Pazar Postası 'Ev hayatına yavaş yavaş alışıyorum...'
Paylaş
'Ev hayatına yavaş yavaş alışıyorum...'

'Ev hayatına yavaş yavaş alışıyorum...'

Gri skinny jean’i, deri ceketi ve mor bootie’leriyle Nişantaşı’ndaki Delicatassen’den içeri girdiğinde ister istemez gözler Hande Ataizi’nin üzerine çevriliyor. Sabahın o saatinde her ne kadar o kendini çok bakımsız bulsa da, doğal ama muhteşem görünüyor... Ve Hande Ataizi için, “O saatte hayatta kalkıp gelemez,” diyen kıskanç hemcinslerini utandırıyor. Aslını isterseniz Hande Ataizi hakkında pek çok şeyi yanlış, ya da eksik biliyoruz. O sadece magazin basınında yer alan bir figür olmanın çok ötesinde... Kabul, pek çok kişiye ‘farklı’ gelebilir ama onu tanıdıkça anlamak, hak vermek ve daha çok sevmek mümkün..

RÖPORTAJ: Pınar Çelikel Şekerleme

Konservatuar döneminde Kenter Tiyatrosu’nda sahneye çıkan; neredeyse 15 yıl önce, daha kariyerinin başındayken Mum Kokulu Kadınlar filmiyle Altın Portakal kazanan bu güzel oyuncu o zamandan sonra televizyona ağırlık verdi. Taa ki geçen aylarda Tiyatro İstanbul’da Noel Covard’ın Özel Hayatlar isimli oyununda sahneye çıkana kadar. “Tiyatroda başka bir gizem var, seyirciyle sizin aranıza başka hiç kimse giremiyor. Bir de müthiş konsantrasyon istiyor. Hiçbir şeyin tekrarı yok, her an hata yapılabilir duygusunun adrenalinini hiçbir şey karşılayamaz.” diyor. Hande Ataizi hafta içi her gün de TNT kanalında Dest- i İzdivaç isimli bir evlilik programını sunuyor. Onun için de “Bu programlarda Türkiye’nin gerçeği var. Bir oyuncu için müthiş bir malzeme. Her kesimden insan ve onların yaşadıkları, toplum içinde kadının pozisyonu, insanların hayattan ve evlilikten beklentileri... Bir çiftçiyle de sohbet ediyorum, kocası tarafından 15 sene şiddete maruz kalmış bir kadınla da. Bu programla şükretmeyi öğrendim. Sevdiğim işi yaptığım ve kimseye muhtaç olmadığım için şükrediyorum. Bir de ilişkilerde çok daha sabırlı olmak gerektiğini fark ettim tabii...” diyor. Evlilik programı sunmak için onu uygun görmeyenler, onu çok snob bulanlara da şunları hatırlatıyor, “Ben de Bursa gibi kapalı bir çevrede doğan, eğitim için İstanbul’a gelen bu ülkenin vatandaşı biriyim. Fransa’da doğup ABD’de eğitimimi tamamlayıp buraya gökten düşmedim ki! Bunlar benim de gerçeklerim.”

Bursa’dan İstanbul’a

Bugün geldiği noktada ailesinin, özellikle de profesör annesinin önemi büyük. Şimdilerde bir üniversitenin dekanı. Annesinin ikinci evliliğinden kendinden 10 yaş küçük bir erkek kardeşi var. Hande Ataizi yıllardır babasını görmemiş. Ve kadının ayaklarının yere basması gerektiği gerçeğini küçük yaşlarda annesine bakarak öğrenmiş. “Herkesin kafasında yanlış bir algı var. Nedense beni sanki çok snob, herkese yukarıdan bakan biri gibi görüyorlar. Ben artılarım ve eksilerimle modern bir Türk kızıyım. İşte bu programla istedim ki herkesle iletişimim olsun” diyor dürüstçe. Hande Ataizi’nin şansı, çok okuyan, eğitimli bir ailenin içinde büyümüş olması. İstanbullu iyi bir ailenin kızı olan, o dönemde Kadıköy Kız Lisesi’nde okuyan anneannesi, Bursalı bir doktor olan dedesiyle evlenince Bursa’ya taşınıyor. Dedesinin Bursa’da kurduğu ilk özel hastanede doğuyor Hande Ataizi de...

Stilinin değişimi...

Hande Ataizi’nin bugün herkesin beğendiği stilinin ilk değişimleri konservatuar yıllarında başlamış. “17 yaşında İstanbul’a ilk geldiğimde, konservatuarda okurken Başak Gürsoy’un mankenlik ajansına kaydolmaya gitmiştim. Üzerimde lacivert kadife, ara boy bir etek, ten rengi çorap, ayağımda da sırf topuklu giymiş olmak için giydiğim ayakkabılar vardı. Bu şıklık anlayışımdı. Şimdi tabii buna gülüyorum,” diyor.

Giyim tarzı karakteriyle doğru orantılı şekillenmiş Hande Ataizi’nin. 20’li yaşlarının başında üç kuruş parasını biriktirip gittiği Paris seyahatlerinde bile ikinci el mağazalardan kırmızı bol pantolonlar, şifon bluzlar alırmış. Saçının önü bir dönem beyaza boyalıymış. Belli ki bunlar oyuncunun o dönemdeki başkaldırısıymış. “Karakterimdeki oturmamışlık yansıyordu tabii giyimime de,” diye yorumluyor o günleri. Sonrasında ise ‘mood’una göre giyinmeyi esas almış. Giyimde belirgin kuralları yok. Hiçbir zaman diğer insanların giydiklerini önemsememiş.

Şapka takmak istiyorsa şapka takıyor, geceye uygun parıltılı bir ayakkabıyı gündüz de giyebiliyor. Yani içindeki anarşisti ancak biraz sadeleştirmiş ve ortaya Hande tarzı çıkmış. “Benim annem de çok zevklidir. Şapka ve sanatla olan ilgisi beni hep büyülemiştir. İlk film galama onun sarı tonlarındaki Chanel ceketini kendime göre yaptırıp giymiştim. Portföylerini hâlâ kullanıyorum. O bir Tods kadınıdır. Ama benim karakterim, mesleğim onunla bir olmadığı için, anneme hiç uymayan avangard bir yanım da var.” diye tanımlıyor bugün stilinin geldiği noktayı. Gezmeyi, giyinmeyi çok sevse de şu sıralar ‘ev’ deyince Hande Ataizi için akan sular duruyor. Dekorasyona da modaya olduğu kadar meraklı. Uzun zamandır hayallerinde olan eve kısa süre önce kavuşmuş. “Yüksek tavanlı bir loft’ta yaşıyorum. Görüntüsü kötü bir apartmanın en üst katında evim. Gelen herkesin şaşırdığı bir ortam yarattım. Duvarlar yerine çelik konstrüksiyonlar ve camlar kullanıldı.

Hiç kimseyi karıştırmadım, ben nasıl istiyorsam öyle oldu. Özellikle bir boşluk hakim evde. Gereksiz bilgileri aklımda tutmadığım gibi, evimde de gereksiz eşyaları sevmem,” diyor. Salonunda bir yemek masası bulunmadığını ekliyor sözlerine. Neden mi yok? “Ben masa başı daveti veren bir tip değilim. Genelde ya tek başınayım ya da iki kişiyim. Kocaman bir yemek masasını laf olsun diye almak istemedim. Bir masa aldım ama onu da çalışma masası olarak kullanıyorum,” diyor.

Nötr renklerin hakim olduğu evde eksik olmayan şeyler çiçekler. Özellikle de sarı laleler... Seyahatler Hande Ataizi’nin hayatında çok önemli bir yer tutuyor. Lavanta zamanında Güney Fransa’da olmak, bir şehri bisikletle dolaşmak hoşuna gidiyor. En son Buenos Aires’i çok sevmiş. Gitmek istediği çok şehir var ama ilk sıralarda Tokyo ve Sidney yer alıyor. Bir de seyahat konusunda kendine bir oyun yaratmış Hande Ataizi: Sevdiği bir şehirde 6 ay yaşama oyunu. İlk durağı New York olmuş, bir sonraki durak Fransa’da bir şehir olabilirmiş. Şimdilik çocuk sahibi olmadığı için bu planları yapabiliyor tabii. Ve samimi bir itiraf geliyor: “Ev kavramı bende yeni yeni oturuyor. Öncesinde eşyalarıma çok bağlanmadım. Geride bırakıp üzüleceğim bir şeylere sahip olmak istemedim. Reddettim ev sahibi olmayı. Şimdi alışıyorum bu fikre.”

Havada aşk kokusu var

Bu düzende bir yıldır birlikte olduğu ABD’li sevgilisi Benjamin Harvey’in de etkisi var. İşi nedeniyle İstanbul’da yaşayan, fit görüntüsü ve giyim stiliyle bir İtalyan’ı andıran sevgilisiyle İstanbul’da tanışmışlar. “Her ne kadar ilişkilerde huzur çok iyi bir şey olmasa da, iyi bir birlikteliğimiz var. Birbirimizi anlamaya çalışıyoruz,” diye anlatıyor. Finans işi yapan sevgilisi, Hande Ataizi’nin işi konusunda da çok anlayışlı. Kimi zaman tüm hafta sonu çalışan oyuncuyu sonuna kadar destekliyor. Onun da gezmeyi çok sevmesi ortak özelliklerinden. Yaz için güzel tatil planları yapmışlar. Çevresinden, “Özellikle mi sevgilin yabancı?” sorusunu sıkça duymaya alışmış ve buna kızmıyor. “Elbette özellikle seçmiyorum. ‘Türk sevgili istemem, ille de yabancı olsun,’ diye bir fikrim yoktu. Öyle denk geldi. Ama diğer yandan iki farklı kültürden insanın bir araya gelmesi ilişkinin enerjisini değiştiriyor,” diyor. Benjamin Harvey, onun aksine sakin ve konuşkan olmayan biri. Birkaç gün önceki kapak çekimlerini kendi kamerasıyla görüntülerken, ara ara sevgilisine şans dilerken, tüm ekibin beğenisini kazanacak kadar da yakışıklı. “Galiba bende olmayanı arıyorum. Ben ne kadar konuşkansam, Benjamin o kadar sakindir. Onun o analiz etmeyi tercih edip çok konuşmaması, benim konuşmam birbirini dengeliyor galiba,” diyor. Hande Ataizi sevgilisi sayesinde İstanbul’u yeniden keşfetmiş. Birlikte bu şehri sokak sokak dolaşıyorlar çünkü. Geçen hafta Balat’ı gezmişler. Kimi zaman Sultanahmet’te bir kafede oturuyorlar... Müzeleri geziyorlar. Sevgilisi dört kez Kapadokya’ya gitmiş, oraları anlata anlata bitiremiyor. Ve Hande Ataizi, Peri Bacaları’na bir kez de birlikte gitmek için planlar yapıyor. Kendini zaman zaman turist gibi hissediyor. Ve bu duyguya da bayılıyor. Belki de insanlar için başka bir sesim. Herkesin duymaya alışık olduğu ya da duymak istediği sıradan tonlar bende yok. Ama bu ülkede yetişmiş biri olarak benim de söyleyeceklerim var.”

Bu yazı 3 Nisan 2011 tarihli Pazar Postası'ndan alınmıştır

3

Haberin Devamı