Yaşam Güzel sesli matmazeller aranıyor

Güzel sesli matmazeller aranıyor

Paylaş
Güzel sesli matmazeller aranıyor

İstanbul'da telefonlar otomatikleşene kadar şehiriçi görüşmeler 'matmazel' adı verilen operatristler aracılığıyla yapılırdı

Bu görevlilerin güzel sesli olması, İstanbul Türkçesi’yle konuşması ayrıca Fransızca’yı iyi bilmesi şarttı. Matmazeller önceleri sadece azınlıklardan seçilirken Kadınlar Dünyası dergisinin etkili yayınıyla Müslüman Türk kadınları da işe alındı. Atlas Tarih Dergisi’nden Ertan Ünal ekim-kasım sayısında güzel sesli matmazelleri anlattı...

Graham Bell’in asrın harika buluşu olarak nitelendirilen icadının 1878 Paris sergisinde tanıtımından 3 yıl sonra İstanbul’da ilk telefon hatları çekilmiş bulunuyordu. Telefon cihazının ilk örneklerinin Beyoğlu’ndaki yabancı firmalara ait mağazalarda satışa sunulması özellikle Levantenler, tüccarlar ve halk arasında bu icada duyulan ilgiyi arttırmış, edinmek isteyenler çoğalmıştı. Ancak 16 Ağustos 1886 günü saraydan gelen bir emirle telefon kullanımı yasaklandı.

Sultan ll. Abdülhamid’e ve yakın çevresine göre “Telefon gizli kapaklı işler görülmesine elverişli bir icattı. Saltanatı yıkmak ya da suikast yapmak isteyenler bu icattan yararlanıp bir araya gelebilir, planlarını gerçekleştirebilirdi.” Aynı düşünceler telgraf hatları için de geçerliydi. Yeni Cami’den Tünelin üst başına kadar yer altından uzanan telgraf hatları bile ‘Hatlar gizli olmayacak’ emriyle topraktan çıkarılıp havai hatta dönüştürülmüştü. Abdülhamit’in emriyle mevcut hatlardan Galata-Kilyos hattı dışındakiler söküldü. Ülkeye telefon ve telefon araç gereç ithali de yasaklandı. Telefon yasağı 1908’de ll. Meşrutiyet’in ilanına kadar sürdü. Bu süre içinde dünyada telefon kullanımı yaygınlaşmıştı. Ama koca bir imparatorluğun başkentinde telefonun adı bile edilemiyordu.

İlk telefon memureleri

Şirket santrallarda Avrupa ülkelerinde olduğu gibi memurelerin bugünkü deyimiyle operatristlerin çalışması uygun görülmüş, bu amaçla azınlıklara mensup kadınlar ve Türkiye’de yaşayan yabancılar işe alınmıştı. Müslüman kadınlara ise iş olanağı sağlanmıyordu. İşe alınan kişilerin yeterli olmaması kimilerinin abonelere kaba davranışı sonucu işten çıkarılması üzerine şirket gazetelere ilen vererek eleman arandığını duyurdu. Bu ilan üzerine Bedra Osman ve arkadaşları telefon memuresi olarak çalışabilmek amacıyla şirkete başvurdular. Bedra Osman İstanbul’un saygın ve varlıklı ailelerinden birine mensuptu. Çalışıp para kazanmaya muhtaç değildi.

Bu girişimin Müslüman Türk kadınlarının iş hayatına girmesini sağlamak amacıyla çalışan Müdafaa-i Hukuk-ı Nisvan Cemiyeti’nin bir üyesi olarak yapıyordu. Ancak Bedra Osman ve arkadaşlarını telefon şirketinde tatsız bir sürpriz bekliyordu. Dilekçelerini ilettikleri memur onlara kaba davranmış, Müslüman Türk kadınlarını çalıştırmadıklarını belirterek “Telefon başında İslam hanımları elverişli iş göremez” deyip geri çevirmiş, bu arada hakaretamiz sözler söylemişti.

Bedra Osman, bu davranış üzerine başından geçenleri ‘Kadınlar Dünyası’ dergisinde ayrıntılı olarak bildirdi. Kadınlar Dünyası’nın yaptığı yayınlar halk arasında tepkiye yol açınca telefon şirketinin bir görevlisi dergiye gelip şirketi adına özür diledi ve bir de müjde verdi: Şirket Müslüman Türk kadınlarını da işe almaya karar vermişti ve derginin bu konudaki aracılığını rica ediyordu. Ancak bunun da bir şartı vardı. Başvuran adaylar öncelikle Fransızca olmak üzere güzel sesten İstanbul Türkçesi’ne kadar bir dizi sınava tabi tutulacaktı.

Bedia Muvahhit de başvurdu

Başvuru sahipleri arasında Fransız Kız Lisesi’nde (Notre Dam de Sion) okuyan öğrenciler de vardı. Bunlardan biri de ileride Türk tiyatrosunun en büyük ismi unvanını kazanacak olan Bedia Şekip (Muvahhit) Hanım’dı. Adaylar önce ‘güzel ses’ sınavına girdiler. Telefon sahiplerinin kulak sağlıklarını düşünen şirket yetkilileri işe alınacak kişilerin bülbül kadar olmasa bile yine de güzel bir sese sahip olmalarını istiyordu. Daha sonra Türkçelerinin yeterli olup olmadığı üzerinde duruldu.

Adayların İstanbul Türkçesi ve İstanbul şivesiyle konuşabilmeleri şarttı. Bu sınavı da başarı ile atlatanlar bu kez Fransızca sınavına giriyordu. Levantenler ve azınlıkların taleplerini yerine getirmek için iyi Fransızca konuşmak gerekiyordu. İlk başvuran adayların çoğu Notre Dame de Sion Lisesi’nde okudukları için bu sorun olmadı. Adayların mükemmel bir görme ve duyma yeteneğine sahip olup olmadıkları da doktorlar tarafından kontrol edildi. Ve bütün bu sınavlardan başarıyla geçen 7 aday, memureliğe kabul edilip kursa tabi tutuldular. Başvuran 200 Müslüman kadından sadece yedisi ile alınmıştı.

“Türk kadınının iş hayatındaki zaferi” olarak nitelenen bu olay kadınlar arasında sevinç yarattı. Bu öncüler, Bedra Osman, Nezihe Mustafa, Semiha Hikmet, Vefika Mustafa, Mediha Enver, Hamiyet Derviş (ünlü romancı Suat Derviş’in kardeşi) ve Bedia Şekip (Muvahhit) hanımlardı... Ama bu işe alınan kadınlara, azınlıklara mensup memurelere ödenen ücretten az aylık ödenmesi de yine şirketin izlediği yanlı politikanın bir belirtisiydi.

Şirket yönetmeliğine göre çalışma süresi haftada 48 saatti. Geceleri ve hafta sonları da nöbet tutulacak, gece nöbetinden santralde kalmak istemeyenler özel bir görevliyle evlerine götürülecekti. Yıllık izin ise ilk iki yıl için 9 gün olarak saptanmıştı. Bu arada telefonlar bu alandaki gelişmeye paralel olarak çeşitlendi. Ahizesi ve kulaklığı ayrı olanlar, bir arada olanlar, çift zemberekliler, tek zemberekliler.

Matmazeller aileden biri olmuştu

Dedelerimiz bu telefonlarla nasıl konuşmuşlardı? Bunu da İstanbul’da sosyal yaşam üzerine yazdığı eserlerle tanınan merhum Eser Tutel’in çocukluk anılarından okuyalım: “Diyelim ki Anadoluhisarı ile görüşeceksiniz. Telefonu kaldırır, önce 3’ü, sonra 8’i çevirir, beklemeye geçerdiniz. 38 Kandilli santralinin kod numarasıydı. Derken bir takım tıkırtılar duyulur, santral memuresinin hattı açtığı anlaşılırdı. O anda da kızcağızın sesi beyninizde çınlayıverirdi: “24’ü rica ediyorum” derdiniz. Aslında abone numarasını söylemenize de gerek yoktu ya... Demeseniz bile memure hanım 24’ün amcam Saim Bey’in evi olduğunu çok iyi bilirdi.” “Matmazeller” kimi telefon aboneleri için merak konusuydu.

Yüzü görünmeyen, ancak tatlı sesi duyulan bu gizemli insan acaba nasıl biriydi? Genç mi, yaşlı mı, güzel mi sorularına kendilerine göre cevap ararlar, düşler kurarlardı. Çapkın geçinenler biraz samimiyet kurmaya kalkışsalar hemen red cevabı alırlardı. Çünkü matmazellerin iş kurallarına göre abonelerle samimiyet kurmaları şiddetle yasaklanmıştı. Bunun yanı sıra telefonları dinlemek, üçüncü bir şahsa anlatmak da ‘kovulma’ ve ‘yasal soruşturma’ nedeni oluyordu. Zamanla -1931’e kadar- matmazellerle telefon sahipleri arasında gizli ve görünmez bir bağ oluşacak, matmazeller evlenip çoluk çocuğa karıştıkları yaşlandıkları halde İstanbullular, onları gene bu sıfatla çağırmaya devam edecekler, telefonlar otomatik hale gelince görevlerine son verildiğinden eksiklikleri çok hissedilecekti.

Sonra bizi çok ararsınız

1931 yılının ekim ayı yaklaşırken gazetelerde yer alan haberler telefon aboneleri arasında sevince yol açtı. Telefonlar ‘kademeli’ olarak otomatik hale getiriliyordu. Ve artık aracıya gerek kalmamıştı. Bu durum sevincinin yanı sıra, her telefonu açışta matmazellerin sesini duymaya alışmış olanlar arasında burukluk da yarattı. Ama asıl burukluğu ve gelecek korkusunu yaşayanlar da memurelerdi. Çünkü telefonlar otomatik hale gelince çoğunun görevine son verilecekti. Bu yüzden sesleri neşesiz çıkıyor, kara kara ne yapacaklarını düşünüyorlardı. Cumhuriyet Gazetesi’nin 16 Eylül 1931 tarihli sayısının “Hem nalına hem mıhına” köşesinde “Sonra çok ararsınız” başlığı altında şu yazı yer alıyordu:

“Dün bir telefon numarasını biraz isticalle (acele) arıyordum. Santral geç cevap verdi. Biraz çıkıştım. Tatlı fakat melul (mahzun) bir kadın sesi:

- Sonra bizi çok ararsınız, dedi.

- Neden arayacakmışız sizi?

- Gelecek hafta telefonlar otomatik oluyor da ondan.

Gerçekten telefonların otomatik olmak üzere olduğunu unutmuştum. Otomatik telefon tatlı fakat melul sesin dediği gibi telefon memurelerini aratacak mı bilmem. Fakat telefonu açar açmaz işitmeye alıştığımız kadın sesinden herhalde mahrum kalacağız ve işin fenası, olmayacak diyorlar ama şayet telefonda bir bozukluk ve taahhur (gecikme) filan olursa azarlayıp, hiddetimizi teskin edecek (yatıştıracak) kimse bulamayacağız.” Yıllarca gece demeden, gündüz demeden çalışan ve İstanbullular’ın telefonla haberleşmesini sağlayan matmazeller ise gözden düşmüş bir sevgilinin burukluğu içinde sessizce İstanbullular’ın yaşamından çekip gittiler. Bu gidişle ne bir uğurlayanları oldu, ne de bundan sonra ne yapacaksınız diye soranları... Artık anılarda, giderek zamanın soldurduğu fotoğraflarda yaşayacak zamanla unutulacaklardı.

(20.11.2011 Pazar Postası'ndan alınmıştır.)

2

Haberin Devamı