Siyaset 'Hırsızlar'
Paylaş
'Hırsızlar'

Adnan Menderes, daha Yassıada mahkemeleri başlamadan kimi zaman ada kumandanı Tarık Güryay tarafından kimi zaman da aynı yolda yürüdüğü arkadaşları tarafından çoktan mahkum edilmişti...

Hazırlayan: BERİVAN TAPAN

berivan.tapan@posta.com.tr

Darbe 1’inci ayını doldururken ‘Cemal Gürsel Kupası’ adında İstanbul takımlarının katıldığı bir futbol turnuvası düzenlendi. Şimdiki İnönü Stadı olan Mithatpaşa Stadı’nda 3 Temmuz 1960 Pazar günü yapılan final maçı, Fenerbahçe’nin Galatasaray’a karşı 1–0 galibiyeti ile sonuçlandı. Maçı tribünde izleyenler arasında Devlet Başkanı Cemal Gürsel de vardı.

Tribünleri dolduranlar Cemal Gürsel’i alkış yağmuruna tutmuş, oy verdikleri eski başbakanları Menderes’i çoktan unutmuşlardı. Aynı günün sabahı Menderes, Yassıada komutanı Tarık Güryay ile konuşmak istediğini iletmiş, ancak Güryay, öncekiler gibi bu görüşmeyi de ertelemişti. Menderes’in kendisine yakın bulduğu Yüzbaşı Kazım Çakır, görüşme isteğini ne zaman Kumandana açacak olsa ters bir tavırla karşılaşıyordu. Menderes, neden bu kadar ısrarla ada komutanıyla görüşmek istiyordu ki? Yüzbaşı Kazım Çakır’a göre bunun birden fazla nedeni vardı:

3 Temmuz 1960

“Saat 12.20’de kumandan Tarık Güryay, ‘10 dakikalığına Adnan Menderes’i getirin’ dedi. Sabah saat 09.00’dan beri Menderes, ‘Kumandan ile bir görüşeyim müsaade edin’ diyordu. Menderes’in kumandan ile görüşmek isteyişinin nedenleri;

1. Kendisine sorulan ancak sonradan anımsadığı bilgileri kumandana anlatmak.

2. 183 adım gitmek 183 adım gelmek.

3. Yolda konuşma serbestliğini elde etmek ve arkadaşlarını görmek için bulunduğu tek kişilik odadan çıkabilmek.

Yokuşta dinlene dinlene çıktı. Düz yolda sağa-sola yalpalayarak yürüyor, inişte ileri doğru düşecekmiş gibiydi. Kumandana Menderes’i getirdiğimi haber verince bana ‘Biraz daha çabuk getiremez miydin? Etrafı iyi seyrettirdin’ dedi. Cevap vermedim. Daha çabuk getiremezdim, zaten yürüyemiyordu, ayakları dolaşıyordu.”

İNTİHARLAR ZİNCİRİ

30 Mayıs 1960’ta İçişleri Bakanı Namık Gedik, adaya getirilmeden önce tutuldukları Harp Okulu’nun penceresinden atlayıp intihar etmiş ama o sırada odada bulunan Etem Menderes olaya dair ‘hiçbir şey hatırlamadığını’ söylemişti. Darbenin ardından bu intiharla başlayan zincirin ikinci halkası Konya Valisi Cemil Keleşoğlu oldu. 14 Temmuz 1960 günü tuvaletin tenha saatlerinde jiletle iki bileğini kesen Keleşoğlu, kanlar içinde ölmüş halde bulundu. Uzun boylu, açık buğday tenli, iri siyah gözlü bir adam olan Keleşoğlu, darbenin Menderes’in Konya ziyareti sırasında yapılmasından ve o ilin valisinin kendisi olmasından dolayı kesinlikle mahkum olacağına inanıyordu.

‘Mahkum olursam emekli aylığım kesilir ve ailem aç kalır’ diye düşünen Keleşoğlu, iyice ümitsizliğe kapılmış, masum olduğunun anlaşılmasının imkansız olduğuna inanmıştı. Keleşoğlu, mahkemeler daha başlamadan yani mahkum olmadan intihar ederse maaşının ailesine verileceğini düşünmüş ve tek çıkış yolunun intihar etmek olduğuna karar vermişti. İntiharının bir nedeninin ise adadaki bir teğmenin herkesin gözü önünde onu dövmesi olduğu da sonradan çok konuşuldu.

Adada bunlar yaşanırken Milli Birlik Komitesi de (MBK) yeni düzen kurmaya çalışıyordu. MBK’nın iki üyesi arasında geçen ‘ezan Arapça mı Türkçe mi okunsun’ tartışması o günlere damgasını vuruyordu. Menderes için o günlerde en önemli şey Yarbay Tarık Güryay ile görüşebilmekti. Yüzbaşı da bu görüşme gerçekleşsin diye Güryay’a Menderes’in ‘bitkin’ ve ‘perişan’ halinden söz ediyordu sürekli.

26 Temmuz 1960

“Adnan Bey, yarbay ile görüşebilmek için çok yalvardı. Ben de yarbaya söyledim. Çok bitkin olduğunu da ilave ettim. ‘Peki’ dedi. Yarım saat sonra geldi. Menderes’in arkasını sıvazlayarak ‘Maşallah aslan gibisin’ dediğinde Menderes acı acı güldü. Yarbay ‘Ben seni çağıracağım. O zaman görüşürüz’ dedi ve ayrıldı.”

‘İKİ AYDA ASKERLİĞİ UNUTTUK’

31 Temmuz 1960

“Menderes, saçlarını çok seviyor, saç tıraşında berbere, ‘Fazla kesme, bitmedi mi daha?’ diye soruyor, ara sıra eliyle kontrol ederek az kestirmeye çalışıyordu. Berber, ‘Saçlarınız çok uzadı. Biraz kısaltırsanız iyi olur. 2 aydır saç tıraşı olmadınız’ deyince rengi attı. Bu iki ay bize çok zor geldi. Buradan hasta olmadan kurtulabilirsek iyi. Ayrılmak için bir dilekçe verelim diyoruz. Onu da beceremiyoruz. Kumandan Tarık Güryay asabımızı iyice bozuyor. Ben daha sert ve haşin olmalıymışım. Kumandan basit bir şeyden dolayı boş yere bağırıyor. İki ayda askerliği unuttuk…”

KARAYILAN BASTONLU GÜRYAY

Ada kumandanı Tarık Güryay, yalnızca askerlere değil adadaki tutuklulara da sert çıkışlarda bulunuyordu. Uzun boylu, gür saçlı, çekik gözlü, iri yarı ve Alpaslan Türkeş’in “Aradığım kafa tipi” dediği Tarık Güryay’ın elinde karayılan resimli bastonu varsa onunla göz temasından kaçınmak gerekiyordu. Bu, o gün çok sinirli olduğu anlamına geliyordu. ‘Bismillahirrahmanirrahim’ yazan diğer bastonu elindeyse o gün iyi gününde demekti. Tarık Güryay’ın elindeki bastonlar gibi değişken günleri oluyordu.

Adadaki askerler de diğer tutuklular gibi bir nevi tutukluluk yaşıyorlardı. Bu kişilerden biri de Yassıada’nın telefon biriminde görevli Çavuş Mehmet Kabak’tı. Bugün 73 yaşında olan Kabak, Güryay’ın değişken yapısını şöyle anlatıyor: “Bir gün adanın etrafından ıstakoz toplamış, pişirmesi için aşçıya vermiştik. Tarık Güryay için de aynı yemeği hazırlattık. Yemeği odasına ben götürdüm. Yemeği görünce bana dönüp ‘Biliyor musun ben şimdi ne isterim. Türkiye’nin başbakanıyla karşılıklı bunu yemek isterim’ dedi. Menderes’i kastediyordu.”

‘BU HERİFLERLE KONUŞMAYIN’

Yüzbaşı Kazım Çakır, kumandana Menderes’in tutukluluğu süresince durumunu iyileştirecek isteklerini iletirken şüpheleri de üzerine çekmek istemiyordu. Ancak Yüzbaşı Çakır’ın Menderes’e olan bu ilgisi, kumandan Tarık Güryay’ı rahatsız etmeye başlamıştı:

2 Ağustos 1960

“Adnan Menderes için kumandan Tarık Güryay’dan bazı isteklerde bulundum.Menderes’in çok üşüdüğünü, ruhen ve bedenen çöktüğünü söyleyip tutukluların toplu halde çıkarıldığı havalandırmadan onun da yararlanmasını teklif ettim; ‘En ıssız saatte yarım saatliğine subay gazinosuna çıkaralım’ dedim. Kumandan bana dönüp bağırarak, ‘Ona bir şey olmaz. Emir veriyorum; iyilik yapmayacaksınız. Ben her şeyini düşünürüm, gerekirse emir veririm. Bu hırsız heriflerle hiç konuşmayın. Bunlar hırsız, uğursuz, namussuz, memleketi soyan soysuzlardır. Memleketi ikiye böldüler’ dedi.” Günlüğe bunların yazıldığı gün Genelkurmay Başkanı Orgeneral Ragıp Gümüşpala emekli oldu. Gümüşpala, daha sonraki yıllarda Demokrat Parti’nin yerine kurulacak olan Adalet Partisi’nin ilk genel başkanı olacaktı. Menderes’in idamının ardından Adnan Menderes’in eşi Berin Menderes ile çocukları aleyhine açılan Haksız İktisap adlı davaya son verilmesi için dönemin Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’e kadar gidecek ancak olumlu bir yanıt alamayacaktı.

‘MEKTUP ONUN HER ŞEYİYDİ’

Yüzbaşı Kazım Çakır’ın Menderes’e ısrarla yemek yemesini ve az sigara içmesini söylemesine karşın Menderes, “Sigarayı az içmek bana ceza oluyor” diyordu. Menderes’in ceza olarak gördüğü ikinci durum ise ailesinden gelen mektupların kendisine geç iletilmesiydi. Menderes’in ‘her şeyi’ olan bu mektuplar, eline ulaşınca bir çocuk gibi sevincini gizleyemiyordu. Berin Hanım’dan gelen mektupların başlıca konuları, darbeyle birlikte Çankaya’daki Atatürk’ün kız kardeşine ait başbakanlık konutundan tahliye edilmelerinin ardından taşındıkları yeni evin durumu, Menderes’in sağlığı ve Milli Birlik Komitesi’nin bankadaki paralarına el koymasıydı…

Menderes de mektuplarında, Berin Hanım’ın o ‘köhne’ evden çıkıp daha iyi bir yere taşınmasını istiyor, oğlu Aydın ile yapayalnız kalan eşinin durumuna üzüldüğünü yazıyordu. 50 kelimeyle sınırlı tutulan bu mektuplarda, Berin Hanım daha iyi bir eve çıkmak bir yana birbiri ardında gelen borçlardan söz ediyor ve bir çıkış yolu arıyordu. Menderes, mektupları içinde ne yazılırsa yazılsın sanki dünyanın en iyi haberini almış gibi defalarca aynı heyecan ve mutlulukla okuyordu:

28 Temmuz 1960

“Menderes, cumartesi ve pazar günleri mektup alamamıştı. Pazartesi günü 3 mektup birden verince sevincini izah etmek güç. Mektupları tarih sırasına koydu, sandalyesine oturdu ve okumaya başladı. Mektup okurken her şeyi hatta bütün dünyayı unutuyordu. Her mektubu birkaç defa okuyor, yüzüne renk geliyordu. Diğer arkadaşları da aynı durumda. Ama Adnan Menderes küçücük odasında tek başına olduğu için ailesinden gelen mektuplar onun her şeyiydi. Mektubu yazarken bile heyecan duyuyordu. Bugün Menderes’i duşa götürmek için kumandandan müsaade aldım. Duşa götürülürken Milli Eğitim Bakanı Celal Yardımcı’ya rastladık. Yardımcı’yı da berbere götürüyorlardı. Birbirlerini görünce kıpkırmızı oldular.”

‘Bunlar mı darbe yapacak?’

Celal Yardımcı ile Adnan Menderes birbirlerine bakarken ne düşünmüşlerdi acaba? Akıllarına 27 Mayıs öncesi yaptıkları darbe konuşması gelmiş miydi? Yassıada tutuklusu DP Milletvekili Gıyasettin Emre, “Artık darbenin ayak sesleri sağır sultanın kulağına geliyor. Tehlikeyi sizler görmüyor musunuz?” diye Menderes’i uyardığında odada Celal Yardımcı da vardı.

Yardımcı “Hava biraz sıkıntılı” demiş ama Menderes, ikisinin kollarından tutarak pencerenin önüne götürmüş ve nöbet tutan askerleri göstererek, “Şu Mehmetçikler başbakanlarının gece 1’e kadar burada beklediğini, sabahın 7’sinde tekrar çalışmak için geldiğini görüyor. Bunlar mı bana darbe yapacak?” diye sormuştu. Menderes, belli ki bu konuşmanın doğru çıkacağından hiç endişe etmiyordu.

‘BEN HEP YALNIZDIM KARDEŞİM…’

Menderes, yaşamı boyunca yalnızlıktan her bunaldığında ağlama nöbetleri geçiriyor, kendini en yakınlarına anlatma ihtiyacı duyuyordu. Çocukluğundan beri her ağladığında mendiliyle ağzını tıkıyor, hıçkırıklarının duyulmasını istemiyordu. Neredeyse bütün ailesini veremden kaybetmiş, çelimsiz, sarı benizli bir çocuk olarak yıllarını geçiren, 1. Dünya Savaşı’nda gittiği Suriye cephesinde zehirli sıtmaya yakalanan Menderes, tutukluluk günlerinde de giderek kötüleşen sağlığıyla yüzbaşıyı endişelendiriyordu.

Menderes’in aklını meşgul eden tek şey sağlığı değil yalnızlığıydı. Eşi Berin Hanım’dan gelen mektuplar ve tutkuyla bağlı olduğu sigara, bu yalnızlığını biraz da olsa hafifletiyordu. Ama yeterli olmuyordu. Ailesi ve yakın arkadaşları yanında değilse mahcup bir ifade takınan, kalabalıklarda söze çekinerek giren, parti başkanı olmadan önce insanlardan kaçan, çocukluğunu dışarıdan gelen seslerle geçiren ve “Ben yalnızdım kardeşim, hayat boyunca yalnız… Yalnız ve kimsesiz” diyen Menderes için yalnızlık birçok insana olduğundan daha büyük bir cezaydı.

Menderes’in bu yönünden habersiz Tarık Güryay ise “Bu müthiş yalnızlık beni çıldırtacak” diyen Menderes için çıkış yolları arayan Yüzbaşı Çakır’ın isteklerine şiddetle karşı çıkıyordu. Kendi gibi adada tutuklu bulunan arkadaşlarının hiç değilse yüzlerini görebilmek umuduyla ada komutanı Tarık Güryay’a şöyle diyordu: “Tuvalete giderken odalardan arkadaşların seslerini duyuyorum. Acaba o kapıları açık bırakmanızda bir mahsur var mı? Açık kapıdan, kendileriyle konuşamadığım arkadaşları hiç değilse uzaktan göreyim.”

19 Temmuz 1960

“Bugün bana odasında bir kişinin yatabilmesinin kendisi için de iyi olacağını söyledi. Menderes’e ‘İstediğiniz kabul edilirse kimi istersiniz?’ diye sordum. O da bana ‘Sizin münasip göreceğiniz kabulüm’ diye yanıt verdi. ‘Canım en çok kimi?’ diye üstelediğimde ise ‘İnanın ki kimi münasip görürseniz kabulüm’ deyince durumu ada kumandanı Tarık Güryay’a ilettim. Kumandan alaycı bir şekilde bana ‘Celal Bayar’ı yahut Namık Argücü’yü ister mi acaba? Ara sıra evine de göndeririz. Suçlu onlar değil sanki. Hırsızlar!’ dedi…”

5

Haberin Devamı