Cumartesi Postası 'Nadir bulunan taşları pırlantaya tercih ederim'

'Nadir bulunan taşları pırlantaya tercih ederim'

Paylaş
'Nadir bulunan taşları pırlantaya tercih ederim'

Alman gelin Tina Christa Sezer'in hayatı 'Tina Jewellery' markasıyla ürettiği mücevherler kadar ilginç...

Röportaj: Seral Cumalı

scumali@posta.com.tr

Tina Christa Sezer’i ‘Tina Jewellery’ markasıyla ürettiği mücevherlerden tanıyoruz. Çok sevdiği ve pırlantaya tercih ettiği doğal taşlarla yarattığı mücevherlerin öyküsü, Tina Christa Sezer’in hayat öyküsü kadar ilginç. O’nu Almanya’dan İstanbul’a getiren büyük aşk 46 yıldır devam ediyor.

17 yıl önce Nuruosmaniye’de 18 metrekarelik bir dükkanda yapmaya başladığı mücevherleri ise bugün Fransız oyuncu Jeanne Moreau, Amerikan eski başkan yardımcısı Al Gore’un eşi Tipper Gore, Estee Lauder’in torunu ve şu an markanın başındaki Aerin Lauder, Woody Allen’ın eşi Soon Yi takıyor. Tina Christa Sezer’le Nuruosmaniye’den sonra Nişantaşı Abdi İpekçi’de açtığı yeni mağazasında buluştuk...

Sizi Almanya’dan İstanbul’a getiren aşk hikayesi nasıl başladı?

Otelcilik okuyor, ufak bir otelde staj yapıyordum. Şehirde uluslararası bir folklör festivali vardı. Otele genç bir grup geldi. Normalde bizim otele gelemezlerdi ama yer bulamamışlar. Saat 03.50 olmuş, yemek de yememişler. Otel gençleri almak istemiyor. Patrona “Yazık, açlar da; alsak ne olur?” dedim ve ikna ettim. Gençler hemen yemek salonuna geçtiler. Yemek yerken sürekli ekmek istiyorlardı. Almanlar ekmek yemezler; bizim aşçı bu duruma çok kızdı “Ne olacak yesinler, ekmek bayatlayacak, atacaksınız” dedim ve masaya ekmek götürdüm. Gruptakiler “Buyurun oturun” dediler.

Oturdunuz mu?

Böyle bir şey mümkün değil, otelde çalışıyorum. Grupta iki kız da vardı, bugün benim en iyi dostlarımdır onlar. Ben aslında o kızlarla tanışmak istedim ama eşimle tanıştım!

Nasıl başladı aşk?

Bir Türk trenin altına koyduğu tahtanın üzerinde gizlenerek İstanbul’dan Münih’e kadar geldi. Almanya’ya kaçak girmeye çalışmıştı. Polis onu fark etti ve aldı. Otele gelen bir polis, “Burada bir Türk var mı tercüman arıyoruz” dedi. Sonradan eşim olan Utku gitti ve döndüğünde bize olanları anlattı. Kaçak Türk açmış, hemen mutfağa gittim, yemek hazırlattım; “Türkler yemez, domuz olmasın” dedim. Aşçı “Ne lüzum var yemek göndermeye?” diye karşı çıktı. “İcap ediyorsa ben öderim” dedim ve kaçak Türk’e yemek yolladık. Eşimle tanışmamız böyle oldu. Eşim, “Senin o merhametin beni etkiledi” diyor.

Sonra neler yaşadınız?

Almanlar’dan uzaklaştım, Türk grubumla dolaşmaya başladım. Hepsi Almanya’da öğrenciydi. Bir gün çok ağladım. “Niye ağlıyorsun?” diye sordular. “Bir gün sizin gruptan ayrılmak zorunda kalacağım. Siz ülkenize döneceksiniz” dedim. Grubumuzdan sonra hiç ayrılmadım. Arkadaşlık burada devam etti. Bugün de çok iyi arkadaşız.

Türkiye’ye gelirken tereddütleriniz var mıydı?

1964’te ilk kez Türkiye’ye geldiğimde talebeydim. Eşim de Almanya’da kimya okuyordu. Birlikte geldik. 64’te Türkiye çok farklıydı, keşke öyle kalsaydı.

Öyle mi düşünüyorsunuz?

Tabii arıyorsunuz.

Neyi arıyorsunuz?

Kahve satan yerlerden geçerken kaç metre önce kahve kokusunu almaya başlardınız. Bugün bu kokular yok artık. Her şey daha basit ama çok daha güzeldi. Her zaman modern olan en iyisi değildir. Ben burada eski şeyleri arıyorum. İnsanlar da çok farklıydı, şimdi çok kozmopolit oldu İstanbul.

Eşinizin ailesiyle kültür farkı yaşadınız mı?

Kayınbiraderlerin birisi doktor, diğeri avukattı. Doktor olan sonra Santral Çorbaları’nı üretti. Kayınpederim zamanın ünlü ailesi İpar’ların hukuk müşaviriydi. Para değil ama kültür bakımından çok zengin bir aile eşimin ailesi. Selva Yenge, Abdi İpekçi ile İstanbul Ekspres gazetesinde çalışıyordu. Bütün ilkokul kitaplarını babası yazmıştı. Çok değerli bir aileye gelin geldim, hiç yabancılık hissetmedim. Onları çok çok sevdim. Eşime çok aşıktım. Ama hakikaten çok rahat ettim. O insanlarla birlikte olmaktan çok büyük keyif aldım. Ailede kimseden bir yüksek ses duymadım. Hepsi çok kibar insanlardı. O insanlara çok özlem duyuyorum. Türkiye’yi de bana çok güzel tanıttılar.

Sizin ailenizin içi de rahat mıydı?

Biz evlendiğimizde rahmetli amcamla babam gelmişti. Doktor olan ağabey büyük bir davet vermişti. Babam aileyle tanışınca, “Ben artık gelmem, içim rahat çünkü herkes çok çok iyi” dedi.

İlk başta çok tedirgin olmuşlar mıydı?

Tabii oldular. Annem önce çok ağladı. Fakat eşimi tanıdıkça onu çok sevdiler.

Türkiye’deki çalışma hayatı nasıl başladı?

40 sene evveldi, bir arkadaşım vardı, onun eşi çalışmasına izin vermiyordu. Benim eşim bir gün aynen şöyle dedi: “Tina da Türkleşti, Türk hanım gibi oldu, çayları seviyor, artık çalışmak istemiyor.” Bunun üzerine ben pazartesi günü temizliği bitirdim, salı günü iş aramaya çıktım, hemen o gün buldum.

Nerede iş buldunuz?

Besim Tibuk’un turizm şirketinde. Nuruosmaniye’de Bazaar 54 diye mağazası vardı, orada 14 sene çalıştım. Sonunda Bazar 54’te bir yere kadar gelebilirim, kendi işimi kurmam lazım diye düşündüm. Takı tasarlamaya çok amatörce başladım. Geçim derdim yoktu, eşim kimya mühendisiydi ve Sabancı Holding’de müdürdü. Bu nedenle rahat rahat mücevher işini geliştirebiliyordum.

Kendi işinizi nasıl kurdunuz?

Gece yarısına kadar bir atölyede bu işi öğrenmeye çalışıyordum. Gece yarısı eve dönerdim. Atölyedekiler beni taksiye bindirirlerdi, sokaklarda sadece köpekler olurdu. Bu işi çok iyi öğrenmek istiyordum. Taşları öğrendim ve Nuruosmaniye’de 18 metrekarelik bir yer açtım. Fuarlara gittim, bu konunun uzmanlarıyla görüştüm, bilgi sahibi olmak için çok çalıştım. Kızım Esra, Boğaziçi Üniversitesi’nde uluslararası ilişkiler okuyordu, insan ilişkileri çok iyiydi ve bana “Anne bu mesleğe ben de çok ilgi duyuyorum” dedi ve taş bilimi okudu. Hakikaten çok iyi bir seçim yaptı, ben de bu işi yavaş yavaş ona devretmek istiyorum.

Nuruosmaniye, Kapalıçarşı kuyumcuları genelde erkek. Sizi kolay kabul ettiler mi?

“Bu kadın ne istiyor?” diye arkamdan güldüler. Eşi konsolos bir arkadaşım vardı, birkaç sene sonra geldiğinde beni tebrik etti. “Tina farkında değilsin, bu yolda yıllar önce seninle yürüdüğümüz zaman herkes arkandan alaycı bir şekilde gülüyordu. Ben sana söylemedim, farkında değilsin. Şimdi herkes ceket ilikliyor” dedi. Kimse beni başlangıçta bir kadın olarak ciddiye almadı. Ama şimdi çok iyi dostlarım var. Benden şimdi övgüyle bahsediyorlar.

Baştan beri mi yarı değerli taşlarla mücevher yapıyorsunuz?

Başlangıçta param olmadığı için en pahalı taşlar olan zümrüt, safir ve yakut yerine lapis aldım. Ama lapisin en iyisini kullandım. Türkiye’de hiç tanınmayan ve olmayan taşları getirdim.

Hangi taşları?

20-25 sene önce pırlanta ve elmasın yanısıra safir, zümrüt, yakut tanınmış taşlardı. Taşın en iyisini kullanmak istiyordum ama o kadar param olmadığı için Almanya’da bir arkadaşımla farklı bir taş kesimi yaptık. O kesim çok başarılı oldu. Ondan yaptığım mücevherleri Fransız oyuncu Jeanne Moreau, Amerikan eski başkan yardımcısı Al Gore’un eşi, Estee Lauder’in torunu ve şu an markanın başındaki Aerin Lauder, Woody Allen’ın eşi Soon Yi aldı. Çünkü onların zaten her şeyi var, onlar değişik bir şey arayışında. İşte ben o değişik arayışa karşılık veren bir mücevher işine girdim. Benim başarım bu.

Neydi o taş ve kesimin özelliği?

Mesela aquamarine. Ama benim kullandığım aquamarine opak yani transparan değil. Belli yerine kesim yapıyoruz, diğer bölümleri naturel, yani nasıl kırılıyorsa öyle bırakıyoruz. Çok güzel bir koleksiyon yaptım bu kesimle ve çok tutuldu, tanındı. O kesimi görünce, “Bu Tina’nın” deniliyor.

İlk lapis mi kullandınız?

Bana şans getiren ilk taş lapis oldu. Önce lapis yaptım, sonra koleksiyona aquamarine, oniks, firuze, turkuaz kattım. Brezilya’dan, İran’dan, Afganistan’dan, dünyanın her yerinden geliyor taşlar. Ametis ve rutil çok kullanıyorum. Ametis Türkiye’de tanınıyor ama rutil pek tanınmıyor. Çok tanınmayan taşları kullanmayı seviyorum. Rutili 17 senedir kullanıyorum, geçen gün Cartier’de gördüm. Herkes arayış içinde, yeni bir şey sunmanız gerekiyor.

Sizin için bu taşlar galiba pırlantanın önünde?

Pırlanta en çok bilinen taş. Çok da var; her zaman bulabilirsiniz. Ama bugün bir burma yakutunu ararsanız çok zor bulursunuz. Bazı taşlar o kadar azalmış ki. Bir gün geliyor o taşlar bitiyor. Onun için bazı taşlar pırlantadan çok çok değerli. Beni pırlanta etkilemiyor. “Nerede hangi taşı bulurum” fikri etkiliyor. Mesela laventa jade var, çok nadir bulunur. Sadece dört tane buldum, bir daha bulamadım. Bulduğum o dört taneyle 4 mücevher yaptım. “Bir an önce satayım” diye de beklemiyorum! Kunzit mesela çok değişik bir taş, ondan da bir tane buldum yüzük yaptım.

Bu doğal taşları kullanıyorsunuz, doğa olayları bu taşların fiyatlarını etkiliyor mu, ya da bulmanızı zorlaştırıyor mu?

Etkiliyor tabii. Mesela Afrika’da sel oldu, tanzanit fiyatları fırladı. Bu tip şeyler yaşanıyor.

Siz taşları Afrika’dan, Afganistan’dan getiriyorsunuz. Türkiye’de yok mu?

Türkiye çok zengin bir ülke. Taşlar var, daha da güzelleri çıkacak. Şimdi yeni bir koleksiyon yapmayı düşünüyorum. Türkiye’de çıkan bir taşla bu koleksiyonu yapacağım. Çok farklı bir koleksiyon olacak. Ama taşın ne olduğunu şimdi açıklamak istemiyorum.

Sizin mücevherlerin bir özelliği de değişik şekillerde takılması. Kaç şekilde takılabiliyor?

Mücevher pahalı bir şey. Çok paran varsa almak kolay. Ama herkesin çok parası yok. Mesela bir öğretmen de koşullarını zorluyor ve mücevher alıyor. Ben o yüzden biraz daha fonksiyonel olmasını istiyorum. Mesela benim koleksiyonumda bir broş ara parçalarla kolye olarak da kullanılabiliyor.

Burada her şey tek mi?

Birçok şey tek.

Mücevherleriniz yurtdışında satılıyor mu?

Amerika ile başladım, şimdi Dubai’ye yolluyorum. Dubai Emiri’nin ailesine yolladık, bakıp seçecekler.

Bizde bir söz vardır; “Alman disiplini” diye. Bunun işleri bu kadar ilerletmenizde rolü ne?

Bir ustam vardı, çok temiz ve iyi çalışırdı ama biraz uçuktu. Bir gün benimle çalışmak istemediğini söyledi. “Tamam gel hesap keselim ama neden benimle çalışmak istemiyorsun?” dedim. “Aman Tina Hanım çok titizsiniz, her dakika bir kusur buluyorsunuz” dedi. O’na; “Sen Amerika’ya gitmeye özeniyorsun, o zaman bu titizliğimi kabul edeceksin” dedim. Şimdi Amerika’da Tiffany’de çalışıyor... Alman gelin Tina Christa Sezer’in hayatı ‘Tina Jewellery’ markasıyla ürettiği mücevherler kadar ilginç... ‘Nadir bulunan taşları pırlantaya tercih ederim’ Fotoğraf: Muzaffer

5

Haberin Devamı