Kültür - Sanat Görünüyorum Öyleyse Varım
Paylaş
Görünüyorum Öyleyse Varım

Acun Ilıcalı ‘meşhuriyet çağı’nın vaftizcisidir! Akademisyen- yazar Tayfun Atay yeni kitabı ‘Görünüyorum Öyleyse Varım’ adlı kitabında yaşadığımız çağda ardık düşünerek değil, görünerek var olduğumuza dikkat çekiyor. Atay ile nasıl bir çağda yaşadığımızı yatırdık masaya

Deniz CEM
Fotoğraf: Erdost YILDIRIM


Kitabın ismiyle başlayalım. ‘Görünüyorum Öyleyse Varım’. Yaşadığımız dönemde artık düşünerek değil görünerek mi var oluyoruz?

Antropolojik bakış açısıyla insanlığın gündelik yaşam dönemlerini dönemsel olarak üç aşamada ele almak şeklinde bir önerim var benim. Sözlü kültür, yazılı kültür, görsel kültür. Sözlü kültür daha çok kırsal, geleneksel yaşam biçimini içine alan folk kültürle bağdaşık. Yavaş yavaş batı Avrupa’da karşımıza çıkan ticaret devrimi sonrasında gerçekleşen dönüşümle birlikte 11-12. yüzyıllardan itibaren burjuva kapitalist toplum yapısının şekillendiği şehirlerin önem kazandığı aşama popüler kültür dönemini içerir. O dönem aynı zamanda matbaa makinesinin kitlesel kullanıma açılmasından sonraya denk düşer. Dolayısıyla yazılı kültürle popüler kültür, folk kültürle sözlü kültür ve görsel kültürle de kitle kültürü arasında bir bağdaşıklık ilişkisi kurmaktan yanayım.

Bu çerçevede “görünüyorum o halde varım” işte “düşünüyorum o halde varıma” bir tür nazire aslında. Düşünüyorum o halde varım diyen insan kitabın, okumanın, okumadan duramamanın hayatına yön verdiği bir insandı.

Okumak kültürel hayatın merkezindeydi yani.

Yazılı kültür sadece okur yazar olmak değil okumadan duramamak. Sözlü kültür de öyle, dinlemeden duramamak. Görsel kültürde bunun işte entertainer haline geldiğini görüyoruz, yani yazarın konumunun aşağı indiğini onun yerine görünen figürlerin önem kazandığını görüyoruz. Yani bir tv sunucusu, bir showman, vb., ve bütün bunların buna bağlı olarak görünmeyi de belirleyen unsurları işte gençlik güzellik, göze hoş gelirlik… Bunların aslileştiğini, yazarlık faaliyetinin de bunlara tabi hale geldiğini görüyoruz. Yani bir yazar olabilmek için ya da bir kitap için yıllarca tefekkür üzre hayatı sürdürmüş olmanın artık bir temel kural, gereklilik olduğu noktanın dışına çıkıyoruz.

Hülya Avşar köşe yazarı oluyor, Gülben Ergen köşe yazarı oluyor. Dolayısıyla yazılı kültürün görsel kültüre tabii hale geldiği bir dünyada düşünce üretme de görsel dışavuruma tabi hale geldi. O yüzden “görünüyorum o halde varım’” anlayışı bir mecaz ve kışkırtıcı bir ironi olarak orada kullanılıyor. İstiyorum ki insanlar ‘düşünüyorum o halde varım’ı hatırlasın…

Andy Warhol’un şöhretle ilgili sözü bugün ne anlam ifade ediyor peki sizce?

Andy Warhol’un sözü üzerinden düşündüğümüzde, eğer herkesin 15 dakikalığına meşhur olduğu bir noktaya geliyorsak, zaten artık meşhurluk dediğimiz bir fenomenin kalmadığı bir noktaya geliyoruz demektir. Herkes şöhret oluyorsa şöhret nedir? Ben kendi kitabımda o sözü kendi lisanımca her canlı şöhreti tadacaktır formunda yansıtıyorum. Her canlı ölümü tadacaktır derler ya, mezarlıklarda geçer… Onun da etkisi olsun istiyorum.

Dolayısıyla her canlı şöhreti tadacaksa, herkes bir gün 15 dakikalığına şöhret olacaksa, şöhretin sıradanlaştığı bir dünyanın içindeyiz demektir. Bu şöhretin kalmadığı bir dünyadır. O yüzden de Warhol’un sözüne ironik bir karşılık üretmişler artık, diyorlar ki bir gün herkes 15 dakikalığına bilinmez olacaktır, tanınmaz olacaktır. Yani geldiğimiz böyle bir nokta.


Acun Ilıcalı kitapta bir bölüm olarak var. Onu ‘meşhuriyet çağı’nın idolü olarak tanımlıyorsunuz. Neden önemli Acun Ilıcalı?

Devlet için bürokrasi neyse meşhuriyet çağı dendiğinde Türkiye özelinde Acun odur. Cisimleşmiş, görünürlük kazanan, ete kemiğe bürünmüş halidir. Önce meşhuriyet çağından söz edelim, onu niye kullanıyorum…

İlk yazılarımda var zaten, öyle ya da böyle bakıyorsun kimse üniversitede jeoloji profesörü olmakla, deprem uzmanı olmakla yetinmiyor. Yani görünürlük, görünmenin bir yaşam koşulu haline geldiği noktada insanlara meslek sahibi olmak yetmiyor, bir de meşhur olmak gerekiyor.

Acun’a bakalım… Acun neyi temsil ediyor? Acun, görsel kültür ikliminde yükselmenin, servetin, varlığın ve mutluluğun resmi. Dolayısıyla Acun’un yükselişi çok karakteristiktir bizim için. Çünkü Acun 2000’lerin başında yükselişe geçmeye başladı. Türkiye’nin böylesi bir görsel kültür iklimine tam olarak uyum sağladığı, geçiş yaptığı dönem 2000’ler başıdır.

Neye tekabül ediyor 2000’lerin başı?

2000’lerin başında biz reality yarışmalarında herkesin yükselmek için birbirini yediğini gördük. Evliliğin geleneksel toplumda her bakımdan kutsallaştırıldığı ama aynı anda dedikodu mekanizmalarının bol bol yer aldığı bir kurumsal durum olarak evlilik programları başladı ve bunlarda da sıradan insanı artık ekranın içinde görmeye başladık. Acun bu süreçte neredeydi? ‘Firarda’ programını yapıyordu, dünyanın her tarafındaki sahillerde. O süreçte bu tür programların bir kısmını yapan şirketle anlaştı,

Türkiye temsilciliğini üstlendi ve 7-8 yıl yıl içerisinde büyük bir serveti elde edebildiğini gördük. Acun’u eşsizleştiren bir yetenek altyapısı var tabii. Nereden biliyoruz, yine kitapta geçiyor, Orhan Boran ve Halit Kıvanç bir dönemin talkshow üstatları yine kendi pratiklerini sürecek aday kişiler sorulduğunda Acun Ilıcalı olduğunu söylediler. Acun Ilıcalı, konuşması havası çok etkileyici dolayısıyla onda bu kimyayı görüyoruz diyorlar ama Acun onların hiç düşünemeyeceği yerlere gitti ve sonuçta bir medya patronu haline geldi.

Acun Ilıcalı’nın medya patronu, rol modeli, gelecek rüyası, Amerikan rüyası neyse ona benzer bir Türkiye rüyasının gerçekleşmiş figürü haline gelmesi elbette görsel kültür Türkiye’sinin idolü yapıyor onu. Aynı zamanda da vaftizcisi…


Görünüyorum Öyleyse Varım
Tayfun Atay
Can Yayınları
304 sayfa

Haberin Devamı