Pazar Postası 'Ellere veriyorlar talkını kendileri yutuyorlar salkımı'
Paylaş
'Ellere veriyorlar talkını kendileri yutuyorlar salkımı'

'Ellere veriyorlar talkını kendileri yutuyorlar salkımı'

“Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar” diye pek popüler biz atasözümüz vardır. Haksız sayılmaz... Ama bugünlerde doğru bildiğini söyleyenleri yanlış anlayarak linç etmek modası var ki, atasözümüz bunun yanında çok masum kalıyor hakikaten de...
Erman Toroğlu geçen pazar Star Televizyonu’nda yayınlanan Uyan Türkiye isimli programıma konuk oldu. Ve orada kendince doğru kabul ettiği bir itirafta bulundu...
“Tek eşli değilim” dedi Erman Hoca. Ve ertesi günü deyim yerindeyse kıyamet koptu. Önce magazin manşetlerinde ardından da sosyal medyada...
Durum öyle bir noktaya geldi ki magazin programları ve kadın kuşaklarında Erman Hoca’nın bu itirafına “Dangalaklık” demeye kadar vardı iş...
Anlayacağınız linç kültürü yine devreye girdi ve Erman Toroğlu anlatmak istediğinin değil, söylediğinin kurbanı oldu...
Tüm bu laf salatası içinde Erman Toroğlu’nun çok ses getireceğine inandığım röportajı kaynadı gitti...
Oysa ki son dönemde hakkında en çok konuşulan fenomenlerden biri olarak Erman Toroğlu manşetleri zorlayacak bir sürü yorumda daha bulunmuştu... İşte onları konuşmak ve linç kültürüne meraklı kalabalıkların onun tabiriyle ‘gazını almak’ için yine bir araya geldik. Çok neşeli bir söyleşi çıktı ortaya...

Mesut Yar

myar@posta.com.tr

Hocam vallahi geçmiş olsun. Sanırım bir laf ettim hayatım değişti diye tam olarak bu duruma deniyor...

Vallahi alışığım bu durumlara. Daha önce de oldu. Şimdi de oluyor, bundan sonra da olacak...

Kalbiniz çok kırıldı mı? Bana kızgın mısınız mesela?

Neden kızayım sana? İşini yaptın. Ama işgüzarlar var. Onlarla hesaplaşacağım. Ellere talkını verip kendileri salkımı yutuyorlar...

Anladım çok kızdırmışlar sizi... Haksız mıyım?

Seda Sayan bana “Dangalak” diyor. Üstelik canlı yayında söylüyor bunu. Hem hakaret, hem ceza hem de yayın davası açıyorum. Bir muhabir (gazete ismi vermiyorum) açıp tuhaf sorular soruyor. Cennet Cehennem hesabına getiriyor işi. Ben yanıtını veriyorum ama bunu değil, açıp Amerika’daki oğlumla konuştuklarını yazıyor...

Nasıl yani? Oğlunuzu mu bulmuş taa oralardan?

Girmiş Facebook hesabına, oradan sorguya çekmiş çocuğu. Bu mudur gazetecilik? Benimle bir hesabın varsa gör. Oğlumu niye sokuyorsun topa?

Ayıp etmişler hakikaten. Peki sizde bir geri çekilme, “yanlış anlaşıldım” durumu oluştu mu?

Ben sözümün arkasındayım. Diyorlar ki bana “Boşanmayacak mısın?” Sana ne kardeşim, senin izninle mi evlendim de senin telkininle boşanayım. Ben kâğıt üstünde evliyim. Ama eşimle aramız birkaç yıldır limoni ve ayrı yaşıyoruz...

Hocam ben size ‘Hareminiz var mı?’ diye sormuştum. Sonra da eklemiştim, ‘Tek eşli misiniz?’ diye.

Bu ilk soru biraz güme gitti... Haremim filan yok. Ama insanım, duygularımı tatmin edecek bir kadınla olmam kadar doğal ne olabilir ki? Üstelik bunu kimseyi rencide etmeden yaparsam, kim ne diyebilir?

Ben bir şey demem. Romantiksiniz sanırım...

Biraz. “İnce” diyelim. Daha doğru olur...

“Ornella Muti tarzı kadınlardan hoşlanırım” demiştiniz ama biraz demode olmadı mı?

Yeni nesilden sizi cezbeden birileri var mı? Kadınların hepsi iyidir ve güzeldir. Yeter ki onları anlayacaksın, kendini de doğru anlatacaksın...

Eh siz çoğu zaman yanlış anlaşılıyorsunuz ama... Tam tersini düşünüyorum.

Doğru anlıyorlar ama işlerine gelmiyor. Şimdi mesela ben “Evime çok bağlıyım, eşimi hiç aldatmadım” desem mutlu mu olacak insanlar? İnanacaklar mı buna? Biri çıkıp da beni bir başkasıyla gördüğünde topa tutmayacak mı? Kimsenin eline öyle bir koz vermem, doğru bildiğimi söylerim arkadaş!

Peki bu kadın meselesini kapatalım. Çok mağdur oldunuz bu hafta...

Mağdur olmadım. Kimse mağdur edemez beni. Herkesten benim kadar dürüst olmasını bekleyemem. Birbirini kandırmak, kandırdığını zannetmek daha makul birileri için.

Eh o zaman siz kaşındınız. Son bir hakkımı kullanarak, ilişkilerinizde nasıl biri olduğunuzu bir futbol yorumcusu gibi anlatmanızı isteyeceğim. Hücum oyuncusu musunuz, savunma mı, kaleci mi?

Hep hücum. Yani topu yanlara atacaksın, sonra kenardan orta yapıp kafayı koyacaksın, tamam gol...

Bireysel oynamak kötü değil miydi futbolda?

Tam tersi bireysel oynamak lazım. Top yekûn bastıracaksın, şahsi oynayacaksın, topu kimseye vermeyeceksin...

Vay be. Gece mi oynanıyor maçlar? Gece hayatınız var mı yani?

Gezmeyi severim...

Eh o zaman magazin dünyasından bir takım yapmışsındır hocam...

Yok ya. Şimdi bakıyorum arkadaşlara “aman beni çekmeyin” falan diyorlar. Gidersen bir yerlere armut gibi, çekilmek için gidiyorsun zaten. Sonra da ağlıyorlar, bizi niye çekiyorlar diye. Neden herkesi çekmiyorlar da seni çekiyorlar?

Hazır böyle magazine dalmışken, Nihat Doğan’ı gönderdik Survivor’a. Adadaki kızlar bana emanet diyor. Ne dersin bir yorumcu olarak?

Nihat’ı tanımıyorum ama kediye ciğer emanet etmek gibi bir şey bu. Kaç ay kalacaklar o adada, kaç kişiler? ¦ Kalabalıklar biraz... Allah muvaffak etsin de enteresan işler tabii...

Neyse Hocam. Kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz? Futbol hakemimi mi, yorumcu mu, oyuncu mu, kabzımal mı, hepsi mi?

Çıkışım futbol oyunculuğu elbette. İlk takımım Gençler Birliği, sonra 10 yıl Ankaragücü. Benim hakemliğim kısa sürdü. Genelde futbolculuk üzerine inşa ettim birikimi bugüne kadar...

Kabzımallık devam ediyor mu?

Çoktan bıraktım...

Ama kabzımal maldan anlayana deniyor sanırım. Anlar mısınız maldan?

Hem de iyi anlarım!

Hocam yıllarınızı sebze meyveyle içli dışlı geçirdiğinize göre şimdiki futbolculara meyve isimleri vererek tanımlasak onları biraz...

Alınırlar söyletmezler. Bir gün bir tanesine domuz gibi güçlü demiştim. Aradı “Hocam beni domuza mı benzettin” dedi. Koç gibi demem lazım. Öküz gibi kuvvetli bile diyemem. Pek alınganlar hepsi...

Hakemler ya da yorumcular, onlara bir isim veremez misiniz? Olmaz. Onlar da yanlış anlıyorlar...

Eh o zaman kendinizi tanımlayın...

Kabak oturtması diyelim...

Siz pek alıngan değilsiniz. Hatta şerbetli sayılırsınız. Hakemlik yıllarından filan mı bu hoşgörü?

Malum tribünlerle hakemler arasında tuhaf bir cinsellik söz konusu... Elbette. Ama ben hiç küfür etmedim tribünlere. Bana söylediklerine hep gülümseyerek yanıt verdim. Ama tribünlerde biliyordu ki, benim gülümsemem hakkımda ne düşünüyorsan senin hakkında iki mislini düşünüyorum anlamına geliyordu. Doğal olarak çileden çıkıyorlardı. Adam haklı zaten küfür edecek tabii ki...

Karşılıklı bir yaratıcılık söz konusu. En yaratıcı bulduğun tribün hangisi?

Beşiktaş tribünü. Çarşı diyelim...

Sanırım bir maziniz var o tribünle...

Var tabii. Geçen yıl bir maçta herkese sayıyorlar sırayla. Bizim Lig TV yönetmeni Musa Çözen “Sana bir türlü küfür etmediler, bu sefer es geçecekler” dedi. Meğer beni en sona bırakmışlar. O zamanlar benim meşhur boru reklamı var; “Bu boru başka boru” diye...

Aman Hocam...

Saydırdılar tabii ki, bu hakikaten yaratıcıydı...

Küfür kolay hazmedilir bir şey değil oysa...

Öyle düşünmüyorum. Yani çocuğunu “bilmem neyin evladı” diye seven bir toplumdan bahsediyoruz. Ondan sonra tribüne gelince, “aaa ne kadar ayıp”. İki yüzlülük bana göre...

Takım tutuyor musunuz hocam?

Ankara Gücü’nü tutarım. Hatta Bodrum’daki evime Türk bayrağımın yanına asacağım, yaptırdım. Renklerinden Fenerbahçe anlaşılır diye korkuyorum ama...

Fenerbahçe demişken; bu yıl kim şampiyon olur diye soralım.

Fazla kıran kırana geçiyor. Bana göre Fenerbahçe alır. Trabzon’u severim, ayrı olay. Trabzon olsun isterim hatta. Yani ben üç büyüklerin biraz acı çekip doğru yola girmesini istiyorum. Doğru yolu bulsunlar, çok üzüyorlar taraftarlarını ve Türk futbolunu...

Bu arada Erman Toroğlu nasıl bir futbolcuydu?

Pis!

Aman hocam, pis derken?

Yani şöyle pis. Önce Santrafordum Ankaragücü’nde. Sonradan defans oynadım ve çok dalaşırdım o zaman. Ve hakemlerle dalaşırdım. Şimdiki hakemler zemzem suyuyla yıkanmışlar. Bizim zamanımızda hakemler birkaçı hariç resmen katlederlerdi bizi. Şimdi yine yorumcular, gazeteler filan var o kadar baskı yapamıyorlar. İstanbul’a gelirdin o zamanlar, küfür, tokat, dört kişiyi içeri sokarlar topla beraber gol olur, hakemler kart bile göstermez sus filan derlerdi. Dalaşırdık, atılırdım ben, üç maçta bir atılırdım dışarı...

O zaman ofsayta hakemler düşüyordu yani. Sahi hocam üç yaşında çocuğa anlatır gibi anlatsanız; nedir bu ofsayt?

Haksız rekabeti önleyen bir şey. Yani kaleye uzak olacaksın defansa göre...

Valla çok açıklayıcı oldu. Peki bazen siz program partnerlerinizle birlikte canlandırıyorsunuz pozisyonları. Hiç ofsaytlık bir durum oldu mu?

Hıncal Uluç’la oldu. O zamanlar Kale Arkası’nı yapıyoruz birlikte. Hıncal da hep takılıyor bana “Siz hakemler biraz yumuşak olursunuz” diye. “Ben sana bir gün gösteririm” dedim. Hakikaten de futbolculara şarj yapılıyor böyle arkadan. Topu verdim ayağına, geçtim arkasına, topu vermemek için biraz kalçasını geriye doğru uzattı. Babayı aldım böyle kucağıma. Epey bir uğraştık. Ondan sonra o pozisyonu programın tanıtımlarına koydurdum. Yönetmeni arayıp kaldırtmış. Eh sonra hiç uğraşmadı benle...

Hocam düşmanlığınız da pismiş yani!

Yok vallahi. Kimseye düşman değilim. Kin tutmam. Yanlış yapanın üstünü çizerim sadece!

Eh hiç görüşmeyeceğiniz, konuşmak istemeyeceğiniz kimse yok mu yani?

Sadece eski ortağım var. Onun dışında kimseyle sorunum olmaz, olamaz. Bak Türkiye’deki gay arkadaşlar her yıl altın domates ödülü veriyorlar bana, oradan anla yani. Gidip almayı istiyorum bir gün.

Aman hocam hayırdır, neden veriyorlar ödülü?

Çünkü hormonlu gıda yiyenlerde kimya bozulur diyorum. Cinsiyet de karşı tarafa geçebilir bu durumda, hak veriyorlar, ödül de veriyorlar...

Sen yine de gitme hocam, ne olur ne olmaz. Bu arada bir taraftan da Erman Maranki gibisin. Bazı futbolcular gole gidemiyor bir türlü. Herhangi bir reçete önerin var mı?

Her türlü gole (!) gidecek bir önerim var. Balla polen ve yoğurdu karıştırıp aç karnına içsinler. Bak nasıl açılıyor gol yolları...

Hocam çok feci bir cin kaçmış içinize hakikaten. Erken doğumla dünyaya gelmiş olabilir misiniz?

Yok normal doğumum ben. Belki tersten gelmiş olabilirim. Kafa önden bacak arkadan, o kadar...

Gülüşüyoruz Erman hocayla. Dilinin derdi kendine elbette. Ama şu bir gerçek ki, birlikte geçirdiğim zamandan zevk aldığım az sayıda adamdan biri. Kelimeleri çalımsız kullanıyor. Bu haliyle bile aynı kategoride adı geçen meslektaşlarına çalım atıyor. Bu da demektir ki daha uzun süre hayatımızın yeşil sahalarında laf koşturmaya devam edecek. Ey benim linçi seven kalabalığım; taşlarınızın hepsini bir seferde harcamayın kısacası! Hoşça kalın...

Bu yazı 10 Nisan 2011 tarihli Pazar Postası'ndan alınmıştır

4

Haberin Devamı