Alman Film Müzesi ise çok aman aman değildi. Ama ‘yeşil ekran teknolojisi’nin önünde bir filmin içindeymiş gibi hissetmek, Alman film piyasasından “Teneke Trampet” (“Die Blechtrommel”, 1979) gibi belgelerle karşılaşmak, ışık odasında değişik dönemlerin ışık-gölge tekniklerini denemek ve ayrı katlarda sinemanın ilk ve son yıllarının gözlemlenmesini sağlayan perdelerle yüzleşmek keyifliydi.
İkinci katta Skladanowsky ve Lumiere Kardeşler’in kısalarını yılına ve yapılış şekline göre karşılaştırma imkanı çok değerliydi. Açıkçası ‘ilk’ olma konusunda Almanların hakkı yenmiş olabilir. Üçüncü katta ise dört perdeli sistemle aşkın, ağlamanın ve diğer durumların sinema tarihindeki dört hali “Alacakaranlık”a (“Twilight”, 2008) kadar uzanabiliyordu.