Ekonomi Cumhuriyete döşenen taşlar

Cumhuriyete döşenen taşlar

Paylaş
Cumhuriyete döşenen taşlar

Tarihiyle, çok kültürlü yapısıyla, her dinden, dilden, mezhepten ve yürekten insanlarıyla çok özel bir kenttir Antakya ya da Hatay.

NEBİL ÖZGENTÜRK

Haberin Devamı

Asırlar boyu çok dilli, çok dinli olması nedeniyle de ‘medeniyetler buluşması’nın örneğidir. Zaman zaman hırpalansa da, kem gözlere batsa da cazibesini korumaktadır. Çan, ezan ve hazan kentidir Antakya bu yüzden.

Bu çok kültürlü yapısı nedeniyle lezzetin de başkentlerinden biridir. Adana gibi, Mardin gibi adı anıldığında yemeğiyle de öne çıkar. Hatta sıkça bir tanımlama yaparım pek çok yazı ya da belgeselimde. Oruk olarak bilinen Antakya köftesinin lezzetli olmasının sırrı, asır boyu süren el emeğidir.

O köftenin harcında, Türkmen kadınlarının emeği, Musevi annelerin göz nuru, Alevi ablaların lezzet ustalığı, Katolik teyzelerin el atması, Ermeni kadınlarının işçiliği, Arap kadınlarının sabrı, Süryani ninelerin şenliği vardır. Bu yüzden lezzet fışkırır Antakya evlerinden...

Haberin Devamı

Hele ki Samandağ’ın lezzetleri zirve yapar. Üç gün üç gece emek verilerek yapılan onlarca anne yemeği, kınalı el sofraları. Antakya’ya her gidişimde sofraya ‘dostlarımın ve sevdiklerimin yoğun olduğu’ Samandağ’da başlar, Harbiye’de devam eder, Antakya merkezde künefeyle sonlandırırım. Peki lezzet böyle, ya Cumhuriyet? Bu hikaye de çok ilginç, hüzünlü ve coşkuludur.

Zaten bizim ziyaretçi heyetinin ilk durağı, ‘Hatay Cumhuriyeti’ne de mekan olan asırlık belediye binası oldu. Kapıdan girer girmez, başka hiçbir Anadolu kentinde göremeyeceğiniz ‘1937 kurtuluş fotoğrafları’ karşılıyor bizi. Halkın sokaklarda şenliğini gösteren fotoğraflar. Önce Fransız işgalinden kurtuluşun, sonra Hatay Cumhuriyeti’nin 1 yıla yakın süren icraatlarının, Türkiye Cumhuriyeti’ne dahil olmasının kayıtları. Şimdi size hikaye içinde hikaye anlatacağım.

NELER YAŞADI NELER...

1939 Temmuz’unda, Türkiye Cumhuriyeti sınırlarına yaklaşık yüz kilometrelik bir toprak eklenmiş ve nur topu gibi bir vilayetimiz daha olmuştu.

63’üncü il olarak kayda geçen bu merkezin adı Hatay’dı.

Birinci Dünya Savaşı sonrası, Suriye dahil Antakya da Fransız denetimine girmiş, Hatay sokaklarında, Fransız’ı, Şamlısı, Antakyalısı, Arabı, Ermenisi, Süryanisi, Alevisi, Sünnisi, Ortodoksu, Katoliği, Protestanı, Yahudisi yan yana görülür olmuştu artık. 20’nci yüzyıl başlarında, Fransız denetimindeki Hatay…

Haberin Devamı

Ardından Şam merkeze bağlı İskenderun-Hatay Sancağı zamanları.

Ve 1938’de kurulan, başkanlığını Tayfur Sökmen’in yaptığı bağımsız Hatay Devleti. Derken, Türkiye Cumhuriyeti’nin, gözbebeklerinden bir yurt toprağı, vilayeti.

Doğrusu 20 ya da 30 yıla pek çok yönetim sığdırılmış, akıllar karışmıştı. Hataylı Ali Usta’nın da.. Kim mi Ali Usta? Kaderine çok kimliklilik çıkan en kadim Hataylı. Tanımıştım onu. 2007’nin Ağustos’udur. Bir taş atölyesinde görüyoruz Ali Usta’yı.

ALİ USTA’NIN ÖYKÜSÜ

1920 doğumlu Ali Usta, geçmişin karışık döneminde Fransız komutana da rastlamıştır, Arap kaymakama da, Şam’dan atanan hakime, savcıya da, Hatay’da doğup büyümüş tapu müdürüne de ve nihayet bugünlerin Türkiye Cumhuriyeti’nin muhtarına da…

Her birine işi düşmüş, her birine dilekçe bırakmıştı 87 yıllık ömründe. Ve hayatının cilvesi, Fransız işgal yıllarının Antakya’sında, bir Fransız subayından taş yapmanın inceliklerini öğrenmiş, bir daha da elinden düşürmemişti Antakya dağlarından çıkan Alabastar taşlarını. Antakya’dan, Halep’e uzanan ve Fransızların kotardığı o uzun yolda da emeği vardır Ali Usta’nın.

Haberin Devamı

O yol yapımında, yanı başında Şamlısı da vardı, Parislisi de, Harbiyelisi de. Ve binbir kültürün, kokusunun sindiği Antakya mutfağına da hakimdi Ali Usta.

Kısacası, yeşil sancağı da görmüştü, siyah beyaz Suriye bayrağını da, lacivert beyaz Fransız bayrağını da ay yıldızı da…

İşte bu yüzden çok kültürlü kimliğiyle ezanı, hazanı, çanıyla, asırlar boyu hükümdarlara ev sahipliği yapan Antakya’nın sembol isimlerinden biri olmuştur Ali Usta! 6-7 yıl önce yaşamını kaybettiğinde Paris’ten de başsağlığı telgrafları alır ailesi, Şam’dan da, Antakya’nın binbir mahallesinden de. Taşları yine pek çok köşede, mekanda anıt gibi duruyor ama. Eskidikçe değeri artan, değeri arttıkça tarih kokusu yayan, insanıyla da iz bırakan Antakya gibi...