı istiyor.

“Medeni insan kıskanmaz”

Kıskanç mısın?

“Evet” dersem kendime ayıp etmiş olurum. Benim eşim de oyuncu (Esra Ronabar Falay). Türkiye standartlarında, bir oyuncuyla evli olmak belli durumları getiriyor. Hele de oyuncu olan mesleğin gereklerine inanıyorsa... Biz profesyonel bir iş yapıyoruz. Zorlukları ne olursa olsun o iş yerine getirilmeli. Bu anlamda sahne, tabu sevmez. Tabu sizde gereksiz sınırlamalara ve gerginliklere neden olur. Doğru da değil, etik de... Karakterin yemesi gerekiyorsa yer, öpüşmesi gerekiyorsa öpüşür.

Sevişmesi gerekiyorsa da sevişir!

Tabii. Ama bunu işin estetiği doğrultusunda çekmek önemlidir. Oyuncu bunları düşünmemelidir. Bunları düşünecek başka insanlar vardır. Yapımcı düşünür, yönetmen düşünür. Eşim de şehir dışına gidiyor, arkadaşlarıyla muhabbet ediyor...

Kıskanmıyorsun yani?

Tabii ki aşıksanız, birini seviyorsanız, kıskanırsınız. Ama medeniyet dediğiniz şey, ilkel güdülerimizi disipline edebilmeyi de getiriyor beraberinde. Kıymetli olan kısmı bu. Ben de buna uğraşıyorum.

Kıskansan bile kontrol ediyorsun...

“Saçmalama canım, ne oluyor” diyorum kendime. “Yani olacaksa da haberim olur zaten” diyorum.

Replikleri ezberleme ile ilgili durumları nasıl çözüyorsun?

Benim ezberim iyidir, sorunum yok. Hatta etrafımda öfke yaratacak kadar iyidir. İnşallah bozulmaz.

Çalıştıkça açılıyor hafıza değil mi?

Haftanın her günü sürekli ezber yapıyoruz. Bir süre sonra kendi kendinize geliştirdiğiniz bir şey haline geliyor. Ama şu da bilinsin: Başka birşeyle ilgilenirken yapılan ezber bilinçaltına daha kolay yerleşir. Pinpon oynarken ezber yapmak gibi. Daha kolay olur, ezberinizi aktarırken takılmazsınız.

“Çok aşık oldum”

Kaç kere aşık oldun?

Çok aşık oldum ama liste tutmuyorum.

Kaç kere mesela?

Çok kadınla münasebetim oldu. Bir kaçıyla farklı düzeyde etkilenmelerim oldu 30’lu yaşlarımda.

Çok aşık oldun ama en çok aşık olduğunla mı evlendin?

Sadece o değil. Evlilikte insan başka şeyleri de arıyor. Çocuğunuz olacak, o çocuğu büyütebilecek bir anne midir? Yani sizin inandığınız anlamda. Yoksa eminim, her anne çocuğu için çok güzel şeyler yapmak istiyordur. Sonra, güçlü müdür? Ben zayıfları sevmem. Ayakları üstünde dursun, savaşsın. Beni taşısın bir yerlere, ben de onu taşıyayım. Gerçekten paylaşabileyim hayatı. Esra’nın artı pek çok özelliği var tabii ama aşk olması lazım ki bunları görebilesin. Yoksa iyi bir dostun olur.

Neyi affetmezsin?

Vicdansızlığı... Çok net: Vicdansızlığı affetmem.

Sabah uyandın, başka birinin bedenindesin. Kim olsun bu?

Hollywood yıldızı Robert De Niro mesela? İstemem, istemem. Ben oyunculuk yapıyorum zaten. Bir sürü adamın haline giriyorum.

Bu işi Amerika’da yapmak ister miydin?

Yok. Ne fark eder ki? İnsanlar, ülkeler arasında ayrım yapmam ben.

Hayatında yaptığın en çılgın şey neydi?

Aslında 25 yaşına kadar çok yapıyordum böyle şeyler. Daha deli yaşıyordum, sonradan disipline oldum. Ortaokuldayken arkadaşlara “Gidelim, 2 gün İzmir’de takılalım” dediğimi biliyorum. Aileden habersiz. Gayet de mütevazı bir aileden geliyorum: Baba memur, anne öğretmen filan... Katlandılar bana sağolsunlar.

“İş hayatında şeytanım”

Seviyorsun değil mi beyazperdeyi?

Çok. Şimdiye kadar gerçek bir dramada başrolü oynamadım sinemada. Artık oynayabilecek hale geldim. Gişe kaygısı gütmeden, yaşama söyleyecekleri olan bir filminde bir adamın hikayesini yaşamak istiyorum.

En etkilendiğin filmler hangileri?

Bir dünya film var. Uzakdoğu sinemasınden ‘Hero’ mesela. Amerikan sinemasından ‘Matrix’, ‘Dövüş Kulübü’, herkesin kabul ettiği ‘Baba’ serisi... Uzun uzun planların olduğu filmleri izliyorum, anlıyorum ama pek sevemiyorum. Bir hikaye anlatan, lafını daha net söyleyen filmleri seviyorum.

Melek misin şeytan mı?

İşimde şeytanım, iş ortamında değil. Çünkü oyuncu, oynarken şeytanını da çalıştırmak zorundadır. Bu yüzden tabusuz olmak zorundadır. Bu, ona çok daha geniş bir yelpaze sağlar.

Aşk nedir sence?

Kimya, sevişme isteği.

Çok bunaldığında ne yaparsın?

Küfrederim.

“Ödül almaktan çok sevilmeyi seviyorum”

En büyük hayalin ne?

Bir sürü var. Tabii ki öncelikle, maddi anlamda geleceği düşünmeden hareket eder hale gelebilmek. Bunu başarabilirsem oh, ne mutlu bana.

Altın Portakal almak?

Değil, değil. Ben sevilmeyi seviyorum. Birinin “Al sana ödül, seviliyorsun” demesi değil bu. Zaten ödülü paylaşacağınız birileri yoksa o ödülün de bir anlamı yok. Bir de çok daha az üzülmeyi hayal ediyorum.

Çok mu üzülüyorsun?

Oyuncu, bir taraftan her türlü acının farkında olmalıdır ki gerektiğinde onu da devreye sokabilsin.

En son neye çok üzüldün?

Toplumsal bir sürü olay var. Oyuncu ne kadar çok yaşamışsa yeri geldiğinde o kadar çok duygu kullanır. Babamı kaybettim geçen sene.

Başın sağ olsun.

Sağol, genç gitti.

( 21.04.2012 tarihli Cumartesi Postası'ndan alınmıştır. )

Haberin Devamı