Duygu Belbek 'Kan orgazmı'
HABERİ PAYLAŞ

'Kan orgazmı'

Haberin Devamı

Koyu kırmızı.

Önüm, arkam, sağım solum 3. sayfa. Öldürenlerle ölenlerin hikayeleri. ‘Ölüm’. Akarken kan, sonsuzluğuna doğması binlerce insanın, her gün, en gerçek, ölüm, ‘karşımızda’, şuursuzca

Doktor değilim, polis değil, Adli Tıp’la ilişkim yok. Titri sosyolog bir internet gazetecisiyim. Ajansları takip eden. Haberleri okuyan. Selam.

Kadın, erkek, çoluk çocuk fark etmiyor. Ölüyoruz. Her gün, fazlaca ölüyoruz. Ölürken görünüyoruz, biz ölümleri çok net görüyoruz. Kanlı sayfalara işlenmiş birçok cinayet haberi; kiminin hikayesi iliklerimize işlerken, kimi gözleri yaşartan, şaşkınlıkla, korkuyla, empatiyle, acımayla karışık duygularımızı dizginleyerek okuyoruz ‘öldüren’le ‘ölen’ arasındaki ilişkiyi…

İntiharları okuyoruz, vazgeçenleri… Gidenleri, onların hikayelerini… Bakıyoruz sebep ve sonuçlarına. Neden diye soruyoruz. Buna en net cevabı şöyle verebilirim;

Sosyoloji’nin babası sayılan Durkheim'a göre intihar, nedenleri yadsınamayacak kadar toplumsal olan bir olgudur. Bu olgunun nedenlerini belirleyen güçler, belirli bir toplumda oluşan ve intihar dürtüsü yaratan akımlardır. İntiharların gerçek nedenleri olan bu toplumsal güçler bir toplumdan diğerine, bir dinden diğerine farklılık gösterebilir. Ama önemli olan bireyden değil, grup veya toplumdan kaynaklanmış olmalarıdır. İlk bakışta bireysel yapının bir sonucu gibi görünen intihar, gerçekte toplumsal yapının bir sonucudur.

Ve işte tam bu yüzden ‘kan’ toplumdan gelir. Bireyden ‘genel’e geçişte toplumsal yapının törpülemesiyle karşı karşıya kalırız ve her törpü biraz daha gruba uydurur bizi, gruba uyamayanlar, elenir, ezilir, eritilir. Alın size mahalle baskısı. 'Ölür' müsün, 'öldürür' müsün?

Cinayetlerden geldik buraya. Sahi ben bu yazıyı yazma kararını neden almıştım?

Güne ve geceye ölümleri dolduruyorum. Öyle çok ve öyle fazlaca ki… Bir ben değilim maruz kalan bu denli, herkes, az ya da çok ölümle burun buruna ve ölümün niceliksel, niteliksel tüm olgularıyla baş etme derdinde…

Alışıyor muyuz peki? Toplum olarak her birinden aslında sorumlu olduğumuz, yapının belirlediği yaşam hatlarının ‘kesilmesi’ne alışıyor muyuz? Kırmızı hat mı mavi mi? Kırmızıyı seçti. Kesti. Kan aktı. Koyu kırmızı.

Bir haber var gözümün önünde. Şizofreni hastası bir adam annesini öldürüyor. Boğazını keserek. 60 bıçak darbesi. Ortalık kan revan. Mahalleli doluşmuş kapı önüne. Kalabalık. Ellerinde cep telefonları, cesedin çıkma anını bekliyorlar. Cesedi hafızaya alacaklar. Eş dost toplantılarında, okulda, iş yerinde gösterecekler belki. Telefonları, ellerinde… Bekliyorlar.

Alışıyor muyuz? Yineledim sorumu. Duyarsızlaşıyor muyuz? Böylesi sakince, ölüme alışmalı, duyarsızlaşmalı hatta belki de keyif almalı? Durağan yaşamlara gelen bir eğlence…?

Yapmayın.

Kan. Kırmızı. Koyu kırmızı. Nefessiz bırakan kırmızı.

Kırmızı hattı kesti, bam! Ölüm.

Vampirler değil miydi kandan beslenen? Bu ilgi niye?

Böylesi öldürmek, niye?

‘Kan orgazmı'na hapsolmuş bir toplum, o ‘kırmızı hattı’ kesmekten çekinmez.

Bu yüzden ellerinde kameralarla alıştıkları ölümlere kılıflar uydurup 'an'a dahil ederler. Tehlikeli, epey tehlikeli...

Ah işte tam bu yüzden, hep bu yüzden, söylerim pek çok,

Biraz sakin, kan kırmızısından uzak mavi lazım bize.

Gökyüzü lazım bize.

'BİR KIRMIZI, BİR KARANLIK İÇİNDEYİM'.....


Sıradaki haber yükleniyor...
holder