Cumartesi Postası İclal Aydın: Hayat kalbimizi aldı ve bulaşık bezine çevirdi

İclal Aydın: Hayat kalbimizi aldı ve bulaşık bezine çevirdi

Paylaş
İclal Aydın: Hayat kalbimizi aldı ve bulaşık bezine çevirdi

İclal Aydın’la yeni çıkan kitabı üzerine konuşmak istedim. Alzheimer hastası olan annesi ilham kaynağı olmuş son romanı Unutursun’a. Romanı için buluştuk ama konu orada kalamadı tabii…

RÖPORTAJ: ARMAĞAN ÇAĞLAYAN

■ Bu kaçıncı romanınız?

İkinci romanım, 11. kitabım. Diğerleri derlemeler, çocuk kitapları, söyleşiler, öykü kitapları.

■ Zor mu roman yazmak?

17 yıldır hayatımı yazarak kazanıyorum. Ama roman yazmaya cesaret etmem 12. yılın sonunda oldu.

■ Türkiye'de yazarak para kazanılıyor mu?

Ben kazanmadım dersem yalan söylemiş olurum.

■ Çok satmak gerekiyor kazanmak için, belli ki siz çok satıyorsunuz…

Yani evet. Kitaplarımın gelirleri iyiydi. Benim şöyle bir şansım var. Yazı konusunda bir kariyer planım yoktu. Oyunculuk okudum. Ama yazmak bir aile geleneği olarak vardı bizde. Evimizde çok günlük tutulurdu, kitap çok okunurdu.

■ Nasıl çıkıyor yazılar?

Ben hedef insanıyımdır. Her sabah 6’da kalkıyorum. Kedi, köpek, çiçek, çocuk… Hepsi bitiyor. Sonra içime kapanıyorum. Sevdiğim bir şehre gidiyorum. Güzel yemekler, bol yürüyüş, parklar, müzeler… Sıkıştırılmış ve hızlandırılmış şarj olmak gibi…




■ Acayip bir disiplin…

Pazar günü kadın edebiyat blogger’larıyla toplandık. Kitabı okumuşlar, yorumluyorlar. Dışarıda kar yağıyor, çaylar falan, zaten mekan da güzel. “Allahım, bu işte” diyorum ve mesaj geliyor üst üste kızımdan… “Anne beni ne zaman alacaksın? Akşama ne yiyeceğiz?” Hadise bu. Fasulye kırıyorum bir yandan da mesela, hangi erkek yapıyordur ki… Seviyorum ama ben bu durumu. Beni besliyor. Şikayet etmiyorum ama kadın yazarların böyle bir durumu var işte…

■ Türkiye'de kadın yazarlar çok aristokrat oluyor. Ayşe Kulin, Canan Tan… Siz öyle değilsiniz.

Bundan 3-4 sene önce hayatımı sadeleştirmeye ve değiştirmeye karar verdim. Maçka'da çok güzel bir yerde oturuyordum. Kilyos'a taşındım. Daha az dışarı çıkmaya, her şeyi disiplinle yapmaya karar verdim. Ayşe Hanım'ın (Kulin) evinde röportaj yapıyoruz. Disiplinini anlatıyor. Birden bire, evinde yardımcısı olmadığını, yemeğini kendisinin yaptığını, öğleden sonra torununa bakması gerektiğini anlattı. Kafamdaki o aristokrat Ayşe Kulin gitti. Bu kadar gerçek bir yazar olabilir mi?

■ Oyunculuk okuduğunuzu bilmiyordum. Kadın programı sundunuz, kitap yazdınız ve o şekilde popüler olduğunuz için sizi dizilerde oynattılar sanıyordum…

Ankara Üniversitesi’nde oyunculuk okudum. Berlin'de 6 yıl bir Türk tiyatrosunda profesyonel olarak çalıştım. Türkiye'de asla yaşayamayacağım şanslar elde ettim. Rutkay Aziz'in, Yücel Ertem'in asistanlığını yaptım.

■ Türkiye’ye neden döndünüz?

Yavuz Turgul Eşkıya için oyuncu arıyordu. Beni çağırdılar. Tası tarağı topladım geldim. Aynı dönemde Yavuz Özkan Bir Erkeğin Anatomisi'ni çekecek. O da beni çağırdı. Düşünebiliyor musunuz? Genceciğim, iki Yavuz’la görüşmem var. Türk sineması kollarını açmış beni bekliyor. İkisi de olmadı ama Türkiye'ye gelmiş bulundum.

■ Hayal kırıklığına uğradınız mı?

Ajans reklam görüşmelerine gönderiyordu. Biraz harçlık kazanıyordum. Bir masa, sonra bir yatak, ancak tek tek alabiliyordum. Ama o kadar mutluydum ki kendimi İstanbul'un en zengin kızı gibi hissediyordum. 3-4 ay her gün, o gün işe başlayacak gibi erken kalktım. Saçlarım, ojelerim, kıyafetim hazır. Ama iki kıyafetim vardı. Bir pantolon, ceket, gömleğim; bir de meşhur puantiyeli elbisem. Değiştirerek giyiyordum.

■ Televizyon maceranız bu dönem mi başladı?

Evet. O sırada bir iş görüşmesine çağırıldım. Deneme çekimi yaptılar. Yukarıdan izliyorlar. Bu kız yapar bu işi demişler. Yukarı çıktım tam bir patron odası, o kadar çocuğum ki anlatamam. “Canlı yayın yapacaksın, iki saat insanları ağırlayacaksın. Yapabilir misin?” dediler. “Tabii yaparım ama vereceğiniz maaşı bilmem lazım” dedim. Şimdinin 300 bini...

Oradan bir çıktım size anlatamam. Çok acayip bir duyguydu. Televizyon programı ve oyunculuk aynı anda başladı.


■ Çok değişti mi sizin başladığınızdan bu yana piyasa koşulları, insanlar?

Çok çok çok…

■ Ya da biz eskidik…

Çok doğru. Bu yıl baharın gelmesi falan beni eskisi kadar mutlu etmiyor. Mutsuzum. Bunalıma falan girmedim, bildiğin yaşlanıyorum. Tabii ki hiçbir şey eskisi gibi gelmeyecek. Yaşın getirdiği bir kasvet ve keder var. Dün kızıma bakıyorum, maşallah birtanem şarkı söyleyerek kurabiye yapıyor. İçinden o şarkı taşıyor. La La Land’i izledik.

Filmden çıktık, nasıl ağlıyor. Ben ağlamıyorum diye, “Sen kavuşamayanlara çok alışık olduğun için mi ağlamıyorsun” dedi. “Senin gibi kalpler için yapılıyor bu filmler, kitaplar” dedim. Çünkü hayat onun kalbini alacak ve bulaşık bezine çevirecek. Bizimkini çevirmedi mi?

O yüzden biz biraz yıpranmış hissediyoruz. Kendimi genç ve dinç tutma konusunda hevesim var hâlâ. Ama beni televizyon programları eskisi kadar heyecanlandırmıyor ama kitabım heyecanlandırıyor. O kadar severek yazdım ki... Film ya da dizi olur inşallah. O inançla ve o kurguyla yazdım.

TELEVİZYON İZLEYİCİSİ ÇOK NANKÖR

■ Nasıl buluyorsunuz televizyon izleyicisini?

Çok nankör, çok farklı. Çok hoyratlar. Ama okurun sizinle kurduğu ilişki kızgınsa bile sizli bizli. Okurla televizyon izleyicisi arasında çok ciddi bir fark var. Okur, daha uzun süreli ilişkilerin insanı.

■ Seyirciyle hep bir mesafeniz var, niye?

Seviyorum o mesafeyi. Çok fazla içli dışlı olunmasını sevmiyorum açıkçası. Mesafe dediğimiz şeydir aslında bizim ilişkilerimizi bugüne kadar koruyan. Hatta yeterince mesafeli olmadığımı düşünüyorum. Magazine hiç girmemeliydim.

■ Özel televizyonların ilk kadın kuşağı yüzlerindensiniz. Şimdi o kuşak evlilik programlarına döndü gibi. Nasıl buluyorsunuz evlilik programlarını?

Baştan sona bir tane evlilik programı izlemedim. Esra Erol çok sevdiğim bir arkadaşım. Televizyon camiasında rastlanmayacak kadar vefalı bir kadın. Onu gerçekten ayrı tutmak isterim. Haksızlık olmasın arkadaşlarıma. Benim ihtiyacıma yanıt vermedikleri için seyretmiyorum. Haberler ve diziler de buna dahil. Elim gitmiyor eskisi gibi televizyona. ■ Hiç seyretmiyor musunuz televizyon? Hayır, seyretmiyorum.

■ Nereden takip ediyorsunuz o zaman gündemi?

Kavga gürültüyü gerçek hayatta çekemiyorum. Sosyal medyayı da çok sevmem. Küçük bir arkadaş grubum var. Hayatımda her şey minik, küçük, ekonomik. Kendi aramızda her şeyi konuşup değerlendiriyoruz. Güvendiğim birkaç site var. Farklı görüşleri takip etmeye çalışıyorum. Her iki tarafın keskinleşme hali beni sinirlendiriyor. Ona güvenemiyorum, sana güvenemiyorum, kime güveneceğim? Yazık değil mi bize.

Eskiden bir haber programı izlerken fikrimi değiştirebilecek insanlar vardı. “Hiç böyle düşünmemiştim” dediğim insanlar konuşurdu. Ya da anlatılan şeyi ertesi gün bir yemekte konuşurduk. Şimdi adamlar masa, çerçeve kırıyor. Takip edebileceğim bir fikir önderi ne yazık ki yok.

Haberin Devamı