Pazar Postası 'Kansere fazla takmadım ben ölümden pek korkmam'
Paylaş
'Kansere fazla takmadım ben ölümden pek korkmam'

Oya Başar, 23 yıllık tiyatro hayatında dram da oynadı ama biz onu çok iyi bir komedi oyuncusu olarak benimsedik. Şimdi televizyonun en sevilen dizilerinden 'Benim Annem Bir Melek'te 'cadı kaynana' rolünde

8 yaşında sahneye çıkmışsınız; nasıl oldu?

Şehir Tiyatrosu’nun çocuk bölümünde başladım. O zamanlar Muhsin Ertuğrul çocuk tiyatrosuna çok önem veriyordu. İmtihanla yetenekli çocukları alıyorlardı. Ben de o imtihanlardan birini kazandım ve tiyatroya başladım. Babam çok tiyatro düşkünüydü. Kendisi tiyatro yapmayı çok istemiş; yapamadığı için de “Çocuğum olursa mutlaka tiyatro sanatçısı yapmak istiyorum” dermiş. Onun teşvikiyle bu iş oldu.

Babanız büyük bir oyuncu olduğunuzu gördü mü?

Gördü; şükürler olsun alkışladı beni. Babam 2000 yılında öldü. Ona istediği şeyi verebildim. Babam bana çok güzel bir meslek verdi; ona minnet duyuyorum. Tiyatro insan ruhunu geliştiren, çok güzel bir şey. Ben de böyle bir işi yaptığım için çok mutluyum.

Kaç yıldır sahnedesiniz? (Gülüyor)

Yaşınız ortaya çıkacak ama... Yaşımı söyleyince arkadaşlarım çok kızıyor “Sana soran mı var niye hemen yaşını söylüyorsun?” diyorlar. Demek ki 46 senedir sahnedeyim.

46 sene boyunca oynadığınız oyunlar içinde en sevdiğiniz hangisi oldu?

Oynadığım her şeyden mutluluk duyuyorum. Sahnede olduğum zaman kendimi çok hoş, tanrıya yakın hissediyorum. Sahneye çıktığımda seyircinin alkışını, nefesini duyduğumda çok keyif aldım. Bana hangisini sevdiniz deyince, hangi çocuğunuzu sevdiniz gibi oluyor. Ama zaman zaman da gönül koyduğunuz oyunlar oluyor. Mesela Münir Özkul’la oynadığım ‘General’in Aşkı’, Ali Poyrazoğlu ile oynadığım ‘Morfin’, Levent’le ‘Toros Canavarı’ ve ‘Gereği Düşünüldü’ çok keyif aldığım oyunlardı.

Ama uzun süredir tiyatro yapmıyorsunuz...

2004- 2005’te en son Şehir Tiyatrosu’nda ‘7 Kocalı Hürmüz’ü oynamıştım; araya hastalığım girdiği için, ara vermek durumunda kaldım. 4 senedir oynamadım, bunun iki senesi hastalıkla geçti. Şimdi oynamak istiyorum, oyun arıyorum açıkçası. Bir ekip halinde iyi bir oyun araştırıyoruz, bulur bulmaz yeniden tiyatro yapacağım...

Sahi son ‘7 Kocalı Hürmüz’ü seyrettiniz mi?

Seyrettim.

Sevdiniz mi?

Ben sevmedim.

Neden?

Emeğe saygı duyduğum için bu konuda bir şey söylemek istemiyorum ama ben hiç sevmedim. Çünkü o çok güzel bir oyundur. Biliyorsunuz Türk tiyatrosunda kadın piyesi bulmak çok zordur. Bütün dünyada da öyle, daha çok erkekler yazdığı için erkek kahramanlar vardır. Kadın proje çok azdır. Hakikaten Sadık Şendil bu konuda muhteşemdi, sadece ‘7 Kocalı Hürmüz’ değil yazdığı oyunlar kadın piyesleridir. Hürmüz de çok güzel, çok değer verdiğim oyundur.

Siz de Hürmüz’ü oynadığınız için bunu sormak zor ama sizce hangi Hürmüz en iyiydi?

Ben ilk Ayfer Feray’dan seyrettim, çok başarılıydı. Sonra Ayten Gökçer oynadı, o da çok başarılıydı. 8 Ayten Gökçer’in oynadığı bir prodüksiyon oyunuydu; şarkısıyla, danslarıyla, kostümleriyle çarpıcı ve akılda kalıcı oldu. Ayten Hanım’a da yerleşti; ‘7 Kocalı Hürmüz’ denilince Ayten Gökçer akla geldi. Biz o kadar yaygınlaştıracak süre oynayamadık. Ama bizim Hürmüz de iki yıl kapalı gişe oynadı. Bir takım sorunlardan ötürü oyun kalktı yoksa 20 sene daha oynardı; ‘Lüküs Hayat’ gibi olurdu.

Levent Kırca ile 28 yıl birlikteydiniz sahnede; uzun yıllar yan yana oynadınız, birbirinizi tamamladınız. Bir oyuncu olarak onu arıyor musunuz?

Levent’le 28 yıl birlikteydim ama zaman zaman ayrı sahnelerdeydik. Demekki 22-23 sene birlikte oynadık. Levent Kırca her zaman aranacak bir oyuncudur. Çok değerli bir oyuncudur, onunla birlikte çok güzel şeyler yaptık, alkışı paylaştık, bana sahnede de çok keyif veren bir oyuncuydu. Ben hep iyi oyuncu isterim karşımda ki; kendi bedenimi, beynimi zorlayayım ve gelişeyim. Levent Kırca benim için öyle bir insandı, onun yanında ayakta durabilmek için bayağı çaba sarfettim!

Boşanınca insanın en yakını en uzağı oluyor. Siz çok yabancılaştınız mı?

Çok yabancılaşmadık çünkü biz eş olmanın ötesinde arkadaştık. Arkadaş olduğumuz için onu sürdürmeye çalışıyorum açıkçası ben. Çünkü iki tane çocuğumuz var, onlar bizim için çok önemli. Ayrıca yıllardır beraber olduğun, aynı evi, aynı yatağı paylaştığın, bütün sırlarını, yaşamını, gizlerini paylaştığın insanı bir süre sonra çok karalamak ya da onu hiçe saymak, yaşamında yok saymak doğru gelmiyor açıkçası.

Hakikaten açıklandığı gibi işle ilgili tartışmalar mı ayırdı sizi?

İş anlaşmazlığı da oluyor; bir de biz 28 yılı 56 sene gibi yaşadık. 24 saat birlikteydik. İnsanların eşi sabah işe gidiyor, akşam geliyor. Bir, iki saat görüşüyorlar ya da görüşmüyorlar, uyuyorlar. Biz öyle değil ki, sabah akşam birlikteydik. Belki de iyi arkadaş olabildiğimiz için o kadar uzun sürdürebildik evliliği. Boşandık, tekrar evlendik. Birlikte iş yapmak, hele bizim işimiz zor. Tabii zaman zaman tartıştığımız da oluyordu. Ama yaşlar ilerledikçe insanların tahammülleri de azalıyor. Gençken o kadar düşünmüyorsunuz da belli bir yaşa gelince “Artık zaten hayat çok kısa, birbirimizi üzmeye kırmaya gerek yok; yolumuzu ayıralım, herkes yolunda daha mutlu olur belki” diye düşünüyorsun. Bizimki bir anlamda öyle bir ayrılık oldu.

Erkekler boşanınca hemen birini buluyor, daha kolay yeni bir hayat kuruyor. Kadınlar bu geçişleri daha zor yapıyor. Sizde de galiba biraz öyle oldu!

Evet. Çok çabuk adapte olamıyorsunuz başka bir şeye. Kadın evliliklerde her türlü sorumluluğu üstüne alıyor; boşandıktan sonra da öyle. Benim iki tane çocuğum var, onlarla birlikte yaşıyorum ve o kadar mutluyum ki! Açıkçası yeni bir hayat kurmayı da düşünmedim bir başkasıyla.

Peki “Bundan sonra da düşünmem” diyor musunuz?

Düşünebilirim; yarın öbür gün karşıma birisi çıkabilir, düşünebilirim. Ama şu ana kadar bana bunu düşündürecek birisi olmadı açıkçası. Bir de kendimi hiç yalnız hissetmedim, çok sevdiğim arkadaşlarım var, çocuklarımla birlikteyim, işimi yapıyorum. Açıkçası evlilik bittikten sonra büyük bir boşluk hissetmedim. O çok önemli. Bir erkeğin varlığına ihtiyaç hissetmedim.

Hiç mi kalbinizi çarptıran biri olmadı?

Vallahi zor oluyor artık kalbimi çarptırmak. Metabolizmam artık yavaşladı! Bu dönemde artık sevgiler de aşklar da yer değiştirdi. Günlük ilişkilere bıraktılar. Sizinle aynı dünya görüşünde olacak, esprisi olacak, zeki olacak, yaşı yaşınızı tutacak. Çok zor. Gençlikteki gibi değil, çünkü gençlikte daha aşka yönelik hareket ediyorsun, şimdi daha çok mantık çalışıyor. Birlikte yaşabilir miyim, mutlu olabilir miyim, aman beni üzmesin, aman toplumda bir belli yerim var, üç gün sonra yanlış bir şey olup da zor durumda kalmayayım gibi. İlişkileri sorduğunuz zaman insanların bir şey söyleyememesinin, sanatçıların gazetede resmi çıktığı zaman “Arkadaşız” demesinin en büyük nedeni bu. Birlikte bile olsa “Arkadaşız” diyor; çünkü insanlar artık ilişkilerden emin olamıyor, ya üç gün sonra ayrılırsak diye düşünüyor. Bir otursun önce emin olayım sonra duyulsun istiyor. Eskiden öyle değildi sevdik mi biz, alır başımızı giderdik. Ama o sevgiler 30 sene sürüyordu işte!

Boşanınca ortak arkadaşların da bir bölümüyle boşanılır. Sizde nasıl oldu?

İşte bende o hiç olmadı, hep arkadaşlarımız ortaktı üstelik. Derler ya evli çiftlerin dul kadını aralarına almaları zordur diye. Ben hep baş köşede ağırlanıyorum hala. Dostlarımdan hiçbiri yanımdan gitmedi. Arkadaşlarımın eşleri hep yanımda oldu. Ben yalnız başıma ağırlandım, hala da ağırlanıyorum. 40 yıllık arkadaşlarım “Oya başkadır” deyip beni bir kenara koyarlar. Hem yaptığım işlerle kalacağım, hem dostlarımın bana olan sevgileriyle. Arkamdan ne iyi, ne hoş kadındı denilmesi ne güzel.

Belki çocuklarınız Umut ve Ayşe’ye sormak daha doğru olur ama nasıl bir annesiniz?

Valla iyi bir anne olduğumu söylüyorlar ama... “Anne” bile demezler çocuklarım bana “Annem” derler. İlişkimiz çok iyi şükür Allah’a. Biz bir bütünüz. Birbirimizi çok seviyoruz. Babamız varken de öyleydi, birbirimizin yaralarını beraber sararız, üzüntülerini, sevinçlerini paylaşırız. Çocuklarım her şeylerini, sevgililerini, arkadaşlarını, sorunlarını bana anlatırlar. Ben de onlara. Birbirimizle arkadaşız, beraber yemeye, seyahatlere gideriz. Kızım daha lisede, ben onun çocuğuymuşum gibi davranıyor bana. “Bakayım sana ay ne tatlısın sen güzel kadın” diyor bana. Sevgi... Her şeyin başı sevgi. Beni anneciğim sevgiyle büyüttü, ondan aldığım en büyük miras sevgi oldu.

Zorlu bir mücadele verdiniz; göğüs kanseri geçirdiniz. Şimdi sağlığınız nasıl?

Şu an için iyi. Ama sürekli kontrol altındayım. 6 haftada bir aldığım ilacım var. Kemoterapi gibi ama onun kadar yoğun bir ilaç değil. Benim yaşam kalitemi bozacak bir ilaç değil, onun için daha rahatım. 6 haftada bir sürekli kan tahlillerim yapılıyor, ilacımı alıyorum, 6 ayda bir de bütün vücudum taranıyor; bir atlama olmasın diye. Yani şimdilik iyiyim, kötü bir şey yok. Ama yarın ne olacağımız meçhul tabii.

Filiz Akın bir yazısında; “Kanser olduğum söylendiğinde kanser kelimesinden korkmadım da bana nasıl çirkinleşeceğim anlatıldığı zaman bundan korktum” diyordu. Siz ne düşündünüz o an?

Filizim dünya güzeli bir kadın olduğu ve herkes de onu çok beğendiği için böyle bir endişesi olabilir, hala da çok güzel. Ben çirkinleşmekten hiç korkmadım; çünkü zaten yıllardır oynadığım bütün rollerde kendimi fazlasıyla çirkinleştirdim. Onun için benim öyle bir kaygım hiç olmadı açıkçası. Saçım döküldü, hiç aldırış etmedim. Arkadaşlarım da biliyor; çok yakın dostlarımın dışında hiç kimseye göstermedim. Çünkü ajitasyon sevmem, insanların “Ah canım vah vah” demelerini istemedim. Peruğumla dolaştım. Ama peruğumu şapka gibi kullanıyordum; gittiğim çok yakın dostlarımın evinde ‘şapkamı’ çıkarıp kenara koyar, oradan çıkarken tekrar takardım. Çok enteresan bir tek kaşlarım dökülünce, kaşıma taktım. Saçınız olmasa da kaşınız olmalı mutlaka. Kaş insanın yüz çizgilerini ortaya çıkarıyor. ‘Kaş göz gerisi söz’ derler ya! Doğruymuş.

Kaşınızın dökülmesi mi çok üzdü?

Ameliyattan sonra narkozitör doktorla karşılaştım. Beni kenara çekti; “Ay Oya Hanım hiç dert etmeyin kendinize. Kaşlarınıza dövme yaptırabilirsiniz” dedi. Durdum, “Ay yok ben hiç öyle şeyleri sevmem” dedim. Doktor çok üzüldü, meğer beni bayıltırken, ‘Ah şu kaşlarım ne zaman gelecek?’ demişim. O da kadın olduğu için buna çok üzülmüş.

Kadınları en çok göğüsünü kaybetmek üzer diye düşünülür ama...

Göğsümün tamamı alındı, sonra geçen sene yılbaşında protez yapıldı. (Gülüyor) Öyle oldu, kaşlarımın dökülmesine taktım!

Hiç umutsuzluğa kapıldığınız oldu mu bu hastalık sırasında?

O kadar güçlü duruyorum ama tabii benim de zaman zaman çok aşağılara indiğim, dibe vurduğum oldu. Ama ne yapabilirsiniz ki? Ayakta durmanız lazım. Ne yapalım; hasta olduk diye de kendimizi öldürecek halimiz yok! Yaşamın bize verdiği şeyler bunlar. Bunlara göğüs germemiz lazım. Öleceksem de öleceğim! Ha 20 sene önce ha 20 sene sonra; ölebilirim de. Ben ölümden pek korkmam. Dünyaya geldiğimizde ilk kabullendiğimiz şey ölmek, nasıl olsa öleceğiz. Ama önemli olan benim için şu: Sürünerek, acı çekerek ölmeyeyim. Yatakta ölümü beklemeyeyim. Ben istediğimi yapabiliyorsam, kahvemi içiyorsam bunlar yeter benim için. Ama ilacımı da alıyorum, tedavimi de alıyorum. Onun için pek fazla takmadım açıkçası. Çok dert etmedim. Herkesin kendine ait derdi var bir sürü, bir de kendi üzüntünle başkalarına yük verme! Bir de benim kanserimin tedavi olabilecek durumu vardı, bu da çok önemli. Meme kanseri artık grip gibi oldu, sağına dönüyorsun kanser, soluna dönüyorsun kanser.

Önemli bir şey yokmuş gibi mi davrandınız?

Arkadaşlarım, “Bu kadar insan hastalandı, herkes kıyameti kopardı bir tek senin hasta olduğunu biz anlamadık” diyorlar. Onlara da üzüntü vermek istemedim. Ne yapalım yani kanser olduk diye hepimiz üzülüp ağlayacak mıyız? Çocuklarıma da onu söyledim, “Ne yapalım ne kadarsa ömrüm o kadardır. Bunu uzatamayız ki! Ancak gülerek, kahkaha atarak o günü güzel geçirirsek ne mutlu bize. Çünkü yarın ne olacağımız hiçbirimizin belli değil. Burası Türkiye ayrıca her an her şekilde ölebilirsin. Çukura düşüyorsun, maganda kurşunu küçük çocukları öldürüyor, bu ülkede bu yaşa kadar gelebildiysem ne mutlu bana!

Peki hastalık hayata bakışınızı değiştirdi mi?

Biraz değiştirdi evet. Ben hayatı fazla ciddiye alıyormuşum. O kadar ciddiye almamak gerekir, hayatı keyfiyle yaşamak gerekir. Eskiden kahrolur üç gün yataklara düşerdim, şimdi “Amaaan boşver Oya” diyorum.

Şimdi göğüs kanserlileri bilinçlendirmek için sosyal projelerde çalışıyorsunuz. Onlara neler öneriyorsunuz?

İzmir Güzelyalı, Çeşme ve Kültürpark Rotary’nin bir kampanyasında yer alıyorum. 20 yaş üstü kadınlara meme taraması yapacaklar. Çok da pahalı bir şey bu. Öncelikle kadınlara kendi kendilerini kontrol etmeyi öğretiyorlar. Yerinde bir çalışma olarak gördüğüm için girdim bu işe. Tanınmış bir yüz olduğum ve ben söylediğimde daha dikkat çekici olduğu için onlara bir anlamda biraz ışık yakabiliyorum...

RÖPORTAJ: SERAL CUMALI
scumali@posta.com.tr

7

Haberin Devamı