Selcen Doğan Ağakay Ömür Hanım'dan futbola dair inciler
HABERİ PAYLAŞ

Ömür Hanım'dan futbola dair inciler

Haberin Devamı

Ömür Gedik’in bir ‘sinema eleştirmeni’ olarak yazdığı yazıları okurum, film eleştirilerini beğenirim. Ama alanının dışına çıktığı zaman yazdıklarının, film eleştirileri kadar ‘derin’ ve ‘isabetli’ olmadığı kesin.
Misal, ‘Maçta Küfür Olur!’ başlıklı yazısına inanamadım. Gedik, küfürsüz bir futbol düşünemediğini, maçlarda edilen küfürlerden zerre kadar rahatsız olmadığını yazmış. Hatta insanların bu yolla deşarj olduklarını görmek hoşuna gidiyormuş. Antidepresan almaya gerek yokmuş, haftada bir maça gitmek yetermiş. Üstelik bazı küfürler o kadar esprili, hatta sanatsal oluyorlarmış ki, Ömür Hanım’ın zekası okşanıyormuş.
Şaka değil, gerçek. Ömür Hanım kelimesi kelimesine yazmış bunları. Hani İsveç’te yaşasak tamam ama Türkiye şartlarında böyle düşünebilmek ve yazmak için hakikaten olan bitenden bihaber olmak gerek. Statta küfür olması demek, statta kadınlara, çocuklara yer olmaması demek. Statta küfür olması demek, kavga demek, şiddet demek -ki biz bunun fazlasını yaşadık- taraftarların yaralanmalarına, hatta ölümlerine şahit olduk.
Bir zamanlar numaralı tribünler daha düzgün, kaliteli bir topluluk anlamına gelirken, son yıllarda numaralılarda sık sık kavga çıktığını, dayak olaylarının yaşandığını görüyoruz. Bırakın numaralıları, localar bile kabadayılar, lümpen tiplerle dolu artık.
Ezcümle, böyle bir futbol ortamındayken küfrü övmek, yüceltmek, hele de bir kadın olarak bunları savunmak, futbola hâlâ ‘Ne güzel küfredip deşarj oluyoruz’ sığlığında yaklaşmak Allah aşkına hangi akla hizmet?

Bu Hürmüz ‘çatlak’ kontenjanından
Ezel Akay’ın, son filmi ‘7 Kocalı Hürmüz’ü anlatırken ‘kadın’ı ön plana çıkaran, kadın egemenliğinde bir film olduğunu belirtmesi dikkatimi çekti. Filmde ayrıca çok az bilinen kadın argosu kullanılmış, ki bu da filme daha bir eğlence katmış.
Kadın bakış açısından yola çıkan, ‘kadın’ın ön planda olduğu bir film çekilmesi iyi hoş da, filmdeki kadınların bu denli ‘isterik’ tipler olması şart mı? Benim bildiğim ‘Hürmüz’ gayet rasyonel düşünen, stratejik hareket eden, aklı başında ve fettan bir kadındı. Zaten onu çekici kılan tam da böyle bir kadın profili çizerken yedi kocayı birden idare etmesiydi.
Ezel Akay
’ın filminin fragmanında gördüğüm ‘Hürmüz’ ise ciddiye alınmayacak kadar ‘çatlak’ görünen, fazlasıyla ‘isterik’, ‘sansasyonel’ bir karakter. Yani filmde, oyundakinin tam tersi bir mantık işliyor. Oyundaki Hürmüz ‘aklıyla’ yedi kocayı idare ediyor, filmdeki ise o kadar ‘isterik’ ki; yedi koca ona ancak yetiyor.
Sadece ‘Hürmüz’ de değil, kankası ‘Safinaz’ da en az onun kadar abartılı bir karakter olarak karşımıza çıkıyor. Karakterlerin bu denli karikatürize tipler olmaları, büyük ihtimalle seyirciye ulaşma kaygısından kaynaklanıyor.
Bütün bunlarla beraber, 7 Kocalı Hürmüz, sıradışı bir yönetmenin elinden çıkmış, sıradışı bir film olarak dikkat çekiyor ve Hürmüz rolündeki Nurgül Yeşilçay ile Safinaz rolündeki Gülse Birsel illa ki merak uyandırıyor.

İyisiyle kötüsüyle biziz işte
İnsanın yaşadığı ülkeyle ilgili olumsuz yorumlar duyması hoş bir durum değil, kabul. Ama bu yorumlardan hoşlanmamamız bu olumsuzlukların var olmadığı anlamına gelir mi? Bugün turistik rehber kitaplarında Türkiye’yle ve İstanbul’la ilgili yazılanların toptan yanlış olduğunu kim iddia edebilir ki?
Turistleri en uzun yoldan götürmeye çalışan taksicilerimiz, yankesicilerimiz, tek başına seyahat eden turist kadınları avlamaya çalışan profesyonel(!) erkeklerimiz, yabancı kadınların hepsinin fahişe olduğunu düşünenlerimiz, tuvaletlerimizin durumu, bunların hepsiyle ilgili uyarılar var rehber kitaplarda. Ama bu kitapları yazanlara Türkiye’yi yerin dibine batıran rehberler muamelesi yapmak doğru değil.
Bugün biz bile çekinmiyor muyuz taksicilerden? Yankesici korkusundan sarılmıyor muyuz oturduğumuz yerde çantalarımıza? Tek başına seyahat eden yabancı kadınların başlarına gelenler ortada. Keza tuvaletlerimizin durumu da.
Tamam, olağanüstü güzellikleri olan, büyülü bir ülkede yaşıyoruz. Zaten olumsuzlukları yazan kitaplar da teslim ediyor güzel taraflarımızı. İstanbul’un çeşitli bir meze tabağı gibi farklı ve karışık olduğunu, kentin üzerindeki gizemli örtünün altında bambaşka örtülerin gizlendiğini de yazıyorlar. Ne ki biz genelde bir şeyin ya toptan iyi ya da toptan kötü olduğunu düşünürüz. İyilerimiz alabildiğine kusursuz, kötülerimiz alabildiğine berbattır bizim. Oysa her yerde olduğu gibi bizde de siyahlar ve beyazlar bir arada barınır. Bunda kızacak, bozulacak bir durum yok. İyiler de kötüler de, siyahlar da beyazlar da pakete dahil(!).

HAFTANIN NOTLARI
Bahreyn’de Adalet ve İslam Bakanlığı’nın üç camiye ezan okuması için kadın müezzin ataması ülkede siyasi krize neden olmuş. Konu sadece Bahreyn’de değil, diğer İslam ülkelerinde de şok yaratmış ve çok tepki almış. (Konu ‘kadın’ olacak da siyasi kriz çıkmayacak. Mümkün mü! Kadınların siyasi özne olarak var olamadığı yerlerde ‘kadın’ üzerinden siyaset yapılması alışıldık bir durum. Kadının kendisi siyasetin bir parçası olamıyor ama genellikle siyasetin çok önemli bir teması oluyor. Ne ki bu duruma aşina olduğumuz için artık bu tür haberler bizde şok bile yaratamıyor!)

Sunduğu televizyon programında dizilerdeki öpüşme sahnelerine değinen Müjde Ar, bu sahnelerin eleştirilmesine karşı çıktığını belirtmiş ve öpüşme sahnelerini desteklediğini söylemiş. (Bazen bazı şeyleri öyle bir hararetle ve ciddiyetle tartışıyoruz ki, konunun kendisinden kopuyoruz. Ne oluyor, kim, neyi, niye destekliyor? Muhafazakarlaşan bir trendde seyrettiğimiz için mi artık dizilerdeki öpüşme sahnelerini destekleyenler / desteklemeyenler diye ayrımlara gidiyoruz, yoksa her şeyin, üzerine konuşulabilir, müdahale edilebilir hale geldiği bir dünyada yaşadığımız için mi bu hallere düşüyoruz? Sebebi ne olursa olsun, neticede komik oluyoruz.)

Sıradaki haber yükleniyor...
holder