Magazin Mehmet Aslantuğ: Atatürk'e layık bir rol almadan bu hayata veda etmek istemem

Mehmet Aslantuğ: Atatürk'e layık bir rol almadan bu hayata veda etmek istemem

Paylaş
Mehmet Aslantuğ: Atatürk'e layık bir rol almadan bu hayata veda etmek istemem

Türkiye'nin en yüksek bütçeli savaş filmi 'Direniş Karatay' 9 Mart'ta vizyona giriyor. Filmde Celaleddin Karay'a hayat veren usta oyuncu Mehmet Aslantuğ ile filme hem de hayata dair konuştuk

RÖPORTAJ: ALEV GÜRSOY CİMİN
FOTOĞRAF:BAHADIRHAN ERKOÇ


Türkiye'nin epik savaş film 9 Mart’ta vizyona giriyor. Vizyona girmeden, Celalettin Karatay’a hayat veren filmin başrol oyuncusu olan usta oyuncu Mehmet Aslantuğ ile bir araya geldik. Son derece heyecanlı olan Aslantuğ, filmi çekerken yaşanan zorlukları da anlattı, beklentisini de. Tabii sadece filmi değil hayata dair ne varsa masaya yatırdık.




Direniş Karatay'la başlamak istiyorum. Her zaman tarihi filmler iddialı ama bir o kadar da zordur… Nasıl bir proje sizce?

Çok zordur, doğrudur! Yapımcılar, bu gibi filmlerin asgariden istediği, dayattığı bütçe baskısından bunalır, hatta çoğu zaman çaresiz kalır. Cümlesi fiyakalı, iddialıdır ama içini de görsel olarak doldurmak gerekir. Bu gibi kararları alırken hepimiz bu baskıyı hissederiz. Ürkeriz, korkarız hatta... Karatay’ın yapımcıları, öykü, belgeyle olan daha organik bir bağları dolayısıyla da olsa gerek, ellerinden geldiğince bu baskıyı azaltmaya çalıştılar.“Nasıl bir proje” sorusunu Nazım Hikmet’in şiirinde kristalize olmuş bir dizeyle yanıtlayayım: “Dörtnala gelip uzak Asya’dan, bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket bizim...” Tarihe mukayeseli baktığımızda, birbirine değen, ilham veren, el veren bir mirasın izlek olduğunu biliyoruz. Çökmeye başlayan devleti; olmazsa olmaz sayılsa bile, sadece savaşçılıktan medet umarak değil; dönemin entelektüellerine, fikir adamlarına ve halka kadar yayılan bir zekâ, emek, inanç, dirayet ve öngörüden kaynaklanan kişilikleriyle öne çıkan önderler kurtarır. Bu film, bir savaş filmi olduğu kadar, bu meziyetlere değen bir öyküye yaslanmaktadır.


“MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’LE BENZEŞİYOR”


Başroldesiniz… Canlandırdığınız Karatay irfan düşkünü bir adam. Rolünüzü sevdiniz mi, gerçek hayattaki size ne kadar benziyor?

Mustafa Kemal Atatürk’le benzeşiyor. Aynı ruhu, yaklaşık yedi asır sonra, daha doğduğu yıl olan 1881’de; ekonomik, teknolojik ve askeri/siyasi güçleri de dâhil, her bakımdan iflas ettiğini bizzat kendisi ilan etmiş Osmanlı’dan; Türkiye adıyla kurulan, kendi çağının dinamiklerini gözeten, muasır medeniyet seviyesi diye hedefler koyan o büyük liderde de görüyoruz. Hem cephelerde savaşarak, hem bağımsızlığın nöbetini tutarak, hem de ilim irfan önderliği yaparak.


“BAŞKA ROLLERE GÖRE ÇOK ZOR VE RİSKLİYDİ”


Nasıl hazırlandınız bu önemli role?

Başkaca rollere kıyasla bazı riskleri daha çok şüphesiz. Emeği de öyle. Kazalara daha açık hale geliyorsunuz. Gece ya da gündüz, siz düşmeseniz bile, hiç değilse tökezlememesi gereken bir ata ve zaman zaman çektiğiniz kılıca hâkim olmak zorundasınız.

Sinemada giderek arttı evet ama dönem (Tarihi) dizileri de son dönemde oldukça revaçta mesela bir Diriliş Ertuğrul olsun, Vatanım Sensin olsun. Var mı bunlar içerisinde başarılı bulduklarınız?
İkisi de başarılı işler. Üstelik televizyonun haftalık yayın hızına yetişmeye çalışıyorlar. Ve sınırları epeyce zorlayan sürelerle baş etmeye de çalışarak!

Zor oldu mu Selçuklu dönemine tekrar gitmek? ‘Selçuklu, Osmanlı'dan daha özel bileşenleri olan bir dönem’ demiştiniz.

Anadolu’ya göç dalgası, boy boy, oba oba ve elbette doymak/barınmak duygusuyla daha önceki tarihlerde başlamış olsa da, bir devlet olarak Anadolu’daki 1000 yıllık öykümüzün mühürlendiği bir dönemin görkemki girişidir Selçuklu Devleti. Daha homojen özellikler barındırır ve daha karakteristiktir. Zamanın; Semerkant, Buhara, Ahlat aksının Müslümanlığı da, bugünün birtakım şeyh/şıh kepazeliğinin grupları gibi- ki asla tek örnek değil- birtakım güç odaklarının piyonu değillerdir bu sığıntılık, Osmanlı’yı cephede emperyalistlere satan güney Müslümanlığın da görülür daha çok. Arabistan coğrafyasında mesela. Bugün bile bolca örneklerini görmek mümkün! Oysa bu hattın, coğrafyanın çocukları, Mustafa Kemal gibi direnişçi devlet adamları çıkararak, bazı batılı güç odakları/gizli servislerine göre bir tehdit, bize göreyse sıkı/çağdaş bir alternatif oluşturabilmişlerdir. Ne zamana kadar? Yeniden maniple edilinceye kadar! Dilerim, ne demek istediğim anlaşılmıştır!

DERDİMİZ SADECE KONTRAT VE PARA OLSAYDI HER PROJEYİ KABUL EDERDİK

Türkiye'nin bir dönemine damga vuran merhum Başbakan Adnan Menderes'in hayatının anlatıldığı ‘Ben Onu Çok Sevdim’ dizisinde de başrol oyuncusuydunuz. Bazı kesimler çok beğenirken bazı kesimlerce de epey eleştirilmiştiniz. Peki, 1960 darbesi sonrası Yassıada'da tutulan Adnan Menderes'in idam anını canlandırmak size nasıl bir his yaşattı?

Siyasi ve ideolojik kamplaşmanın gözlükleriyle bakınca, kimileri beğenir, kimileri de eleştirir, normaldir! Merak eden açar, çapraz okumalar yapar! Balyoz ve Ergenekon davalarında yargılananların 27 Mayıs ve sonrasıyla ilgili değerlendirmelerine baksalar bile yeter! Haa, DP döneminin tüm politikalarına bireysel olarak kefil miyim? Asla! Bu fikri tasarrufum; darbeyi, o yargılamayı ve idamları haklı görmeme sebep midir? Asla! Adnan Menderes, Rauf Orbay’ın arkasında milli mücadelenin adamıdır da gençliğinde. Atatürk hayranıdır. Fatin Rüştü Zorlu, Kıbrıs davasına ve orada mücadele eden Dr. Fazıl Küçük’ün, Rauf Denktaş’ın çabalarına kendini vakfetmiş biridir. Nasıl bu kadar kolay yaftalanabilirler. Demem o ki, bu ülkeyi yozlaştıran birçok televizyon işine imza atanlar neredeyse sual edilmezken, bazı kıymetli hikâyelere -ele alış biçiminde birtakım eksiklikler olsa da- bu eksik tasarruftan bağımsız olarak çabalayan ve o eksiklikler/yanlışlıklarla da mücadele etmekten sakınmayan insanları eleştirmek çok hüzünlü bir durum aslında! Derdimiz kontrat ve para olsaydı, kabul ettiklerimiz ve yaptıklarımız, reddettiklerimizin onda biri olmazdı!


BİRCE’NİN DEMLENMİŞ HEYECANINA DA YAZIK EDİLDİ


Sizce ‘Ben Onu Çok Sevdim’ başarılı bir proje miydi?

Bazı sahnelerinde, günümüz siyasetiyle korelâsyona girmeden; daha farklı tonlarda ele alabilmeye inanarak; hatırlattığım, karşı çıktığım ve ölçülü bir biçimde revize etmeye çalıştım zamanlar oldu. Çok yakın bir tarih ve trajedisi de sıcak elbette ama yapımcısı olsaydım, içerik olarak daha bağımsız çekmeye özen gösterirdim, orası kesin! Ayrıca Birce’nin demlenmiş heyecanına da yazık edildiğini düşünüyorum. O zaman da söylemiştim. Belge/öykü de zaman atlatmak zorunda olduklarını gerekçe gösterdi arkadaşlarımız. Keşke başlamadan bu kararı verselerdi!

YENİ SÖYLEMLER GELİŞTİRMEK ZORUNDAYIZ

Bu ülkenin asılan, halkının gözü önünde öldürülen Başbakanı’nı yani Adnan Menderes’i oynadınız. Zor bir dönem, zor bir süreçmiş… Peki, o dönemle bu dönem arasındaki farklar ya da benzerlikler ne sizce?

Bugünün siyasi aktörleri de aynı zamanda dünün referanslarıyla da siyaset üretiyorlar. Hesaplaşmalarına veya mevzilerine onları da dâhil ederek strateji üretmeye niyetli görünüyorlar. Kimilerinin hoşuna gidebilir; ama bu hesaplaşmanın ülkenin geleceğine ipotek koyduğunu; artık sürdürülebilir olmadığını; hiç değilse asgari müştereklerde çatışma alanları yaratılmaması gerektiğini görmek gerek. Bu iyi bir şey değil ve bu ülkenin de hayrına değil. Başkalarının arzusuyla örtüşebilecek kalıcı çatlakların oluşmaması için yeni söylemler geliştirmek zorundayız.


“KEŞKE BÜTÇEM OLSA BİR AN DÜŞÜNMEDEN ATATÜRK’Ü OYNAR VE ÇEKERDİM”


Adnan Menderes’i oynadınız peki onun dışında hangi siyasiyi ya da döneme damga vurmuş bir ismi oynamak isterdiniz?

Atatürk’ü çok isterim. Cumhuriyetin ilanından, vefatına kadar geçen süreçteki duygularına, ideallerine, hedeflerine; ya da kırgınlıklarına dair ne varsa, yeniden yorumlayabilmek için... Ekonomik kaynağım olsa, bir gün bile kaybetmem, yapımcısı olurum. Diğer yandan, siyasi ya da değil, yaşayan bir karakterle ilgili film yapmaya; ya da yapılması planlanan bir filme dair teklife sıcak bakmam. Girmem de!

Sanatçıların siyasi bir duruşu olmalı mı olmamalı mı?

Politik bir duruşu olabilir! Bana göre olmalıdır da ama mevcut siyasal partilerin taraftarı veya üyesi olarak değil. Onlarla organik bir bağ kurmadan!

“ÜKESİNE SEVDALI, ÖTEKİLEŞTİRMELERE KARŞI BİR ADAMIM”


Mehmet Aslantuğ, oyunculuğunun yanı sıra hayata dair yorumlarıyla da dikkat çeken bir isim. Sizin durduğunuz yer neresi?

Öteki yaratmayan, İnsan hak ve özgürlüklerine taraf, ülkesiyle aidiyet buhranı yaşamayan; bölünmeyi düşlemeyen/istemeyen; etnik, mezhepsel, kültürel farklılıkları/kimlikleri, yurttaşlık bilinci ve çağdaş/eğitimli insan seviyesiyle sarıp sarmalamaya inanan; Bili kapitalizmin kâr anlayışının da kontrol/revize edilmesi gerektiğini düşünen bir yer!

“AHMET KAYA DURUŞUM ASGARİDEN BİR İNSANLIK TAVRIYDI”


Duruşunuzu sordum ama aslında sizin hiç de ülkenin unutamayacağı bir duruşunuz oldu. Malum magazin gazetecileri gecesinden bahsediyorum. O gece kafasına çatal bıçak fırçalatılan Ahmet Kaya’ya nasıl kalkan olduğunuzu hepimiz biliyoruz. Bir de ‘ulan hepiniz oradaydınız’ tartışması var. “Ya da pişmanız” diyenler vs… O geceden size ne kaldı, payınıza ne düştü?

Kendi adıma bir meziyet değil ki, geriye ne kaldığını tartayım! Asgariden bir tavır. İnsanlık adına, yurttaşlık adına, ezeli ebedi bir ortak hukuk adına! Pişmanlıklarsa, yeniden sınava girdiği zamanlarda bir anlam kazanır. Ümit ederim ki öyle olur!

Ahmet Kaya ile sonrasında hiç görüşme şansınız oldu mu, bir de rahmetli ile bir dostluk ahbaplığınız var mıydı? Dinler miydiniz kendisini?

Dinlerdim elbette... O gecenin dışında bir muhabbetimiz kısmet olmadı. Sonradan da olmadı...


“ÜLKEDEN KAÇIŞ HİÇBİR VATAN EVLADINA YAKIŞMAZ”


Ülke geleceğine nasıl bakıyorsunuz, umutlu mu yoksa karamsar mı?

Umutlu olmaktan başka bir duyguya yenilemeyiz! Ne kendi adımıza, ne de gelecek kuşaklar adına. Şikâyetlerimiz de olacak, çözüm için çabalarımız da... Değerli olanı üretmekle, kurnaz ve açgözlü rantçılık arasında çelişkiye yer yok! Anadolu evlatları olarak; örneğin İstanbul’da olası bir deprem için zaten çok az kalmış, neredeyse kalmamış kamuya ait toplanma alanlarına bile göz diken acıkmış/doymamış inşaat tacizine; bitmeyen, bitirilemeyen bir iç göç sonrası gelenek haline gelen ve yaşadığı şehre sevgili/saygılı davranmayan, bize ait durmayan/yakışmayan vandallıklarla mücadele edeceğiz. Hak, hukuk ve adalet başlıklarında yaşanan salınımlara rağmen umudumuzu yitirmeyeceğiz. Yarınlarımız için, iç ve dış barışın tesis edilmesi için ses vereceğiz, ter dökeceğiz. Bu emeğin ille de siyasi kamplaşmaya ihtiyacı da yok, başka bir kaçış eylemi de, cümlesi de hiçbir vatan evladına yakışmaz.

SANAT DOĞASI GEREĞİ MUHALİFTİR


‘Sanatta özgürlük var mı?’ Sanatçılar kendilerini rahatça ifade edebiliyorlar mı, korkmadan çekinmeden konuşabiliyorlar mı?

Dünden bugüne görece artıp azalarak değişiklik gösterse de, sanat ve sanatçının dolaylı/dolaysız bir baskıyla yaşadığı aşikâr. Sanat doğası gereği muhaliftir. Muhalif partili değildir, muhaliftir! Tüm iktidarların olası sapmalarına, yanlışlarına bir taraftar gibi kayıtsız, sessiz kalamaz! Bu nedenle de bu türden çabaları yönetim erki tarafından bastırılmaya, sindirilmeye çalışılır. Dolaylı ya da dolaysız... Ancak sanatın, yaratıcı ve incelikli tavrını terk edip, hakaret ve küfürle hareket etmesi de mümkün ve doğru değildir. Değerinden kaybeder, yozlaştırır!


YAKIŞIKLI FİLAN DEĞİLİM


Türkiye’nin en yakışıklı, başarılı ve beyefendi oyuncularından bir olarak görülüyorsunuz. Siz kendinizi nerede ve nasıl görüyorsunuz. Kendi tarifinizi nasıl yaparsınız?

Yakışıklı filan değilim, onu geçelim de. Başarılı olmak da izafi bir durum. Anlaşıldığınız kadar varsınız; ya da algıya serviste kusur etmediğiniz kadar başarılısınız! Beyefendilik meselesine gelince... Bunu ben ölçemem; ama terbiyeli olmak, olmazsa olmaz bir kültürel mirastır bize. Hayatı yozlaştırıp kabalaştıranlar, “yapaylık/sahtelik” olarak tanımlasalar da bizim gerçeğimiz budur. Sınırın nerede bittiğini tartmak isteyenler, görmekte de zorlanmazlar şüphesiz!


Her rol bu kadar mı yakışır bir aktöre dedirten, birçok genç kızın hayallerini süsleyen bununla birlikte mükemmel evliliğiyle örnek olan sanatçı... Diyorlar sizin için… Nedir bunun sırrı?

Aynı fikirde değilim. Benim payıma düşen veya aldığım sorumluluklar itibarıyla elimden geleni yapmaya çalışıyorum. Janjanlı bir durum yok yani!

56 yaşındasınız ama hiç göstermiyorsunuz, nedir bunun sırrı?

O kadar oldu mu ya?... Farkında değilim, belki de o nedenledir (Gülüyor)



Elbette yaşınızı göstermiyorsunuz ama peki hiç yaşlanma bunalımına girdiğiniz ya da o korkuyu yaşadığınız anlar oluyor mu kendi iç dünyanızda?

Son yıllarda başladı galiba! Bu korkuları, bunalımları engelleyebilecek birtakım zihinsel egzersizlerim, yaşama sevincini tazeleyebilecek hobilerim var diye umut ediyorum. Umarım kendimi kandırmıyorumdur!

Kendinizde beğendiğiniz en önemli özellik ve sevmediğiniz yanlarınız?

Tembel değilimdir; ama kişisel gelişim serüvenimde hatırı sayılır ihmallerim var malesef!

Ses tonunuz çok güzel, konuşurken sözcükleri özenle seçmeniz herkesi kendinize hayran bıraktırıyor. İyi şiir okumanın yanı sıra duyduğuma göre güzel de türkü söylüyormuşsunuz!

Sezen Aksu’nun şarkısı düştü aklıma şimdi! Hani, “Bahaneydi” ile başlayan ve “Eskidendi”ye devam eden... Sanırım Murathan Mungan ve Yıldırım Türker’in sözleriydi. Ne de güzel bestelenmiş ve söylenmişti. Velhasıl, bahaneydi ve eskidendi!

Neden bir albüm düşünmediniz hiç?

Düşündüm; ama hep “geniş zamanlar” umdum. “Çirkindi dar vakitlerde” bir albüm hazırlamak!

“ANLAM YÜKLEMELERDEN YORGUNUZ”


İlişkilerin günden güne sahteleştiği böylesi bir çağda hâlâ aşkın, sevginin ve sadakatin varlığını kanıtlayacak bir evliliğe sizinle tanıklık ediyoruz. Nedir Arzum Hanım ile bu istikrar ve bozulmayan büyünün sırrı?

Yapmayın n’olur!.. Yorgunuz üstelik daha çok, bu anlam yüklemelerden, tanımlamalardan... Vallahi kastımız da, niyetimiz de bu değil. (Gülüyor) Yani, “Bakııın!” demek...



“ARZUM İLE UFAK TEFEK BEDELLER ÖDÜYORUZ”


20 yılı aşkın süren bir evlilik dile kolay… Nazara gelmekten korkarsınız sanırım?

Belki ufak tefek bedeller ödüyoruzdur, kim bilir! Toplam olarak birlikte çeyrek yüzyıllık olmak üzereyiz. Hayırlısı.

Sizin için Türkiye'nin Angelina Jolie-Brad Pitt ikilisi derlerdi. Kadın çok güzel, adam da yakışıklı. Arzum Hanımı çok kıskanır mısınız ya da o sizi?

Yok artık! Bu kadarını taşıyamam. Bu soruyu yanıtsız bırakma hakkımı kullanacağım (Gülüyor)

“BOŞANMAMIZA YARDIMCI OLMAYA HEVESLİ ÇOKTU”


Sürekli basında “ha boşandılar ha boşanacaklar” haberleri yapıldı durdu, şükür ki bu olmadı… Hakkınızda defalarca "Boşanıyorlar!" haberleri çıksa da her zaman, her şeye rağmen sizi samimi gülümsemeleriniz ve mutluluk pozlarınızla gördük. Neden böyle haberler çıktı?

Yardımcı olmak istediler herhalde (Gülüyor) Bu kadar yük fazla gelir çocuklara diye düşünmüş olabilirler mi acaba? Bizim kuşaktan destek veren bir çift de yoktu galiba!...

Çok iyi bir eş olduğunuz söyleniyor, peki iyi bir baba mısınız?

Bize geç, ölüme erken davranmış bir babanın çocuğuyum. Oğluma dair her şeyi, el yordamıyla ve çocuk kalbimin duygularıyla yönettim sanırım. Ne kadar iyi olduğumu zaman söyleyecek belki de...

Babanız yaşamını yitirdiğinde siz 4 yaşındaymışsınız, bunun eksikliğini eminim çok yaşadınız.

Gittikçe daha çok!

BABASIZKEN HAYATA İNSAN EKSİK, EZİK, KÜSKÜN! BAŞLIYOR


Nasıl bir çocukluktur kim bilir, bir yanınız hep eksik hayata başlıyorsunuz?

Aynen öyle... Adını koyamasanız da öyle başlıyorsunuz. Eksik, ezik, küskün!

Ben sizin buralara yükseliş serüveninizi de aslında çok merak ediyorum. Yazılan çizilenin dışında… Zorlu muydu merdivenleri tırmanmak?

Tamahkâr olmadım. Biraz hayatın akışına da bırakmış sayılırım. İrade kullandığım zamanlar; ya da tercihlerimin peşine düştüğüm yaşlar 25-30’la başlar daha çok.

Can nasıl bir evlat size göre?

Çok şükür!

Sizin gibi iyi bir oyuncu olmasını ister misiniz?

Bizim işin mutfağında olmak için çalışıyor, son birkaç yıldır. Bazı çalışmalara katılıyor ve yaz kamplarını buna göre şekillendiriyor. Oyunculuk için de eğitim alması iyidir, donanımını tamamlar. Yapıp yapmaması O’nun tercihine bağlı artık.


“ARZUMLA ÇEYREK ASIRLIK AŞKIMIZA, YILLAR DERİNLİK KATTI”


Sizin gözünüzden ve yüreğinizden Arzum Hanım’ı dinlemek isterim. Hala âşık mısınız?

Anladım! Peki, birkaç soruyu ustalıkla geçiştirdim. Bari bu soruda biraz döküleyim! Bilirsiniz... Yıllar başka bir derinlik katar; umursayan, emek veren, tartmaya sürekli meyil etmeyen her aşka... Ama bir arada, ama birbirine uzak diyarlarda... Aşkın zaman zaman en çok ihtiyaç duyduğu şey, ona yine zaman tanımak olsa gerek! Yoksa ayrılık da olur elbette, hem de “sevdaya dahil” türünden; ama sevdaya dahil olacaksa ayrılık, taammüden cinayet olmaz mı aşka? Bir kez daha söyleyeyim şu sihirli cümleyi: Dilerim, ne demek istediğim anlaşılmıştır!

Rahatsızlığında çok zor bir süreç geçirmiştiniz….Nasıl izler bıraktı o günler sizde?

Geçti gitti çok şükür...

Tam bir deniz aşığıymışsınız. Yazın da zamanınızın çoğunu teknenizde geçirirmişsiniz. Hatta tekneyle dünya turu yapma hayali varmış, ne durumda bu hayal?

Önce hayalden başlayayım. Olmadı henüz! Belki bunun için de “geniş zamanlar” ummuştum kim bilir. (Gülüyor) Deniz dair, yıllar içinde kısmen benzerlerini kurduğum cümlelere müracaat edeceğim yine, izninizle...Bizim çocukluğumuz, kayıklara direklerin artık dikilmediği yıllara denk düşmüştü. Pancar motorların işgaline doğmuş, kamyonların istilasını görmüştük. Demiryolunun kilometrelerce suya paralel gittiği bir hatta büyümüş çocukluğumuza; ne denizin; ne de tren istasyonlarının türküsünü öğrettiler. Biz kavradık bir gün, aniden; Sait Faik’le, Nazım Hikmet’le, Cevat Şakir’le birlikte, önce onları anlayarak! O zaman tanıdık rüzgârı da, şarkısını da... Severek başlamak yetiyordu ve fırtınaların da lâfı olmazdı. Koca bir hayatı adamaya hazırdık, adadık!

Yeni projeler var mı bu arada?

Olacak... Olmalı

FİLME DAİR DETAYLAR:

Guyaseddin, babası Alaattin Keykubat’ın zehirlenerek öldürülmesi üzerine tahta geçmiştir. Fakat o, babası gibi yetenekli bir devlet adamı değildir. Bu durum Moğol baskılarının artmasına neden olur. Emir Celaleddin Karatay bu baskılara karşı halkı büyük bir direnişe hazırlamayı planlar. Tüm tecrübesi ve gücü ile direniş hazırlıklarına başlayan Celaleddin Karatay, gencinden yaşlısına, kadın erkek demeden Anadolu’nun sessiz kahramanlarını da yanına alır.

Yönetmenliğini Selahattin Sancaklı'nın üstlendiği filmin oyuncu kadrosunda Mehmet Aslantuğ, Fikret Kuşkan, Yurdaer Okur, Burcu Özberk yer alıyor. Anadolu Selçuklu Devleti'ni yıkmak için yola çıkan Moğollar ile devleti korumak için savaşan Celalettin Karatay ve Ahi Evran'ı konu alan "Direniş Karatay" filminin çekimleri, Konya'da kurulan özel platoda tamamlandı. Yapımcılığını Ertuğrul Fındık ve Selman Kayabaşı'nın yaptığı, tamamı Konya’da ve Selçuklu dönemine ait Hollywood standartlarında tasarlanmış Türkiye’nin en büyük platolarından birinde gerçekleşen 'Direniş Karatay'ın çekimlerinde savaş sahneleri içinse blue box stüdyosu kullanıldı.

Kösedağ Savaşının beyazperdeye yansıması olarak gerçekleşen ve Türk Sinema tarihi açısından en görkemli savaş sahnelerinden biri olarak çekilen savaş sahnelerinde 1000'e yakın özel tasarım ok, yay, kılıç, mızrak ve kalkan kullanıldı. 65 bin metrekare kapalı alanda gerçekleşen stüdyo çekimleri esnasında savaş sahneleri için uluslararası standartta 45 kişilik dublör ekibi özel koreografileri ile görev aldı. Ayrıca savaş sahneleri çekiminde sette 500 kişi görev aldı.

66 bin m2 kapalı, 20 bin m2 açık olmak üzere toplamda 86 bin m2 alana kurulan Direniş Karatay film platosu, aynı zamanda kurulan ilk Selçuklu platosu olma özelliğinde. Kılıçarslan Köşkü, Sultan Kapısı, Ertaş Kapısı gibi tarihî yerlerin gerçeğe yakın prototiplerinin bulunduğu plato, KTO Karatay Üniversitesi’nin ruhunu oluşturan Karatay Medresesi’ni de içinde barındırıyor. Platonun sokaklarında ise, döneme ait kasap, manav, fırıncı, kumaşçı ve benzeri meslek sahiplerinin dükkânları bulunuyor.



Haberin Devamı