Pazar Postası Fikret Kuşkan: Şimdikiler oyuncu değil oyuncak
Paylaş
Fikret Kuşkan: Şimdikiler oyuncu değil oyuncak

‘Gizli Yüz’ filminde en iyi oyuncu seçildiği günden beri Türkiye’nin en başarılı oyuncuları arasında anılıyor. Kadınların bayıldığı, ses tonuna güzellemeler yaptığı bir isim Fikret Kuşkan. Şimdi yeni filmi ‘Direniş Karatay’ da Ahi Evran karakteriyle karşımızda. Diyor ki: Bir gerçek oyuncular var bir de oyuncaklar. Oyunculuğun çıraklığı ilk 35 yıldır. Kalfalık sonra başlar.

Oya Çınar
oya.cinar@posta.com.tr
Fotoğraflar: Paşa Güven


Yeni filminiz ‘Direniş Karatay’ 9 Mart’ta izleyiciyle buluşuyor. Nasıl bir film izleyeceğiz?


Henüz ben de izlemedim. Seyirciyle birlikte vizyona girdiğinde izlemeyi tercih ediyorum. Ama yönetmenimiz Selahattin Sancaklı’ya fikrini sorduğumda, iyi bir işçilik çıkarttığımızı ve ortaya makul, derli toplu, sıkıntısını anlatan bir film çıktığı cevabını aldım. Öyle olduğunu umuyor ve hem kendimi hem de tüm ekip arkadaşlarımı şimdiden kutluyorum.



İnsan fırsatı varken kendi filmini önceden görmek istemez mi?

Ben tercih etmiyorum. Öbür türlüsü bana daha sahici geliyor. Seyircide oluşan algı, tepkiler... Salondan çıktıktan sonraki fısıldaşmaları bile filmin niteliğini daha çok ortaya koyuyor bana göre. Bu yüzden oldum olası galaları da sevemedim.

O neden?

Çünkü, “Eşleri dostları ağırlayalım, biraz da eğlenelim” havası oluyor galalarda. Tiyatroda da her zaman oyunu biraz yol aldıktan sonra izlemeyi tercih ederim mesela. Bu durumu yıllarca yapımcılara, yönetmenlere anlatmayı beceremedim. Bu yüzden de gençlik yıllarım boyunca sürekli yanlış anlaşılıp ‘snob’ ve asi oyuncu ilan edildim. Oysa ben asilik olsun diye galalara katılmamazlık etmedim hiçbir zaman. Sadece hissiyatım bunlardı.



Tarihi filmler her zaman polemiklere açık olur. Böyle bir endişeniz var mı?

Şüphesiz var. Tarihi filmler en doğru haliyle yapılmış olsa dahi tartışmalara, polemiklere açık olur. Sadece bizim ülkemize de has değil. Bu tür filmlerin doğasında vardır. Yönetmen algısına göre okumuş olduğu romanın bire bir aynısı çekilmiş olsa bile, “Romanı çok iyiydi, filmi olmamış” diye binlerce serzenişte bulunan kitle ile karşılaşabilir. Ama polemikler ve tartışmalar beni hiç mi hiç ilgilendirmiyor. Çünkü biz hep birlikte 1243 Kösedağ Savaşı’nı, tarihi bir gerçeği biraz da süsleyerek efsane anlatır gibi anlattık. Bu projeye de tüm ekibin kariyerine güvenerek ve iyi bir işçilik ortaya çıkacağına inanarak girdim zaten.

Siz de Ahi Evran gibi önemli bir tarihi karaktere hayat veriyorsunuz...

Ahi Evran bir esnaf ve zanaatkar. Dönemin esnaf ve zanaatkarlar birliğini kurmuş, loncalara ayırmış. Bugünkü adıyla sanayi odalarının, ve esnaf derneklerinin oluşmasını, günümüze kadar gelmesini sağlamış bir şahsiyet. Büyük bir savaşçı ve komutan. Aynı zamanda felsefe, matematik ve dil bilimleri gibi konular üzerine eğitimler almış.

Bağdat’ın ilim irfan yuvası olduğu dönemde yaşamış değil mi?

Evet ve ahilik teşkilatı siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel şekillenmelere de yön vermiş. Ahilik civanmertliğin ve ahlaklı olmanın sözleşmesi. Bu sözleşme de Ahi Evran sayesinde tüm Anadolu’ya yayılmış. Kadının toplumsal hayattaki yeri meselesinde de çok çaba sarf etmiş. Yazdığı eserler Osmanlı tarafından ötelenmiş, görülmemiş olsa da yaşadığı dönemde koymuş olduğu kurallar sağlam temelleriyle bugüne kadar gelmiş.

ATATÜRK’ÜN HAYATI FİLM OLSUN BEN DE OYNAYAYIM


Farklı çalışmalarınız da olmuştur muhakkak. Kılıç kullanmak, at binmek gibi konularda zorluklar yaşadınız mı?

Oyunculuk kendi başına yeterince zor bir iş. Bu yüzden diğer zorluklar oyuncuyu zorlamaz. Zorlaması durumunda da gerçek bir oyuncu bunlardan büyük haz alır ve beslenir. Ben böyle bakıyorum.

Mehmet Aslantuğ’la çalışmak nasıldı?

Mehmet’le uzun yıllar öncesinden arkadaşız ama ilk kez bir araya geldik. Geç oldu ama güzel oldu bence. Çok güçlü bir partner. Mehmet’le çalışmaktan onur duydum. ‘Adam gibi adam’ denir ya. Mehmet karakteri sağlam, araştırmacı ve çok başarılı bir oyuncu.

Atatürk’ün hayatını çekmeyi ve oynamayı çok istediğini söylemişti. Sizin için de geçerli bir hayal mi?

Atatürk’ün hayatını Mehmet çeksin ben de oynayayım. Bak ne güzel bir ikili olur. Ayrıca böyle bir filmin bütçesini ortaya koyacak insanların olduğuna inanıyorum ben.



Hayatın içinde ve bütününde durduğunuz yeri nasıl tarif edersiniz?

Sanat ve yaratıcılıkla uğraşan diğer meslektaşlarım gibi ben de kendimi bir dünya vatandaşı olarak görüyorum. Durduğum yer ise bir ‘haymatlos’un (yurtsuz kimse) yeridir.

“Bütün disiplinlerden geçtim, kendi disiplinimi yarattım” demişsiniz... İçi nelerle dolu?

Disiplinsizlik içinde oluşturduğum bir disiplin anlayışım var. Sistemi, uygulama ve metodları da bana ait. Bunca yıl sadece oyuncu olmak için sarf etmedim. Bu çok kolay olurdu. Tarzımı, üslubumu ve kendi stilimi ortaya koymakla uğraştım. Şimdi en zor olanı başladı. O da bütün bunları koruma altında tutup geliştirebilmek...

TÜRK SİNEMASI 80'Lİ YILLARIN ÇOK GERİSİNDE


Günümüz oyuncuları nasıl?

Bu mesleğin çıraklığı ilk 35 yıldır. Sonrasında kalfalık ve ustalık dönemi gelir. Günümüzde oyunculuk denen meslek artık çalışma, çaba, emek ve acı çekmeden, “Öyle de olur böyle de” diye geçiştirilen paket bir iş haline dönüştü.

Neden sizce?

Valla nasıl oluyor bilmiyorum ama mantar gibi oradan buradan bitiveriyorlar. Elinizi kolunuzu sallasanız oyuncuya çarpıyor. Bu iş paketindeki kişileri ben beşe ayırıyorum. Star, ‘artiz’, oyuncuk, oyuncak, oyuncu. Bir de benim türümden olanlar var ki beni yetiştiren öğretmenlerim, Türkiye’den gelmiş geçmiş, hali hazırda hayatta olan, bu mesleğe gönül vermiş, emek sarf edip acı çekmiş, çok kıymetli, altıncı parmaklar onlar. Oyunculuk mesleğinin işçisidir onlar. İstisnalar, emek veren genç oyuncular tabii ki var ama çoğu böyle maalesef.



Ardı ardına yeni Türk filmleri yapılıyor. Nitelikli buluyor musunuz günümüz Türk sinemasını?

Bir avuç film dışında, 80 ve 90’ların çok gerisinde Türk sineması. Hiçbir şey anlatmayan beş-altı kafa ile süslenmiş afişlerden oluşan filmler furyasını yaşıyoruz bu günlerde. Sinema sektörü canlı gözükebilir belki ama niteliksiz. İçi boş canlılar bunlar. Bu yüzden de Türk sineması ne dünyaya ne de ülkemize bir şey kazandırıyor maalesef.

Siz kendi hikayenizi çekecek misiniz bir gün?

Elbette çok arzu ettiğim bir şey. Kendi hikayelerimi çekebilmek ve yaratıcı sürecimin başlayabilmesi için boş zamanımı satın alabilmek derdinde ve çabasındayım.

BUNCA YIL YANIMDA DURDUĞUNA GÖRE KARIM BENDEN DAHA ZOR VE DELİ


Dışarıdan, ‘cool’ ve mesafeli görünüyorsunuz. İç dünyanızda nasılsınız?

Kendime karşı da mesafeliyim.

Hep kadınlar tarafından terk edilmişsiniz. Zor bir insan mısınız?

Evet oldukça zorum, (gülüyor). Hatta kendime karşı bile zor bir insanım.



Bir kadın için sizinle birlikte olmanın en zor yanı ne olabilir?

Bir kere karşımdaki kadının karakterinin çok sağlam, kişiliğinin çok güçlü olması gerekiyor ki bu insan (Arsevi Özkara) zaten sekiz yıldır yanımda.

O da zorlanıyor mu sizce?

Sanırım o benden de zor ve deli. Benim gibi bir adamla bunca yıl beraber olup ona bebek doğurduğuna göre, (gülüyor).

Duygularınızı nasıl tarif edersiniz?

Karım, eşim, aşım, sevgilim, sırdaşım... Tüm bunların yanında en iyi arkadaşım ve oğlumun annesi.

Kadın-erkek ilişkisinde kırmızı çizginiz neresi?

İdare edilmeye ve yalana tahammülüm olmaz. Aldatmak ve aldatılmak bir ilişkinin içinde affı olacak şeyler değil benim için.



Peki sizce aşk zamanla ölmeye ve boyut değiştirmeye mahkum mu?

Aşkı öldüren de ölen de biz oluyoruz maalesef. Tüketme konusuna gelince, adı üstünde tüketim toplumu oluşumuza, vahşi kapitalizme ve bunun yarattığı sonuçlara bağlıyorum. Saygısızlığa, sevgisizliğe, hiçbir çaba sarf etmeden, emek vermeden elde edip, edilmelere... Bir parmak şıklatması, bir göz kırpmaya ya da telefonda bir tuşa basıp gitmelere... Arsızlığa, hayasızlığa, utanma duygusunu yok saymalara hatta duyguları sıfırlamaya bağlıyorum.

Çocuklarınızla ilişkiniz nasıl?

Her zaman her şekilde yanlarında olmaya gayret ediyorum. Rahmetli annemin dediği gibi, “Her adamdan baba, her kadından da ana olmaz!” Maalesef her taraf iskele babalarıyla dolu.

Haberin Devamı