Magazin 'Başarının yüzde 90'ı şanstır!'

'Başarının yüzde 90'ı şanstır!'

Paylaş
'Başarının yüzde 90'ı şanstır!'

'Başarının yüzde 90'ı şanstır!'

Röportaj: Işıl Cinmen/Tempo

Hayatınızı değiştiren biri...

Thierry Harcourt. Parisli bir tiyatro yönetmeni; tanıştığımızda ben 21 yaşındaydım, o 45. Paris’te aynı mahallede oturuyorduk. O zamanlar, tiyatro eğitimi almaya yeni başlamıştım, ama hiç sevmemiştim.

Neden?

Öğrencilik duygusunu sevmiyorum; bir yere gitme zorunluluğunu, sana direktif veren hocaları. Ayrıca sınıfta kendimi yaşlı hissediyordum; herkes benden küçüktü. Sonra bir gün Thierry’yle tanıştım. Yanıma gelip, “Bir oyunum var, orada oynamalısın. Seni eğiteceğim” dedi. Böyle başladık, gerçekten beni eğitti. Psikanaliz gibi bir süreçti; bir buçuk yıl uğraştı benimle, her gün iki saat. Oyunculuğu anlamadan önce, kendimi anlamam gerektiğini fark ettim. Tanımadığım bir adama travmalarımı, özel hayatımı, kıskançlıklarımı, mutluluklarımı anlattım. Ve ancak, o zamandan sonra tiyatronun ve oyunculuğun ne demek olduğunu kavradım.

Fransa’dayken Türkiye’yle ilgileniyor muydunuz?

İlgilenmiyordum. Annem ve babam Türk. Türkçe’yi buraya geldiğimde öğrendim.

Türk kadınları hakkında ne düşünüyorsunuz?

Geçen ay bir röportajımda, “Türk kadınları doğal değil” demişim gibi yazıldı. Öyle bir şey demedim. Bu kültürdeki baskı yüzünden, kadınların oldukları gibi davranamadıklarını anlatmaya çalışıyordum; çok makyaj yaptıklarından falan bahsediyormuşum gibi yansıtıldı. Türk kadınları çok tatlılar, ama maske takmak zorunda kalıyorlar. Baskı içinde yaşamak kadar saçma bir olay yok. Bu sorun da temelden kaynaklanıyor: Aile, aile, aile...

Üç kız kardeşiniz var. Kadınlar arasında büyümenin ne gibi artıları var?

Erkeklerle büyüseydim çok farklı olurdu. İki ablam ve bir kız kardeşim var; dertlerini, aşk acılarını, tepkilerini, beklentilerini biliyorum. Kadınları çok seviyorum. Karşımdaki kadını kız kardeşim yerine koyup, ne istediğini daha iyi anlayabiliyorum.

Türk erkekleri konusunda ne dersiniz?

Hiçbir zaman bir Türk erkeği olamam sanırım; ancak ekranda başarabiliyorum. Ama bazen sinirlenmem gerekiyor, çok Avrupai çıkıyor o sinir. Yönetmen kesiyor, “Türk erkekleri böyle sinirlenmez” diyor. O zaman vurup, kırmaya, bağırmaya başlıyorum (gülüyor.) Geçenlerde Mustafa’nın ailesiyle vedalaşma sahnesi vardı. Tuttum anneme sarıldım. Hemen “Kes” sesi geldi yönetmenden: “Oğlum ne yapıyorsun? Burada öyle vedalaşılmaz anneyle, elini öpeceksin” dedi. Ekran dışında Parisli olmayı tercih ediyorum. Mesela kız arkadaşım mini etek giyerse, arkadaşlarıyla gece dışarı çıkarsa hiç karışmam. Nasıl karışırım? Onun özgürlüğü ve aklı yok mu?

Kültürel bir ait olma, sahip olma saplantısı var; bunlar onun dışa vurumu.

Evet, ama ben âşık da olsam, bilirim ki, o bana ait değil; ben de ona ait değilim. İkimiz bir ilişki yaşıyoruz, diye bakarım. İlişkiye güvenmediğin zaman kıskançlık yaparsın. Ne kadar özgürlük, o kadar sağlık.

Sevgiliniz var mı?

Yok. Ama basına göre bir sürü sevgilim var.

Heyecan mı? Huzur mu?

Heyecan. Ölüm her an gelebilir ve bu düşünce bana, hayata dair bir keyif veriyor. Ama kadının biraz huzur vermesi de gerekebilir. Bir kadın, her şeyi değiştirebilir ve bir erkeği ancak bir kadın dengeleyebilir. Çekip çevirmek, hayatını düzene koymak, arkasını toplamak gibi şeylerden bahsetmiyorum. Ying, yang.

Oyunculuğu, ‘hayat’ olarak mı, ‘meslek’ olarak mı görüyorsunuz?

Meslek olduğunu unuttuğun anda mahvolursun. Sanatçıların depresyonu ağır olur. Bu, mazoşistçe bir iş; çünkü yalnız olmadığın sanrısını iyi yaratır, ama çok fena hatırlatır.

Başarı için gereken ne?

Sabır ve şans.

Yüzde kaça kaç?

Sabır yüzde 10, şans yüzde 90.

Çok orantısız oldu.

Demek ki koşullar daha iyi olsa, bu ülkede mucizeler yaratılır.

Fransa’da Türk olmak mı zor, burada Fransız olmak mı?

Oradayken yabancı olmanın getirdiği zorlukları hiç yaşamadım dersem, doğru olmaz. Bazen ‘tak’ diye oturtuyorlar seni yerine. “Adın Fırat, yani?” diyorlar. Bu milliyetçilik. Ben nereye gidersem gideyim Fırat’ım. Hepimiz insanız; doğuyoruz, ölüyoruz. Bu kadarız. İçinde kötülük varsa, kötüsündür. Bunun Amerikalısı, Türkü, Fransızı yok. Milletlerden stereotip çıkarıp, çıkardığın sonuçtan üstünlük elde ettiğini sanmak sağlıklı değil. O kadar da ayrı olmadığımızı anlamak çok zor ama çok önemli.

Nasıl insanlarla anlaşıyorsunuz?

Bir insanın enerjisinin nasıl olduğu, neredeyse ilişkilerimin tüm kaderini belirliyor. Kötü bir enerji alırsam, direkt kapanıyorum, o noktadan geri dönmek de zor oluyor. Kadınlarla da öyle. Karşımdaki insanı bir bütün olarak görüyorum ve oradan bir enerji alıyorum. O hisse güvenirsem sonrası kolay; benimle ünlü olduğum için mi tanışmış, kaşımı gözümü mü beğenmiş, bunları araştırmaya gerek duymam.

Enerjiden sonraki kriter güzellik mi?

Güzellik bir yere kadar. Kız çok hoş bile olsa, ağzını açtıktan iki dakika sonra sıkılıyorsan olay bitmiştir. Annelerimizin zamanında kurallar daha belliydi. Biz, 20’li yaşlarımızda internet diye bir şeyin içine düştük. Düşün, Facebook bile ilişkileri ne kadar etkiliyor. Çocuklarımız, bizden daha rahat ilişki kuracaklar. Yine de âşık olabileceğimize çok inanıyorum

Yaşlanmaktan korkuyor musunuz?

Hayır, çünkü oyunculuk yaşlanmaya müsait bir meslek. 60 yaşındayken çok karizmatik bir adamı, ya da iyi bir babayı oynayabilirsin. Mutlu yaşlanmak istiyorum ve bunun için çabalıyorum. En büyük korkum annemi ve babamı kaybetmek. Annemin ellerini görüyorum, yaşlanıyor işte. İnanılmaz korkuyorum ama sırayla gidersek, hepimize olacak. Bu kadar büyük bir acıyı yaşayacağın kesinken, o güne kadar olabildiğince mutlu yaşamalısın. Hayat seni zaten çok üzecek; gidip bir votka içip kafanı dağıtamayacağın kadar çok üzecek.

Tepetaklak olduğunuz bir dönem var mı?

Geçen yıl 28’inci yaşım. 20’lerin rahatlığı bitti, 30’ların stresi başladı. Kendimi resetledim. Herkesin öyle bir yaşı vardır; aniden koyar ama çok şey öğretir. Dünyaya gelmeye değil ama nasıl yaşayacağına sen karar verirsin. Güzel mi yaşamak istiyorsun, depresif mi, kıskançlık içinde mi? Buna karar vermek senin elinde.

9 Ocak 2011 tarihli Pazar Postası'ndan alınmıştır

4

Haberin Devamı