Pazar Postası 'İkili oynayanları görmek için evliliğimizi 1.5 yıl sakladık'
Paylaş
'İkili oynayanları görmek için evliliğimizi 1.5 yıl sakladık'

Ayten Gökçer, Türk Tiyatrosu'nun yetiştirdiği en büyük sanatçılardan. Oyun gücü ve benzersiz güzelliğiyle sahnede yıllarca izleyenleri büyüledi. Onu sahnede seyretmiş olmak nasıl büyük bir ayrıcalıksa, gerçek yaşamdaki halini, etkileyici kişiliğini tanımak da büyük bir ayrıcalık. Ayten Gökçer, 73 yıllık hayatını anlattı...

Çok mutlu bir çocukluk geçirdim. Sapan elimde, insanların “Aman kızdırmayın, evi taşlıyor” dedikleri bir çocuktum. İstediğimi vermezlerse sapanla camlarına taş atıp kırardım. Bir seferinde bal istemiştim vermemişlerdi de evimizin camını indirmiştim. Bir beni doğuran bir de beni büyüten annem vardı. Beni doğuran annem babamdan ayrılmış, biri 2, biri 4 yaşında iki çocuğunu da bırakıp gitmiş başka bir adamla evlenmiş, ondan da 2 kızı olmuştu. Ben beni büyüten annemi gerçek annem olarak gördüm.

Haberin Devamı

RÖPORTAJ: SERAL CUMALI

seral.cumali@posta.com.tr

Beni doğuran annemin bizi bırakıp gitmiş olması bende iz bırakmış olmalı ki; Cüneyt’le (Gökçer) evlendikten sonra 5 sene çocuk yapmadım. Evlendiğim adam kadınlar tarafından çok beğenilen büyük bir aktör, büyük bir yönetmen, büyük bir hocaydı; bunlarla başa çıkabilir miyim, yoksa annem gibi çocuklarımı bırakıp gider miyim endişesi içindeydim. Cüneyt “Aytenciğim artık doğursan hiç fena olmaz” demeye başlamıştı. Zamparalık devrini de geride bırakmıştı, böylece kızımız Aslı’yı oldu.

Muhsin Ertuğrul: “Bak Cüneyt, tiyatroya bir tek taş geldi”

Tiyatro yeteneğimi ikinci annem keşfetmiş, beni baleye yazdırmıştı. Küçük Tiyatro’daki çocuk oyunlarında bale yaparken Muhsin Bey (Ertuğrul) beni görüp; “Sen çok iyi bir tiyatrocu olacaksın, dans ederken yüzündeki ifadeler çok doğal ve yerinde” dedi. 1958’de Devlet Tiyatrosu sınav açtı, 4 kişi kazandık. Giriş o giriş Devlet Tiyatrosu’na. Bir gün Muhsin Bey’in odasında Cüneyt Gökçer’le karşılaştım. Muhsin Bey; “Bak Cüneyt, Devlet Tiyatrosu’na bir tek taş geldi” diye tanıştırdı beni. Cüneyt, ağzında sigarası bana baktı, ve hafif alaycı bir gülü o nedenle evliliğimizi 1.5 yıl sakladık. Öyle domuz taraflarım vardır!

Haberin Devamı

Evlendiğimiz gün nasıl bir kar vardı; ama şoför pilot Mehmet bizi Kızılcahamam’a götürdü. Eğer o gün oraya varamasaydık, ben bir daha hiç evlenmezdim belki de. Nikah memuru, “Erkek evin reisidir, kadın onun yardımcısıdır” dediğinde hep gülmem tutardı, kendi nikahımda da güldüm. Gazeteci Müşerref Hekimoğlu nikah şahidimizdi, sırrımızı sakladı, evlendiğimizi yazmadı. Ama Ayten Gökçer- Cüneyt Gökçer diye yazıyordu. Soranlara da daktilo hatası olmuş diyormuş. 1.5 yıl sonra yine bir yazısında Ayten Gökçer yazınca “Hata yapmışsınız, Ayten Gökçer değil Ayten Kaçmaz” diye arayanlara, “Hata yok, onlar 1.5 yıldır karıkoca” demiş. Böyle öğrendi herkes. “Çok büyük yaş farkı var, 2 yıl sonra ayrılırlar” demişler. Biz onları utandırdık; 45 yıl sürdürdük evliliğimizi. Bu bizim tiyatro camiasında bir rekor.

Haberin Devamı

“Babamı toprağa verdikten 2.5 saat sonra komedi oynadım”

7.5 aylık hamileyken Kaktüs Çiçeği’nde erkeklerle hiç münasebeti olmayan bir kadını oynadım. Karnımı saklamak için özel elbiseler yapılmıştı. Kaktüs Çiçeği’nde birlikte oynadığım Kerim Avşar, “Kız oğlan kız, 7.5 aylık hamile!” derdi. Sahnede elini çaktırmadan karnıma koyardı, bebek içeriden vurmaya başlardı; “Yapma” derdim. Ama çok kötü örnek oldum. Benim bu dayanıklılığımı gören Cüneyt artık ki ne koca, ne anne- baba dinler.

Ben babamı gömdükten 2.5 saat sonra evde dualar okunurken sahnede Kaktüs Çiçeği oynuyordum. Komedi oynuyoruz, akan gözyaşlarıma hakim olamıyordum, Kerimcim elleriyle siliyordu gözyaşlarımı. Çünkü herkesin anne babası öldüğünde perde kapatmaya kalksak, iki günde bir perde kapanacak. Onun için bu mesleğe girecek gençlere diyorum ki, “Karşıdan gördüğün o parıltı var ya, oraya gelinceye kadar bizim içimiz çürüyor!”

“Evliliğimi Avrupa’da ünlü olmaya tercih ettim”

II. Dünya Savaşı sırasında Almanya’dan kaçan büyük oyun yönetmenleri Türkiye’ye geliyordu. Bunlardan biri de Carl Ebert’ti. Türk Tiyatrosu’nu kuran kişi. Cüneyt, Carl Ebert’in göz bebeği talebesi. Carl Ebert, Cüneyt’i kızlarından biriyle evlendirmek istemiş. Yıllar sonra bir basın toplantısında Carl Ebert, “Ayten’i Avrupa’ya götürmek istiyorum ama Cüneyt’in suratına bakın, nasıl asıldı. Türkleri tanıyorum onlar karıları yanlarında kalsın isterler. Maalesef Ayten götüremiyorum seni, ama eğer götürebilseydim iki sene sonra Avrupa’nın en tanınmış sanatçılarından biri olacaktın” dedi. Cüneyt yalnız kalamayan bir adamdı. Onu yalnız bırakmak, bir yuvayı yıkmaktı. Yuvamı yıkıp da Avrupa’da ünlü olmaya gitmek benim işime gelmedi ve bundan da hiç pişman olmadım. Burada karıkoca o kadar büyük bir sanat hayatımız oldu ki. Bir de ben hizmetçi ruhluyum. Tiyatrodan gece 1’de eve gelirdik, kendim yemek hazırlardım, yerdik, konuşurduk, gülerdik, sonra yatardık. Annem bana düşkündü, “Çocuğum o kadar saat yoruldu, şimdi bir de Cüneyt’e hizmet ediyor” diye kızardı. Hiç gocunmadım, evimin işini de yaptım.

Haberin Devamı

“Cüneyt ölmedi hep yanımda”

Haberin Devamı

Cüneyt’i kaybedeli 3 yıl oldu. Hep gidiyorum mezarına; onunla dertleşiyorum, konuşuyorum. Problemlerimi, sıkıntılarımı hep onunla konuşurum. Benim için ölmedi, hep yanımda. Cüneyt’i çok özlüyorum. Zaman geçtikçe bu özlem daha da ağırlaşıyor. Kızım Aslı’nın isteği üzerine Ankara’dan İstanbul’a taşındım. Bu sene çok güzel dizi teklifleri aldım; hepsinden özür diledim, “Kusura bakmayın 19 yaşından beri çalışıyorum, hayatım çalışmakla geçti. Artık bana müsaade edin, ben kızım Aslı’nın, damadım Kerem Oba’nın, torunlarım Efe’nin, Yonca’nın, Lal’in (Kerem Bey’in ilk eşinden olan kızı), dostlarımın tadını çıkarmak istiyorum” dedim. Sağlıkla yaşayacağım kaç senem kaldı bilmiyorum; kalan zamanımı sevdiklerimle paylaşmak istiyorum...