Yaşam Herkesin alabilmesi için tasarlıyor...

Herkesin alabilmesi için tasarlıyor...

Paylaş
Herkesin alabilmesi için tasarlıyor...

Bige Ökten, New York'un zengin partilerinden sonra GAP kadını için çalışıyor


Sizin hikayeniz nasıl başlıyor?

Benim hikayem New York’a gitmemle başlıyor. New York’ta Parsons School of Design’ın moda tasarımı bölümünü bitirdim. Ama bitirdiğim gün moda tasarımının bana göre olmadığını anladım ve moda tasarımı yapmadım.

Neden size göre değildi?

Çünkü moda tasarımı sanatla iç içe hissettiğim bir şeydi. Oysa bundan 20- 25 sene evvel burada o işi yapsaydım, herhangi bir tekstil fabrikasında alelade bir stilist olarak çalışacaktım. O da beni tatmin etmeyecekti.

Peki ne yaptınız?

Vitrin, mağaza dizaynı kursu alıp o işi yapmaya başladım. O zaman evliydim, New York’un en ünlü caddelerinden Lexington’da bir dükkan açtım.

Ne dükkanı?

Ev aksesuarı ve mobilya ürünleri satıyordum. New Jersey’de bir atölye açtık; orada ev mobilyaları ve lambalar yapmaya başladık. İş çok büyüdü, ikinci dükkanı açtım.

O neredeydi?

Soho’ya yakındı. O daha çok pop art’tı. Biraz kıyafet, kendi yaptığım şallar ve çantalar da koydum. Yazmalardan kocaman yer yastıkları yaptım.
Sonra New York’un ünlü mağazalarından Bloomingdales ve ABC Carpet benden mal almaya başladı. Bu macera 10 sene sürdü. Bu arada başka işler de yapıyordum.

Özellikle Lexington’daki mağazam çok zengin muhitteydi. Müşteriler de Park Avenue ve Fifth Avenue’da yaşayan çok zengin insanlardı.
Partisi ya da yemekleri olduğu vakit beni çağırırlar, sofra düzenini hazırlar, mumlarını, çiçeklerini yerleştirir ya da bahçeye aydınlatmalar yapardım. Ve talep onlardan geldi biliyor musunuz?

Nasıl geldi?

Kendiliğinden oluştu. Mesela “Akşam partim var, nasıl mum koyayım, vazoya ne koyayım?” diye sormaya başladılar önce. Dükkandan bowl’ların içine su koyuyor, “İçinde mumlar yüzdürelim” diyordum. Hem dükkandan mal satıyordum, hem de bedava fikir. Sonra bu işi ücretli yapmaya başladım.

New York’ta ev partileri meşhurdur. Neler yaşadınız o partilerde?

Çok meşhurdur evet. Mesela Fifth Avenue’de müthiş zengin bir ailenin bahçe partisini hazırlamıştım. Zengin aile bu partiyi hayvansevenler derneği gibi bir derneğin yöneticileri şerefine veriyordu.
Bahçede kocaman bir masa hazırlandı. Masanın ortasını ahşap hayvan figürleriyle kapladık. Her hayvan vardı. Mumlarla giriş yaptık, bahçeyi Türk işi fenerlerle aydınlattık. Orada çok önemli böyle partiler.

Sizi çok şaşırtan durumlar oluyor muydu?

Çok önemli bir sanat simsarı kadının partisi vardı. Parti 8 kişilikti. Ama New York’ta zengin kesimde 8 kişilik yemek partisi için nasıl hazırlanılır bilemezsiniz.
Kadın tuvalete giderken misafir önünden geçecek diye yatak odasını süslemek için ayrı tasarımcı bile getirmiş. O tasarımcı yatak odasını yaparken ben salonda masayı hazırlıyorum.
Bir yandan kuaförü geliyor, saçı evde yapılıyor. Kuyumcusu geliyor, bütün takıları gösteriyor, onlardan biri akşam takacağı takı olarak seçiliyor. 8 kişiye yemek partisi veriyor ama davetliler New York’un en önemli koleksiyonerleri. 8 kişi için harcanan para ve efor inanılmazdı.

Ne kadar para mesela?

Çok para harcanıyordu. Sadece ben, dükkandan aldığı malzemeler de dahil 2 saatte 2500 dolar yapmıştım. Bir muma 1000 dolar bile verebiliyorlar.

Muma 1000 dolar mı?

Mum çok güzel bir şeydir. Ama akıp giden bir şey olduğu için Türkiye’de çok büyük paralar verilmez, paran sokağa akacak diye düşünülür. Ama New Yorklu zengin, bir muma evet 1000 dolar bile verir.
Onun eriyip gitmesi önemli değil onlar için, o anın ambiyansı ve güzelliği önemli. Benim dükkanımda en çok satan üründü mum.

1000 dolara mum sattınız mı?

Benim mumlarımın en ucuzu 25 dolardı. Hep onu derim, New York’ta bin dolara bir mum satarsın ama Türkiye’de 1 liraya ancak satarsın.

New York macerası nasıl bitti?

Çok yoğun çalışıyordum. Bir omurilik rahatsızlığı geçirdim. İki kez ameliyat oldum. Yoğun çalışmam mümkün değildi, dükkanları ve atölyeyi kapattım. Artık Türkiye’ye dönme zamanı geliyordu benim için.
Dükkanları kapatınca museum managment okumaya başladım. 15 sene New York maceramdan sonra İstanbul’a, İstanbul Modern Sanat Müzesi ile giriş yaptım.

İstanbul Modern maceranız nasıl başladı?

Bir haftalığına buraya gelmiştim, bir partide ortada “Ben artık Türkiye’ye dönmek istiyorum, dükkanları kapattım” dedim. Eczacıbaşı’nda çalışan birisi ertesi gün Oya Eczacıbaşı’ndan benim için randevu aldı.
Gittim, Oya Hanım 5 dakika içinde beni işe aldı. New York’taki eşyalarımı almak, evi kapatmak için bir hafta izin istedim. Bir hafta sonra İstanbul Modern Mağazalar Tasarım Müdürü olarak başladım.
Mağazalardaki konsepti ve ürün yelpazesini oturttum. Müze mağazasını dünyadaki örnekleri gibi başka noktalarda, Konyon’da, Point Otel’de açtık. İstanbul Modern, müze mağazacılığı anlamında bu alana ilk adımı attı. 4 sene sonra orada misyonumu doldurduğumu düşündüm ve bir ay önce ayrıldım.

New York’tan Güneydoğu’ya hayat nasıl kaydı?

Birleşmiş Milletler’le ortak yürütülen GAP Kadınını Kalkındırma Projesi kapsamında Güneydoğu’da Mardin, Urfa gibi kentlerde kurulan ÇATOM (Çok Amaçlı Toplum Merkezleri) var.
Bu merkezlerde kurulan atölyelerde, bölge kadınları üretim yapıyor, aile bütçelerine katkıda bulunuyor. Her atölyede 20- 30 kadın çalışıyor.
Bu çerçevede biz bazı tasarımcılar olarak Güneydoğu’daki atölyelere gönüllü olarak gidiyor, oradaki kadınların üretimine tasarımımızla yön veriyoruz.
Bu tasarımcılardan biri de benim.

Neler yapılıyor orada?

Bu kadınlar daha çok tığ işleri, el işleri, dikiş, kumaş boyama yapıyor. Biz onlara yol gösterip yeni tasarımlar ortaya çıkarıyoruz. Taksim’de mayısta el işleri fuarı düzenleyecekler ve birlikte ürettiklerimizi orada satacaklar.
Şu anda ben de kendi line’ımı kuruyorum. Yaz için kumaş ve tığ işi çantalar tasarladım, GAP’taki kadınlara yararı olsun diye kendi line’ım için tasarladığım ürünler de orada yapılıyor.
Onlara ayrı bir kazanç olacak. O zaman reklamı olmamıştı ama ben GAP kadınlarının yaptığı ürünleri İstanbul Modern Sanat Müzesi’nde de satmıştım.

GAP kadınları ile nasıl bir ilişki kurdunuz?

Bir senedir sürekli gidiyorum. Bana arkadaşlarım “Sen batıdan doğuya açıldın” diyorlar. Doğu zaten bir tasarımcının gitmesi gereken yer. Mezopotamya’nın rengi, dokusu o kadar etkileyici ki.
Yaşam o kadar farklı ki. Oradaki kadınların bizim aklımıza gelmeyecek dertleri var. Dertleri acı gerçekler. Dövülenler mi istersiniz, parasızlık çekenler ve bu yüzden dayak yiyenler mi?
Bu dertlerini paylaşıyorsunuz. Ev yemekleri yapıp getiriyorlar, sizinle paylaşıyorlar. Arkadaşlık yapıyorsun. En önemlisi de bu.

Gerçekten arkadaş oldunuz mu?

Gerçekten arkadaş oldum. O kadınlarla birlikte bambaşka biri oluyorum. Buradaki insanların takmış olduğu maskeler var; ama oradaki insanlarda hiç maske yok. Doğallık var. Onlar bana çok değerli bir şey kazandırdılar: Maskesiz olmayı.

GAP kadınları bu projeler sonucu maddi ve sosyal açıdan durumunu iyileştirdi mi?

Çok insan var. Her seferinde gittiğim zaman o değişimi görüyorum. Çok içine kapanık bir kadın 4 ay sonra kendine güvenen bir kadın olmuş. Sabahtan akşama kadar herkes oraya koşarak gidiyor.

Sizin line’ınızda yer alan ürünlerin özelliği ne?

İlk defa ‘Bige Ökten’ markası olarak ortaya çıkacağım. Daha çok alınabilir ve kullanılabilir ürünler yapıyorum. Kullanılabilir, sevimli, natürel malzemelerden yapılmış çantalar var.
Bütün çantalardaki desenler el boyaması. Çok fonksiyonlu çantalar bunlar. Dilerseniz küçülüyor, dilerseniz büyüyor. Ben moda tasarımı yapmıyorum, ürün tasarımı yapıyorum. Fonksiyonel masalar, tepsiler de yapıyorum. Hareket eden puflar yapıyorum, üzerine tepsi koyuyorsunuz, içine ıvır zıvırınızı doldurabilirsiniz.
Bir de kırtasiye ürünleri, kalem kutuları, cetveller. Mandalları süslüyorum, aksesuar yapıyorum. Her şeye takabilirsiniz, mesela çantalara, bluzlara koyabilirsiniz, kıskaç ya da kitap ayracı olarak kullanabilirsiniz. Zanaatten sanata giden bir yol bu aslında. Ne modadan uzak, ne modanın içinde; ortada bir yerde buluşuyor.

Nerede satacaksınız ürünlerinizi?

İlk olarak mayıs sonundaki Galatamoda’da, hemen ardından Bebek Şenliği’nde satacağım. Yakında Cihangir’de bir dükkan planı da var.

Ürünlerin fiyatları ne?

Beğendiği bir şeyi herkesin alabilmesi lazım, sadece zenginlerin değil. Ürünlerimin hepsi el işçiliği olduğu için fiyatlarının daha yüksek olması gerekiyor ama ben çok dengede tuttum.
Katlanabilir çanta 20 liradan satılacak. Masa 375 lira. Mandallar 7.5 lira. Ayrıca bunlar “ucuz mal, kullan at, modası geçti at” şeyler değil. Sağlam, dayanıklı, modası geçmeyecek ürünler. Hep bu şekilde gitmek istiyorum..

RÖPORTAJ: SERAL CUMALI
scumali@posta.com.tr

5

Haberin Devamı