Pazar Postası Bu dostluğu 'dolaptaki son birayı içen' bozar!
Paylaş
Bu dostluğu 'dolaptaki son birayı içen' bozar!

Bu dostluğu 'dolaptaki son birayı içen' bozar!

Mesut Yar

myar@posta.com.tr

Çoktandır yazılı röportaj işlerini bırakmıştım. Bir gazeteci için tuhaf bir eksiklik. Soğuk algınlığına karşı vitamin almadan durmak gibi bir şeyler eksik. “Böyle gitmemeli” diyordum. Gitmedi de... PAZAR POSTASI için röportajlar yapmam istendiğinde, bir zaman bir yerlerde düşürdüğüm bitim kanlanmış bir şekilde karşıma çıktı. “Keşke onlar konuşsalar da biz okusak” dediğim onlarca yüz koşturdu gözlerimin önünde bir anda. Seçmesi zordu. Konuşturmak da...

Son zamanlarda televizyon ekranından çıkıp evimizin odalarına giren tiplerdi çoğu. Ama sanırım konuşacağınız insanla aranızda bir şekilde duygusal bir hattın da oluşması lazım. Ne yalan söyleyeyim, bir elin parmağını geçmeyecek kadar azaldı az önceki yüzler böyle düşününce...

Bir yerden de başlamak lazım. Ben de geçmişimdeki küçük bir anıdan başlamaya karar verdim. En doğrusu kendinle konuşmaktı önce...

20’li yaşlara gelmemişim henüz. Bir yandan okuyor, bir yandan da gece vardiyasında çalışıyorum. İş yerine kestirme bir sokak var. Girmememiz lazım ama vardiya beklemiyor. 4 arkadaş sivil polisler tarafından çevriliyoruz...

Dayak faslını uzatmayacağım. “Kafamın içinde dönüp duran yıldızlarla tanış olduğum ilk andır” demem kafi sanırım. Ama sonrası var..

Bizi döven polis nedenini de bir hayli babacan tavırla izah etti. “Burada fuhuş pazarlıkları yapılıyor. Malzeme olmayın bize bu yaşta...”

Malzeme derken neyi kastettiğini anlamamıştım o an. Fakat sonraları mesele aklıma geldiğinde, bize iyi bir şeyi kötü ama unutulmaz bir teknikle anlatmaya çalıştığını anladım memurun. O günden sonra dayak yemedim hiç polisten. Şanslıydım diyelim...

Şimdi Star TV’de yayınlanan Behzat Ç. dizisini her izlediğimde adını bilmediğim o sokak, tadını bildiğim o tokat ve rütbesini kestiremediğim o polis geliyor aklıma...

Röportajın duygusal hattına böyle giriyorum ben de. Sanırım hazırım şimdi. Bu arada karşımda ekrandan çıkıp evdeki kanepeme uzattıkları ayaklarıyla “Evde soğuk bira var mı?” diye soran üç polis duruyor... Yüzleri tanıdık. İsimlerini de bilenler hakikaten ezber etmiş durumda. Harun, Hayalet ve Akbaba. Evde üç polisle oturmak tuhaf bir duygu vallahi. Bir yandan güvende hissediyor insan kendini, öteki yandan kendi durumuna işkilleniyor. Neden buradalar acaba?

Uzatmayalım; Fatih Artman (Harun), İnanç Konukçu (Hayalet) ve Berkan Şal’la (Akbaba) amirleri Behzat Ç. olmadan laflayacağız. İyi de hangi meslekleriyle anacağım onları? Oyuncu olduklarına inandırmak zor olacak ahaliyi. Öyle gerçekler ki ekranın içinde... Sanırım gerçek hayattaki kişilikleriyle dizideki isimlerini kullanarak laflamak en iyi yöntem. Biraz karışık ama bir hayli de fantastik olacak. Hazır Behzat Ç. ortalıkta yokken onun dedikodusunu da çevirelim...

Amiriniz Behzat Ç. hakkında ne düşünüyorsunuz beyler?

Harun: Aklı ve profesyonelliği dışında sezgileriyle hareket eden bir Başkomiser’den söz ediyoruz. Sezgilerinin gücü de hayattaki deneyimlerinden kaynaklanıyor. İşi dışında özel hayatında da iyi yada kötü deneyimleriyle oluşmuş bu sezgiler. Onun dışında ekibiyle tek tek duygusal bağ kuran adaletli bir polis.

Hayalet: Kendi adalet duygusu olan, vicdanına göre hareket eden müthiş bir anti-kahraman.

Akbaba: Her şeyden önce büyük saygı duyuyorum Behzat amirime. Ve bu saygıya bağlı olarak yaşanmışlıkların getirdiği bir sevgi görüyorum...

Anladığım kadarıyla laf kondurmayacaksınız üst rütbeye. Hiç mi sizin lisanınızla ‘uyuz olduğunuz’ yönü yok Behzat’ın?

Akbaba: Dörtlünün arasındaki ilişki ast/üst ilişkisini çoktan aştı. Fakat ast/üst saygısı korunuyor hep. Her insanda uyuz olunacak yönler vardır. Görmeyi istemek yeter bana göre.

Hayalet: Bizim bu hikayeyi canlandırırken bunu düşünme lüksümüz olamaz. Çünkü Behzat’ın hikayesini çevreleyen dünyanın bir parçasıyız. O zaten içinde bulunduğu dünyanın şekillendirdiği bir adam...

Harun: Yersiz bağırmaları ve başka bir olaya sinirlenip azarlaması beni değil ama Harun’u üzüyor diye düşünüyorum. Ama Harun amirine uyuz olmaz; yalnızca bazen anlayamaz ve üzülür...

Kıskandığınız da mı olmaz?

Harun: Vallahi Harun kesinlikle iş konusunda amirini kıskanmaz. Ancak takdir eder. Ama özel hayata gelince Eda’ya yüzük takmasında yine Behzat’ı sevdiğinden Behzat’ı, Eda’dan kıskanmıştır. Genelde asla kıskanmaz ama...

Hayalet: Dik başlı, taviz vermez tavrı kıskanılası...

Akbaba: Kıskanılacak bir durum olmadı şu ana kadar...

Anladığım kadarıyla sizi birbirinize düşürmem imkansız. Yine de bir şansımı deneyeyim; bu ekibi ne birbirine düşürür?

Akbaba: Bence her şey zarar verebilir. Her zaman taraf olmak diye bir şey yok.

Harun: Ekibe bilerek yapılan ve geri dönüşü olamayacak her türlü yanlış ve hatalı davranış bizi birbirimize düşürebilir.

Hayalet: Birinin dolaptaki son birayı içmesi yeter!

Peki anladım ve kabul ettim ki dolaptaki son bira olmadığım için aranızı bozamayacağım. Hazır biraya girmişken; dizide bol miktarda alkol tüketiliyor. En çok da bira. Seviyor musunuz içmeyi?

Harun: Çok aram yoktur alkolle. Bulunduğum ortamda varsa, koşullar da güzel ve uygunsa içerim ama durup dururken gidip içki almam kendime.

Akbaba: Rakı içmeyi severim. Bir de eş dost bir aradaysa değme keyfime.

Hayalet: Birayı da severim!

Peki, madem sevgiden girdik; dizide hayat verdiğiniz tipleri sempatik buluyor musunuz?

Akbaba: Aslında hepsinin sempatik yönleri olduğunu düşünüyorum. Tabii ki hangi açıdan baktığınız da önemli. Ama ben Harun’un sempati açısından diğerlerinden ayrıldığını düşünüyorum.

Harun: Sempatik buluyorum elbette Harun’u. Bu tür polisler ilk bakışta soğuk ve nemrut gibi görünseler de özünde ‘benim’ diyen sıcak ve sevimli insanlardan çok daha sıcaklar. Bu özellikle de kendi aralarındaki ilişkide görülüyor. Tüm karakterler kendi içinde başka bir samimiyet ve sempati taşıyor.

Hayalet: Bu üç karakterin de hikayeleri basit, gerçekçi ve iyi çizgilerle çizilmiş olduğu için biraz ‘bizden’ gözüküyorlar. Sempatik olmalarının en büyük nedeni de bir arada oluşları. Çünkü tek başlarına arıza ve sivri duruyorlar. Bir araya geldiklerinde ise dengeli bir karışım çıkıyor. Seyredilesi kılan da bu onları.

Akbaba: “Nezarethaneye düştüm”

Madem sempatikler, soralım bakalım hiç ellerine düştünüz mü? Yani hiç gerçek hayatta nezarethaneye girdiniz mi?

Harun: Düşmedim. Hatta diziden önce polisle bile çok fazla konuşmadım. Hayalet: Polisle vatandaş arasındaki ilişki modelini anlamak için nezarethaneye düşmek gerekmiyor. Trafikte, sokakta elbette bir vatandaş olarak o ilişkinin muhatabıyım. Akbaba: Ben düştüm. Emniyetin yardımıyla polis ile vatandaş ilişkisini inceleme fırsatı da buldum.

Bir de öbür taraftan bakalım. Polislerden ne tür tepkiler geliyor size. Gerçekçi buluyorlar mı, kendilerinden hissediyorlar mı sizi?

Akbaba: Teşkilattan şu ana kadar hiç kötü tepki gelmedi, aksine çok da yardımcı oluyorlar. Teşkilata hangimizin yakın durduğu konusunda bir şey söyleyemem ama Akbaba’nın yakın durmadığı kesin!

Harun: Hep iyi tepkiler alıyorum. “Aynı biz” diyen polisler de var. Sonuçta polisler kendilerindeki birçok duygu, davranış ve durumu görüyorlar, o yüzden seviyorlar...

Bir seçim hakkınız olsaydı gerçek hayatta polisliği tercih eder miydiniz?

Hayalet: Oyuncu olmasaydım mimar olurdum.

Harun: Ben polis olmazdım. O yüzden kendimi hayal edemiyorum polis olarak. Ama olsam zaten Harun gibi bir polis olmazdım.

Akbaba: Polis olmak istemezdim açıkçası. Çünkü normal hiçbir şeyle uğraşmıyorlar. Bu kadar anormalliğin içinde de normal kalmak zor olur diye düşünüyorum. Eğer olsaydım sanırım çok arızalı bir polis olurdum ben de...

Emniyet teşkilatının bu kadar manşetlerde olduğu günlerde sıradan hayatları olan siyasallaşmamış polisler diyebilir miyiz size?

Harun: Kesinlikle! Polis siyaset yapmaz, işini yapar mantığında olan insanları canlandırıyoruz. Her insan gibi zor ama sıradan olan hayatlarımız var...

Akbaba: Sonuna kadar katılıyorum. Emniyet teşkilatının görevi siyaset yapmak değil. Suça, suçluya ulaşmak ve engellemektir!

Hayalet: Bu hikayede sıradan olmayan bir hayatı kendine özgü koşullarla sıradanlaştırmış karakterler görüyoruz bence. Günlük yaşamlarını düşünürsek siyasal çözümlemeler yapamayacağız ama sistemin bir parçası olarak gördüğümüzde, durdukları yer itibarıyla siyasallaşmama olasılıkları olmayan polisler bence onlar.

Hayalet: “Akbaba’nın olmayan hikayesi çok çekici”

Akbaba, sen hala kara kutusun. Nedir senin hikayen ya da biz ne zaman öğreneceğiz Akbaba’nın aslında kim olduğunu?

Akbaba: Diğer karakterlerden çok farklı Akbaba. Her şeyden önce alaylı ve bulunduğu yere diğerleri gibi gelmemiş bir tip. Aslında bu karanlık duruşu hoşuma da gitmiyor değil. Senaristlerimiz Emrah ve Ercan’ın çok sürpriz bir şeyler hazırladığını biliyorum. Sezon sonuna kadar Akbaba’nın hikayesiyle karşımıza çıkacağını düşünüyorum.

Biraz teşkilattan uzaklaşalım. Önce en çok merak edileni sorayım. Hangi takımı tutuyorsunuz?

Harun: Ben Fenerbahçeliyim. Her zaman her yerde sarı-laciverte bayılıyorum!

Akbaba: Ben koyu Beşiktaşlıyım. Ama bir Ankaralı olarak yüreğimin attığı tribün Gençler Birliği’ninkidir...

Hayalet: Ben de Fenerbahçeliyim ama lise ve üniversite yıllarında Ankaragücü maçlarına da giderdim. Şimdi de takip etmeye çalışıyorum.

Bir bölümde İstanbul’a gelip Çarşı taraftarının arasına katılmıştınız. Ben kesinlikle alayınızın Beşiktaşlı olduğunu düşünmüştüm. Hatta Behzat’ın gizemli ‘Ç’sinin Çarşı olduğu bile geldi aklıma. Ç.’nin ne olduğunu bilen var mı aranızda?

Akbaba: Susma hakkımı kullanıyorum.

Hayalet: Bunu biz de merak ediyoruz!

Eh bu gülüşmelerden anladığım kadarıyla uzun bir süre o ‘Ç’ harfinin ne anlama geldiğini bilemeyeceğiz hakikaten. Hazır başkente uzanmışken, üçünüz de Ankara kökenli oyuncularsınız. Ankaralı oyuncu olmak nasıl bir şey?

Hayalet: Bu bir şehir meselesi değil. Okullarda aldığın eğitime göre bazı ekollere daha aşina oluyorsun. Ben bu işin arkadaşlık ve dostluk işi olduğunu düşünüyorum. İşin nitelikli hale gelebilmesi için bu gerekli çünkü...

Harun: Ankaralı oyuncu olmak, oyuncu olmakla aynı. Ankara’da konservatuarda okuyorum ve Ankara’ya bayılıyorum. Burada ilişkilerin daha samimi olmasından kaynaklanan, oyuncunun pişmesini sağlayacak materyaller var. Bu da kişinin insani yönlerini geliştirip sergilemesine fırsat veriyor.

Akbaba: Valla Ankaralı ya da İstanbullu diyerek ayırt etmiyorum oyunculuğu. Ben bundan sonrası için de yaptığım işi en iyi yapmaya odaklanmaya calışıyorum.

Eh ama o işi iyi yapacak şartlar da var sanırım elinizde. Çünkü çok az dizi birden fazla yönetmen tarafından çekiliyor. Farklı bir zenginlik olsa gerek bu?

Harun: Kesinlikle. Üç farklı yönetmen demek üç farklı deneyim demek bence. Kendini çok daha fazla geliştirip çok daha çabuk karşı tarafın istediği şekle gelmeye başlıyorsun. Bu hem diziyi hem de oyuncunun kendisini zenginleştiriyor. Farklı yönetmen ve farklı bakış açıları oynadığın karakteri de oyunculuğunu da çok daha başka bir hale sokup kendi içinde gelişmesini sağlıyor.

Akbaba: Zaten inanılmaz profesyonel bir kadroyla çalışıyoruz. Üç farklı yönetmenle çalışmak ise inanılmaz büyük bir zevk ve okul halini alıyor benim için. Aynı karavanadan üç farklı tadı almak gibi bir şey. Bir oyuncunun kolay bulamayacağı bir lezzet bu.

Hayalet: İnanılmaz hem de. Her hafta başka bir deneyim kazanıyorsun, başka bir şey öğreniyorsun. Bu sadece set çalışanları ya da oyuncular için değil seyirci için de alternatif bir deneyim.

Fatih neşeli, İnanç dostlara ihtiyaç duyuyor, Berkan sessiz

Seyirci diyince aklıma geldi. Medyada ama ağırlıklı olarak da sosyal medyada alıp başını gitti Behzat Ç.’nin ünü. Seviliyorsunuz evet ama hiç düşündünüz mü sizi sevmeyen ya da izlemek istemeyen kim ya da kimler olabilir diye?

Akbaba: İzlemeyenler de kendilerinden bir şey buldukları için izlemiyor olabilir. Bir şeyler bulmak illa da olumlu olmak zorunda değildir diye düşünüyorum ben.

Harun: Hiç düşünmedim vallahi. Tamamen insanın yapısı ve düşünceleriyle alakalı bir şey bu. Biz kesinlikle tek bir yöne iş yapmadığımız için o yönün karşısındakiler bizi izlemez diyemiyorum. Ama her hafta bir ceset görmek istemeyen insanlar da olabilir.

Hayalet: Sosyal medya alanlarını kullanmak bu diziyi izletmek için yapılmış bir seçim değil. İnternet artık yaşamın bir parçası. Dizilerin her bölümü de internete yükleniyor zaten. Bizi izleyenleri düşündüğümde, izleyicimizin sosyal medya alanlarını daha çok kullandığını görüyorum. Bir fikir veriyor en azından...

Peki normal hayatta nasıl tiplersiniz? Mesela sen Harun, dizi başladıktan sonra birkaç kilo oynadı mı? Malum sürekli atıştırma halindesin!

Harun: Vallahi açıkçası yemeğe düşkün biri değilim. Kilo konusunda birçok söylenti var ama ben ne dizi başladığında tartıya çıktım ne de şimdi. Alıyorum veriyorum, bir şekilde aynı kalıyorum. Gerçek hayata yani Fatih’e gelirsek; normalde Harun’a pek benzemem. Neşeliyimdir ama çocuksu değilimdir. Çok daha dengeli ve mantıklıyım diyebilirim

Hayalet: Ben bir amire değilse de zaman zaman yanımda olmasını istediğim yol gösteren dostlara ihtiyaç duyarım...

Akbaba: Berkan olarak çok sakin ve sessiz bir adamım. Hatta gerekmedikçe konuşmadığımı bile söyleyebilirim. Kendi amirliğimi kendim yapıyorum anlayacağınız...

Peki beyler ben sizi tutmayayım. Çözülecek çok dosya, yapılacak çok işiniz var daha. Gitmeden son bir ricam olabilir mi?

Bir TV eleştirmeni olsaydınız kendinizi nasıl eleştirirdiniz?

Akbaba: Ben bir oyuncuyum. O yüzden bu soruya tarafsız kalabileceğimi düşünmüyorum vallahi.

Harun: İşlediğimiz bölüm konularını daha fazla uzatabiliriz diyebilirim ki bu da büyük bir sıkıntı değil benim için. Valla başka da bir şey gelmiyor aklıma.

Hayalet: Usta, çok küfür ediyorlar yaaaa...

Üç genç polis, üç iyi oyuncu birkaç saat önce çıktıkları ekrana dönerek olmaları gereken sokaklarda yerlerini alıyorlar... Ben ise hala bazı sokaklara girerken tereddüt yaşıyorum. Yıldızlar kafanın içinde değil, gökyüzünde dönerken güzel çünkü. Her şeyi güzel ve yerindeyken bitirmek en iyisi. Hoşça kalın...

Bu yazı 3 Nisan 2011 tarihli Pazar Postası'ndan alınmıştır

5

Haberin Devamı