MRauf Ateş Bankalar frene bastı mı?
HABERİ PAYLAŞ

Bankalar frene bastı mı?

Haberin Devamı

2008 yılındaki krizin ilk dalgasında bazı bankalar kötü sınav vermişlerdi... Anadolu’daki KOBİ (küçük ve orta boy işletme) toplantıları ve düzenlediğimiz diğer etkinliklerde buna tanıklık etmiştik... Bazı bankalar, deyim yerindeyse, ‘baltalar elimizde’ yöntemiyle kredilerini kesmişti. Bunun bedelini ödeyen, KOBİ’ler oldu. Ama bazı bankalar da bu süreçten yara ve ders alarak çıktılar... O nedenle son birkaç yıldır bu işi daha özenli yapıyor, ‘kafa göz yarmadan’ ilişkilerini yürütüyorlar. Pazar günü Sabah gazetesinde bu yönde haberler görünce iki nedenle şaşırdım: 1. Bütün bankaların hedefinde KOBİ’de büyümek var. Bazılarında bu hedef yüzde 30’ları da aşıyor. 2. Anadolu’nun büyük şirketlerine ise herkes kredi vermek istiyor. Boydak, Naksan, Konukoğlu gibi şirketlerin böyle bir sorunu yok.
[[HAFTAYA]]

Peki gerçekten neler oluyor?

Öncelikle önemli bir gerçeği, önde gelen bir Anadolu grubunun patronunun ağzından ortaya koyayım: “Merkez Bankası faiz oranını yüzde 5.75’te tutuyor ama ortada faiz koridoru var. Yüzde 12 ile koridor açıldığında, maliyet ve kârla birlikte KOBİ’lerde faiz yüzde 18-20’ye kadar çıkıyor. Bu oranla da kimse kredi kullanmak istemiyor.” Gerçekten de böyle bir gerçek var. Geçen hafta konuştuğum önemli bir bankacı da KOBİ’ler için faizlerin yüzde 20’lere ulaştığını söylemişti. Biraz riskli olanlar, ya kredi alamıyor ya da birkaç puan yükseğine razı oluyorlar.

Kredi geri çağırma var mı?

Kamu bankalarının böyle bir strateji izlemeleri pek mümkün değil. Geriye büyük bankalar kalıyor. Bunlardan önemli bölümü 2012 stratejilerini açıkladılar. Bazılarıyla bu haberler hakkında bilgiler almak için tekrar konuştum. Büyük özel bankalarda KOBİ tarafında ciddi büyüme rakamları var. Örneğin, büyük bir bankanın genel müdür yardımcısı, “Kredi vermezsek, yüzde 35 büyüme hedefini nasıl yakalarız ki” diyerek görüşlerini ortaya koydu. Bir başka bankanın genel müdürü ise “Başta biz olmak üzere herkesin büyüme hedefi var. Böyle bir uygulama mümkün değil” yanıtını verdi. Bankaların, özellikle KOBİ kredilerinde sorun çıkaracağını sanmıyorum. 2012’de bir kredi küçülmesi olacaktır ama bunun da önemli ölçüde yüksek kredi faizleri nedeniyle yatırımını erteleyenlerden kaynaklanacağını düşünüyorum. Yoksa, mutlaka istisnası olabilir, hiçbir bankanın kredi çağıracağını, genele yayılacağını sanmıyorum.

Bağış kültürü ve Türk insanı


Van depremi sonrasında televizyon kanallarının ‘bağış için’ yaptıkları ortak yayını izliyordum. Trakya’dan bir işadamı bağlandı ve ‘Üç milyon dolar’ bağışlamak istediğini söyledi. Sanıyorum, rakam o ana kadar bağışlananların en büyüğü idi... Türkiye’nin önde gelen grup ve şirketlerinden çok daha fazlasını bağışlayan işadamı, sunucu Beyaz’ı da şaşırtmıştı. Beyaz, “Alnınızdan öpüyorum” diyerek takdirlerini belirtmişti. Bu büyük para beni de şaşırtmıştı. Eşime, “Bu işte bir gariplik var” demiştim. Garipliğin ortaya çıkması fazla sürmedi. İşadamı, “Çok sarhoştum, ne dediğimi bilmiyorum” diye açıklama yaptı. Üstelik sadece bu işadamı değil, o ortamın gazıyla dolar ve TL’leri havada uçuşturanlardan bazıları da ‘sırra kadem’ bastılar... Bu haberleri görünce Charities Aid Foundation adlı kuruluşun yaptığı ‘Dünya Bağış Endeksi 2011’ (World Giving Index 2011) aklıma geldi. Türkiye, 2010 yılında ‘bağış yapmada’ dünyada 134’üncü sıradaymış, 2011 yılında 136’ncılığa gerilemiş. Zaten araştırma 160 kadar ülke arasında yapılmış. Yani en kötüler arasında. Yani ‘vermeyi’, ‘bağışlamayı’, ‘paylaşmayı’ bilmiyor. Oysa, İslam dininde ve Türkiye’nin kültüründe ‘bağış’ geleneği vardır. Ancak, başta büyük işadamları olmak üzere bu geleneği yaşatmayı, en azından yaygınlaştırmayı, örneğin ABD’deki kadar başarılı bir şekilde yapamıyoruz.

Yeni nesil şirketler

Ünlü yönetim gurusu Gary Hamel, ‘Devrimin Başına Geç’ adlı kitabında, yeni nesil şirketlerin ipuçlarını vermişti. Bu şirketler, üretmekten daha çok, organizasyon yapan, hizmet veren kuruluşlar olacaktı. Yani, bir giyim şirketinin, iplikten gömleğe her alanı, her türlü üretimi kapsayan bir şirket olmasının modasının geçeceğini, onun yerine bunları organize edecek bir şemsiye şirkete dönüşeceğini söylüyordu. Son birkaç yıldır Türkiye’de bu şirketlerin sayısının arttığını görüyoruz. Eskiden patronlar, üretim güçleri ve fabrikalarının kapasiteleriyle övünürlerdi. O nedenle de işe önce fabrika kurmakla başlarlardı... Geçtiğimiz hafta gömlek başta olmak üzere erkek giyiminde epey mesafe alan Süvari’nin genel müdürü ile sohbet ederken, onların da bu yoldan gittiğini gördüm. Aynı soruyu Süvari’nin genel müdürü Fatih Coşkun’a, “Gömlek üretiminde en büyük kim?” diye sordum. Bu yanıtı beklemiyordum: “Bizim hiç üretim tesisimiz olmadı ve olmayacak. Anadolu’da ve İstanbul’da üreticilerimiz var. Bazı ürünleri Bangladeş’te ürettiriyoruz.” Tam Gary Hamel’ın altını çizdiği gibi bir şirket modeli... Fabrikaya, arsalara odaklanmak yerine, yenilikçiliğe, satışa, pazarlamaya ve yönetime ağırlık veriyorlar. Bunun sonucunda da epey hızlı büyüyorlar. 2000’de başlayan mağazalaşma serüveninde yurtiçinde 93, yurtdışında da 18 mağazaya ulaşmışlar. Ayda 140 bin gömlek satıyorlar. Yıllık ürün satışları ise 4 milyonu buluyor.

Onlar yalnız değil


Yeni nesil, ‘organizasyon’ şirketi tanımına girenlerin sayısı giderek artıyor... Örneğin, küçük ev aletlerinin önde gelen şirketi Arzum’un da Türkiye’de hiç üretimi yok. Hepsini yurtiçi ya da yurtdışı üreticilere yaptırıyorlar. Sektörün diğer oyuncuları arasında benzer yoldan gidenler olduğunu biliyorum. Türkiye’de hiç TIR ya da kamyonu olmayan lojistik şirketleri ciddi cirolara ulaşabiliyorlar artık... Dünyanın önde gelen cep telefonu ve bilgisayar üreticileri de üretimi çoktan bırakmış durumdalar... Önemli bölümü üretimlerini kaydırıp, sadece pazarlama ve yenilikçiliğe odaklanıyorlar.

Sıradaki haber yükleniyor...
holder