Cumartesi Postası 'Bedenleri değil ruhları giydirmeyi seviyorum'

'Bedenleri değil ruhları giydirmeyi seviyorum'

Paylaş
'Bedenleri değil ruhları giydirmeyi seviyorum'

Genç tasarımcı Simay Bülbül'ün sadece saçı ve tasarımları sıradışı diye düşünüyorsanız tümüyle yanılıyorsunuz. Simay Bülbül tanıyabileceğiniz en enteresan insanlardan

Röportaj: SERAL CUMALI
scumali@posta.com.tr

Modayı ve tasarımı diğer modacılardan farklı bir felsefeye dayandırıyorsunuz ve hayatı da öyle yaşıyorsunuz. Felsefeniz ne?

Evet, bütün koleksiyonlarımda mutlaka bir hikaye anlatmaya çalışıyorum. Bunlar genellikle daha spritüel hayattan gelen felsefik hikayeler, masallar, mesajlar barındırıyor. Bu da biraz benim kendi hayatımdan geliyor.
Kendi hayatımın da bu tarz detayları var; spritüel hayata, Hint felsefesine çok meraklıyım. Bunlardan kendi hayatıma alıntılar yapıyorum. Bunlardan beslendikçe hem kendimi büyütüyorum, hem de koleksiyonumu geliştirebiyorum.
O yüzden ben trendler ve moda kelimesi üzerine değil de bu tarzdaki ayrıntılar, detaylar, hayat mesajları üzerine koleksiyonlarımı oturtuyorum. Bu da çok büyük bir farklılık yaratıyor. Bu koleksiyonlardan, defilelere, fotoğraf çekimine, mağazama kadar hepsi zincirleme gidiyor.

O zaman sizin için moda nedir?

Modaya inanan bir moda tasarımcısı değilim. Trendler üzerine koleksiyon hazırlayan ve böyle yapılması gerektiğine çok fazla inanan biri değilim. Ama bu da ticari tarafın olmazsa olmazı. Fakat bana göre moda herkesin kendi kıyafetini, kendi tarzını, kendi kişiliğiyle bütünleştirebildiği yerde doğar.
Genel bir moda akımına uymak, modayı takip eden olmak çok başka kelimeler. Herkes kendi modasını kendi yaratmalı. Çünkü sadece bir renk moda diye bir tarz moda diye aslında bedenine ve ruhuna hiç uymayan bir kıyafeti giymek tezat bir şey. Çünkü kıyafet ruhun aynasıdır. Bu yüzden ben bedenleri değil ruhları giydirmeyi seviyorum.

Farkınız rastalı saçlarınızdan ilk bakışta anlaşılıyor. Rasta sadece bir görüntü değil sizin için, bir inanış değil mi?

Benim saçlarım 10 yıldır rasta. İnsanlar bunu çok gelip geçici bir şey zannediyor veya berbere gidip yaptırdığımı düşünüyor. Ama değil; Hint felsefesine veya Jamaika’ya göre bu bir özgürlük ve doğallığın simgesidir. Rasta bir din olarak da kabul edilir.
Afrikalı kölelerin özgürlük sembolü aynı zamanda. Çok derin anlamları var. Ben o kadar derin anlamlara inmiyorum ve din olarak yorumlamıyorum. Benim rastam doğallık ve özgürlük mesajını taşıyor. 10 yıldır saçlarım kendi haliyle uzuyor, kesmiyorum, taramıyorum, berbere gitmiyorum, kendi kendine rasta oldu.

Hiç sıkılmıyor musunuz?

Bir akım olarak yaptırsaydım sıkılabilirdim. Fakat buna inanarak yaptığım ve yıllardır taşıdığım için o artık benim bedenimle, ruhumla, hayatımla, tasarımımla, her şeyimle bütünleşmiş durumda.

Nasıl bir hayat yaşıyorsunuz, arkadaşlarınız da sizin gibi mi?

Çok renkli bir hayat yaşıyorum. En büyük hazinem arkadaşlarım. Çok çeşitli, çok enteresan ortamlarda, mekanlarda, kamplarda, ülkelerde bulundum. Çok farklı felsefe ve görüşe sahip enteresan insanlarla tanıştım, görüşüyorum.
Bu bir Şaman olabilir, bisikletle dünya turuna çıkmış ve bizim bir ara bir yerde karşılaşıp tanıştığımız bir insan olabilir ya da Güney Afrikalı olup her 6 ayda bir ülke değiştiren birisi olabilir. Güzelliği şu ki dünyanın her yerinde çok enteresan arkadaşlarım var.

İstanbul’daki arkadaşlar?

İstanbul’da da çok renkli kişilikler çok sevdiğim arkadaşlarım arasında. Kendi felsefem, hayata bakış açım dışında farklı bakış açılarıyla karşılaşmak beni besliyor. Ondan bir şey öğreniyorum ve onu hayatımın bir yerine ekliyorum; sanırım benim en sevdiğim şey bu.
Farklı kişiler, farklı hayatlar beni çok besliyor. Son defilem ve koleksiyonum Şaman Kadını’nın hikayesi de buradan çıkmıştır.

Ben bir Şaman’la hiç karşılaşmadım. Siz bir Şaman’la nasıl bir bütünleşme yaşadınız?

Şamanizm din olarak da inanç olarak da kabul ediliyor. Evet ben Şamanlar’la tanıştım, onlarla aynı ortamlarda bulundum, kaldım. Hatta birlikte çok özel kamplarda yer aldık.
Çok özel insanlar; doğaüstü güçleri olduğuna inanıyorlar, en büyük özellikleri iyileştirici elleri olması, şifacı olmaları, hiçbir şekilde materyalist bir dünyaya ait olmamaları, gezgin olmaları. Ben onlardan çok şey öğrendim.

Ne öğrendiniz?

Bir kere materyalist dünyadan kopmayı ve aslında hayatın kişinin enerjisiyle ilgili olduğunu, her şeyin gelip geçici olduğunu ve ayrıca kendisi ya da bir yakını çok ağır hasta olduğunda insanın beyin gücüyle bunu iyileştirebileceğini öğrendim.

Bunlara tanık oldunuz mu?

Oldum. Bunlar tabii inanılmaz büyük tecrübelerdi. Şehir hayatına geri dönseniz de bunlar kulağınızda küpe olarak kalıyor. En azından bu kadar materyalist bir dünyada yaşarken bu bilgiler hayatı daha kolaylaştırıyor.

Ateş dansçısısınız. Bunu bir Şaman töreni gibi algılayarak mı yoksa bir sahne sanatı olarak mı yapıyorsunuz?

Ateş dansı, Yeni Zelanda’dan gelen bir savaş dansı. Savaşçıların yaptığı bir dans. Günümüzde sahne sanatı olarak da yapılıyor ama bu farklı bir ritüel. Bu kamplara gidince o gezginlerin bu tarz dışavurumlarla çok ilgilendiğine tanık oluyorsunuz.
Böyle kamplarda ateşler yakılıyor, herkes toplu bir şekilde doğaçlama dans ediyor. Orada çıkan enerji o kadar büyük ki. Doğadasın, ateşin, müziğin gücü var ve en önemlisi kendi gücün var. Dans bir nevi dışa vurum, ateş de güç olduğu için ikisi beraber güçlü bir birlik oluşturuyor.

Tatilde daha çok Doğu’ya mı yolculuk yapıyorsunuz?

Aynen öyle. Tabii ki Avrupa’yı çok seviyorum. Ama farklı ve enteresan yerler önceliğimi alıyor.

Peki o kamplar nerelerde, siz nasıl ulaşıyorsunuz?

Bunlar, bir yerde ya da basında duyurulan, reklamı yapılan yerler değil. Genelde bu tarzdaki hayat felsefesine inananların duyup kulaktan kulağa yaydığı ve oluşturduğu buluşmalar.

Türkiye’de de var mı?

Türkiye’de de düzenleniyor. Kaos dünyadan çıkıp elektriğin, telefonun, saatin, hatta paranın bile olmadığı bu kamplara arada bir girmek insanı silkeliyor. Çünkü orada sadece sevgi, barış, doğa var; herkes kardeş, herkes büyük bir aile. Özümüzde böyleyiz. Bunu şehir hayatında uygulayamıyoruz ama büyük hayat tecrübesi oluyor.

Parasız nasıl oluyor?

Orada para bir amaç değil, yiyecek alabilmek için bir araç. Parası olmayan katılmıyor, çok parası olan daha fazla katılıyor. Yiyecek dışındaki hiçbir şey için paraya ihtiyaç yok.

O kamplardan arınarak dönünce şehir hayatına uyum nasıl sağlanıyor?

Çok zor. Kampın son günlerinde stresim başlıyor. Son gün depresyon günü!

İleride doğada yaşama planı var mı?

Var ama çok tepe bayırda değil. Onu yapan arkadaşım da var. İşimle ve şehir hayatıyla ilgili doyuma ulaşıp sonra hafif köy, sahil hayatı istiyorum.

Hayat tarzınız erkek arkadaşınızla sorun yaratıyor mu? Yoksa aşkta da tercih farksız mı oluyor?

Benim tarzımdaki bir hayata adapte olamayacak veya onun yakınından geçmemiş bir kişiyle ilişki kurmam zor. Çünkü farklı hayatı seçiyorum ve bu konuda daha açım.
Onun da benim benimle beraber aç olması lazım. Normal düzenden farklı bir göze sahip olması lazım ki ben de ondan besleneyim, ben ondan beslenirken o da benimle gelebilsin. Yoksa yürümez! Şamanlar koleksiyon oldu

Şamanlar koleksiyona nasıl yansıdı?

Sağlık problemleri ve sıkıntılar artıyor. Demek ki bizim daha şifacı olmamız lazım. Çünkü bu doktorlarla ilaçlarla çözülecek şeyler değil, psikolojiyi yükseltmekle ilgili. Son koleksiyonum Şaman Kadınları’nda hikaye tamamiyle buradan doğdu ve yükseldi.
Şaman kadınının müthiş bir doğa gücü var. Kadın Şaman toplumunda da çok güçlü. İnsanlığının, doğurganlığının, şifacılığının, gücünün farkında. Bu güç benim hoşuma gidiyor.

Bu kadınlar, koleksiyonunuzda nasıl bir tarz buldu?

Benim koleksiyonlarım daha önce hep salaş olurdu, bu kez geri dönüp herkes bana şunu söyledi: Bu sefer daha kadın bir koleksiyon yapmışsın.

Neler var koleksiyonda?

Daha feminen, daha fit ürünler ve bununla birlikte doğallık var. Şaman kadınları çok ağır takılar takarlar. 150 senelik gerçek takılar bulduk. Bunlar koleksiyonu güçlendirdi. Koleksiyonda güçlü bir kadın var.

Renkler nasıl?

Siyahtan başlıyor, koyu griler, griler var. Koleksiyona kremit ve kırmızı da girecek. Kırmızı ateş koru, griler külü anlatıyor.

Yeni projeler var mı?

Almanya’da düzenlenecek ‘Melez Moda’ adlı organizasyonda Türkiye’yi temsil edecek tasarımcı olarak beni seçmişler. Ekim ayında Almanya’ya gidiyoruz.
Senede bir performans defilemiz oluyor, bu senekinde sahneye gerçek bir Şaman davet edeceğim ve küçük bir gösteri yapacağız. Bu mağazada hiçbir dekoru sabit yapmadık. Belli zamanlarda modayla ilgili sergiler düzenlemek için. İlki deriyle ilgili bir fotoğraf sergisi olacak.

Deri ve triko, deri ve kumaşın birleşimi sizin artık imzanız...

Ben kendi yürüdüğüm yolda önce tekstil, sonra deriye bulaştım. Deriyi çok seviyorum. Fakat deri hep sadece dış giyim olarak kabullenildi. Ben onu iç giyimde, bluz, tişört, hatta gelinlikte kullandım ve line’ım bu şekilde oturdu.
Yaz kış kullanılabilecek birçok kombin ortaya çıkıyor. Hem modern, hem farklı, hem tasarım kokan bir line oluyor.

Deri bu yaz da moda değil mi?

Evet. Ben zaten yaz kış deriyi kullanıyorum. Her trikonun, kumaşın bir yerine deri katıyorum. Ama yazın biraz daha az yer veriyorum.

Yani bu yaz da deri kullanmanız moda olduğu için değil!
Hayır... Asla!

5

Haberin Devamı