Yaşam ‘Isle of Dogs’: Devrim niteliğinde bir stop-motion animasyon

‘Isle of Dogs’: Devrim niteliğinde bir stop-motion animasyon

Paylaş
‘Isle of Dogs’: Devrim niteliğinde bir stop-motion animasyon

Kerem Akça, Berlin’de dünya prömiyerinde izlediği “Isle of Dogs”u yazdı…   KEREM AKÇA / kerem.akca@posta.com.tr


Amerikan bağımsız sinemasının ustalaşan yönetmeni Wes Anderson, “Isle of Dogs”da döktürmüş. Hem Japonya’daki animasyonların, hem de ABD’deki hayvan animasyonlarının seri üretime kaymasına isyan eden, başyapıt seviyesinde bir kil animasyonu ile hayran bırakıyor. Yönetmenin kariyerinin üstlerine yerleşen “Isle of Dogs”u 68. Berlin Film Festivali’nin açılışındaki dünya prömiyerinde izledim.


Japon bilimkurgusu, Amerikan köpek animasyonuyla buluşuyor

Distopik bir gelecekte Japonya’da bulaşıcı hastalığa yakalanan bütün köpekler bir adaya yerleştirilerek karantinaya alınmışlardır. Chief, Rex, Boss, Duke ve King, ‘Çöp Ada’da yaşam mücadelesi vermektedirler. Bir gencin, Atari Kobayashi’nin oraya kendi köpeği Spots’u aramaya gelmesiyle birlikte işler daha da karışacaktır.

Wes Anderson`ın mekanlarla ilişkisini bir ‘auteur kimliği’ne dönüştürdüğü muhakkak. En son “Moonrise Kingdom”da (2012) ada coğrafyasına adanmış katil aşıklar, işlevsiz aile ve felaket anahtar kelimelerinden beslenen melez bir zekilik çıkarmıştı. Ama burada ikinci ada kullanımında oradakinden daha sert, karanlık ve politik bir yapıt var. Dünyanın başına Japonya kaynaklı bir otoriter düzenin gelmesiyle oluşabilecek ayrımcılığa ‘bulaşıcı hapşırma salgını’nı metaforik olarak uygun buluyor.

Aslında yönetmen daha önce “Yaman Tilki” (“Fantastic Mr. Fox”, 2009) adlı bir stop-motion animasyon (kil animasyonu) denemesine imza atmıştı. Kukla animasyonu olarak da bilinen bu alanda; atik, hınzır ve yaratıcı bir işti o. Hayvan animasyonunu yerle bir ediyordu, ama olayı buradaki kadar detaylandırmıyordu. Sanki orada ‘sinsi zeka’nın ötesinde bir şeyler eksikti. Yönetmen burada hem insanlığın hem hayvanlığın hem de çevreciliğin bittiği bir düzende dünyanın ırksal ve etnik ayrımcılık problemine dikkat çekiyor. Ada Ortadoğu’yu temsil ediyor.



Anderson, esasen bir sektör haline geldiği Japonya ve Amerika’da seri üretime dönüşen animasyonlara haddini bildirmek icin yola çıkıyor. Bu da her zamanki gibi hınzır flashback geri dönüşleri de içeren epizodik bir köpek animasyonunu duyuruyor. Filmin başlangıcı Japon bilimkurgu sinemasından kopup geliyor. Fukasaku’nun bir adada gençlere birbirini öldürmesi emrini veren “Ölüm Oyunu” (“Batoru Rowaiaru”, 2000) ile birlikte de start veriliyor.

Kobayashi oradaki Kitano gibi. Ama film oyunlu değil. Adaya gönderilme sebebi salgın. Buradan ilerlerken yonetmen mümkün olduğu kadar enerjik davranmış. Ekran bölme tekniğinin aktifliği bir yana üst açı da kamera kaydırması da kullanarak estetiğini anlamlandırıyor.

Japon kukla tiyatrosu, gölge oyunu ve anlatıcılar

Daha ziyade Japon kültürünün gelenekselliğini tablonun önünde konuşan Amerikan köpeklerini gözlemleyerek yerine getirmiş. Estetik kaygı ülkenin ‘kukla tiyatrosu’ndan –ki “Double Suicide” ve “Dolls”a malzeme olmuştu- besleniyor. Ama ‘gölge oyunu’nun estetiğini yapmak istiyor. Yönetmenin sevdiği ‘anlatıcı yerleştirme’, “Moonrise Kingdom”dan daha öteye gidiyor. Filmin hayvan animasyonundan anladığı aslında Wes Anderson’ın poker surat alaycılığı ile ufak tefek çatışmalara girmesinde kopuyor. Köpekler ‘kötü gün dostu’ olarak çizilince sömürüye değil de poker surat komedisine malzeme edilmiş.

Bu noktada “Isle of Dogs”un, İngiltere’de bilinen bir yerden beslenmesi aslında bir entelektüel bilinç getiriyor. 16. yüzyılda bir tiyatro oyununa konu olan yörenin üzerine gidiliyor. Japon animelerinin bugünlerdeki kolaycılığı sanki o Miyazaki’nin 80’lerdeki sakin, detaycı ve iyi niyetli dönemine geri dönüş arzusu yaratıyor. Bu sayede de önde bir köpek, arkada diğer köpekler dolu çerçeveler resimli roman animasyonunu stop motion’a çeviriyor. Aslında seri üretimden arınmak için ve hapşırma salgını için saniyede kare sayısıyla hız anlayışını yeniden planlama arzusu açığa çıkıyor.

Anderson ilk kez bu kadar politik, ilk kez bu kadar melankolik olmuş. Adaya ‘köpek bulmak’ için yollanan kurtarıcı Atari Kobayashi’yi de ekleyince Japonca bölümler umursanmıyor, hatta bunlar TV’ye sarkınca dublaj yapılabiliyor. İronik bir havayla sunuluyor. Ama Hitler benzeri diktatör rejimin getirdiği dramatik sarsıntılar ve falsolara da dikkat çekiyor.

Köpek ve hayvan animasyonu geleneğini tersyüz ediyor


Köpek animasyonu deyince akla “101 Dalmaçyalı” (“1001 Dalmatians”, 1961), “Balto” (1995), “Bolt” (2008) gibi özellikle ilki önemli bir yere sahip klasik işler geliyor. Ama artık “Isle of Dogs” ayrıksılığı ile bu alanda kilit bir sorumluluk üstleniyor. Alternatif ve siyah-beyaz “Frankenweenie” (2012) ile Burton’ın ileri götüremediği aşırı iddialı hale geliyor, ustaca duruyor. “Köpeğim Tulip” (“My Dog Tulip”, 2009) gibi olmamış bağımsız animasyonların başarısızlığını tekrarlamamak da fazlasıyla önemli.

Sanki Nick Park-Peter Lord ikilisinin kapitalizm eleştiri “Tavuklar Firarda” (“Chicken Run”, 2000) ile “Ölüm Oyunu” bir kopek adasında birleşiyor. Bu ütopyanın adı da konuyor. “Mary ve Max” (“Mary & Max”, 2009), “Noel Kabusu” (“The Nightmare Before Christmas”, 1994), “Tavuklar Firarda” ve “Ölü Gelin” (“Corpse Bride”, 2005) gibi bu alt türde klasikleşecek eserlerin yanına, hatta en üstlerine yerleşiyor. Belki de Orwell’in romanından uyarlanan ikonik animasyon “Hayvan Çiftliği”nin (“Animal Farm”, 1954) komünizm eleştirisinden bu yana böyle bir toplu isyan ne duyduk ne de gördük! Kil animasyonu, Çek animasyon ustaları Jiri Trnka’yı ve Jan Svankmajer’i sevindirecek çizgiler ve detaylarla saygıyı hak ediyor. Gölge oyunu estetiği hayran bırakıyor.

FİLMİN NOTU: 9.2

Künye:

Isle of Dogs
Yönetmen: Wes Anderson
Seslendirenler: Bill Murray, Edward Norton, Tilda Swinton, Greta Gerwig, Jason Schwartzman
Süre: 105 dk.
Yapım yılı: 2018

Haberin Devamı