Pazar Postası Krallarla fotoğraflarımı kartvizit olarak taşırım
Paylaş
Krallarla fotoğraflarımı kartvizit olarak taşırım

Krallarla fotoğraflarımı kartvizit olarak taşırım

Halil Kılıçoğlu (66), halterci Naim Süleymanoğlu’nu Bulgaristan’dan Türkiye’ye getiren adam. Onun özelliği bu kadarla kalmıyor. Yıllardır, bir ara oğluna devredip sonra tekrar ondan devraldığı Türkiye Triatlon (3 sporun, yüzme, bisiklet ve koşunun art arda yapılmasından oluşan spor dalı) Federasyonu Başkanı. Daha önce Güreş, Halter, Sualtı Sporları, Boks Federasyonları, Engelliler Spor Federasyonu, Herkes İçin Spor Federasyonu başkanlıkları ve Bisiklet Federasyonu Dış İlişkiler üyeliği, hatta Kırkpınar Ağalığı bile yapmış ilginç ve iddialı bir kişilik... Kütahya’nın Sabuncupınar Köyü’nde başlayan, liderlerle, krallarla dostluğa uzanan müthiş hayat hikayesi de tabii ki kendisi kadar ilginç...

Seral Cumalı

scumali@posta.com.tr

7 tane spor federasyonu başkanlığınız var; sporcu tarafınız var mı?

Boks ve güreş yaptım. Güreş yapmak mecburiyetindeydim çünkü bizim köyde (Kütahya’nın Sabuncupınar Köyü) güreş yapmayana kız vermezlerdi. Ben de en güzel kızı almak için iyi güreşiyordum.

Aldınız mı?

Bursa’dan aldım. Telefonla konuşmasını severim; bir arkadaşımı çevirirken yanlışlıkla bir bankanın telefonu çıktı. 24 yaşındayım, işin gırgırındayım; telefona çıkan hanıma, “Bana biraz kredi verebilir misiniz?” dedim. “Ben memurum, kredi bölümüne bağlayayım sizi” dedi. Ben de, “O krediyi boşver, bana kalbinden kredi verebilir misin?” dedim. “Nasıl olur?” dedi. İki ay kadar bankaya gittim geldim, Kıymet Hanım’la 2 ay içinde evlendim, bu sene 42’nci yılımızdayız.

Sabuncupınar Köyü’nden çıkış nasıl oldu?

13 yaşında iki kafadar İstanbul’a geldik. Perşembe Pazarı’nda işe başladım. Diğer arkadaş dayanamadı, döndü. Ben ise bir süre sonra, “Böyle olmaz, kendi işimi kurmalıyım” dedim.

Sizin kafadar ne oldu sonra?

Bir fabrikadan emekli olmuş. Kütahya’da yanıma bir adam geldi, “Merhaba Halilciğim” dedi. “Sen kimsin?” dedim. “İstanbul’a kaçmıştık beraber nasıl tanımazsın, arkadaşınım” deyince, “Benim arkadaşım güçlü kuvvetli olur, etrafa faydalı olur. Senin kendine hayrın yok” dedim.

Peki aynı koşullardayken siz nasıl bugünlere geldiniz?

Bir şeyler alıp sattım biraz para biriktirdim. 1970’te Almanya’ya gittim. Orada Goethe Enstitüsü’nde lisan öğrendim. Çin’li bir arkadaşım, “Seninle Çin’e gidelim” dedi; gittik. Çocuğun ailesi orada kilit, menteşe, kapı kolu yapan ve 800 kişinin çalıştığı bir fabrikaya sahipmiş. “Bizim kilitleri Türkiye’de satar mısın?” dediler, “Bende öyle sermaye yok” dedim. “Satıp ödersin” deyince kilit işinde aldık yürüdük. Rahmetli anam, “Bayramda köye gelirken boncuk getir de yeğenlerin oya yapsınlar” dedi. Çin’den boncuk götürdüm, anam, “Bunları Türkiye’de sat” deyince senede 300 ton boncuk getirdim, ‘Boncuk Kralı’ oldum. 13 yaşından sonra okumadım ama 10 tane üniversiteliyi cebimden çıkarırım. Bir iş verin, uluslararası alanda bile hemen bitiririm.

Bir, hatta iki tane olur da, 7 federasyon başkanlığı nasıl oldu?

Benim bir huyum vardır, 10 kişilik bir gruba gireyim burada lider nasıl olurum diye düşünürüm. Hemen olurum da. Yani ruhumda liderlik var. Çok iddialıyım, kaybetmeyi sevmem.

Federasyon başkanı olmak kolay mı?

25 bin lira yatırılıp aday olunuyor. Kaybederseniz o para gidiyor. Hep seçimle geldim, 32 seneden beri de hiç mağlup olmadım. 25-35 oy farkla kazanırım. Oğlum Korhan Kılıçoğlu uluslarası ilişkileri bitirdi, onu da da bir federasyon başkanı yapayım diye heves ettim. 27 yaşında, en genç federasyon başkanı olsun istedim ve Triatlon Federasyonu Başkanlığı’na aday gösterdim; 27 oy farkla başkan oldu.

Kendi başkanlığınızı oğlunuza mı devrettiniz?

Evet, sonra oğlumun dönemi bitti yine seçim geldi. Bir araştırdım, Osmanlı’da babadan oğula, oğuldan babaya taht değişikliği olmuş ama federasyonlarda olmamış. Ben bunu ilk yapacağım dedim. Yine ben kazandım ve böylece bir ilki de gerçekleştirdim.

İstediğiniz her federasyonun başkanı olmuşsunuz; bu gücü nereden alıyorsunuz?

Kazandığım zaman öyle bir hizmet yapıyorum ki, bana oy verenler “İyi ki seçmişiz” diyorlar. Devletin parasını cebimdeki paradan kıymetli tutuyorum. Onun için, belki beni sevmiyorlar ama gelen her parti, “Dokunmayın o adama” diyor. Yani her devrin adamıyım.

Beni de federasyon başkanı seçtirebilir misiniz?

Triatlon’da seçtiririm, o gücüm var.

1986’da Kırkpınar Ağalığı bile yapmışsınız. O nasıl oldu?

Bir gün rahmetli Özal, “Şu Kırkpınar’a da bir el atsana” dedi. Bunun üzerine ilk defa Kırkpınar’a gittim. Baktım ortada milli kıyafet giymiş bir ağa dolaşıyor. “Allah Allah kim bu?” dedim. “O buranın ağası” dediler. “Nasıl ağa olunuyor?” dedim. “2 milyon (bugünün 2 bin TL’si) veren ağa oluyor” dediler. “Ben 10 vereyim* dedim. “Tamam sen ağasın” dediler.

2 milyon verseniz de oluyordunuz, neden o kadar fazla verdiniz? Çok mu paranız var?

Çok param yok. Ama beni seven çok. Orada içimden öyle geldi. Kırkpınar Ağası oldum, televizyon çekiyor, benim de hoşuma gidiyor.

Böyle şeyleri seviyorsunuz galiba?

Her federasyon başkanının hoşuna gitmez ama benim hoşuma gider. Aslında yalan söylüyordur, “Kardeşim çekme, istemiyorum” diye ama çekilmek için içi yanıyordur.

Özal’la, bakanlarla böyle yakınlık nereden geliyor?

Halterci Naim Süleymanoğlu’nu Bulgaristan’dan Türkiye’ye getirdiğimde Sayın Özal’la dostluğum başladı. Hanımlarımız daha önceden tanışırlar.

Kırkpınar Ağası olduğunuz sırada Özal’la çekilmiş bir fotoğraf var duvarda. Özal’ın kulağına bir şey fısıldıyordunuz. Ne söylüyordunuz hatırlıyor musunuz?

Ben anamdan doğduktan bir saat sonrayı bile hatırlarım. Orada kendisinden triatlon için destek istiyordum. O da verdi.

Naim Süleymanoğlu’nu nasıl Türkiye’ye getirdiniz?

Naim Türkiye’ye gelecekti. Ama Hürriyet’te Celal Demirbilek, “Naim Türkiye’ye gelecek” diye haber yazınca Bulgaristan hükümeti Naim’i uluslararası müsabakalardan çekti. Sayın Özal’ın isteği ile Naim’i getirdik. Bulgaristan, “Adam kaçırdılar” dedi. Naim’in 88 Seul Olimpiyatları’na katılabilmesi için uluslararası federasyondan izin gerekiyordu. Bu izni almak için Atina’ya mahkemeye gittik. Alman Halter Federasyonu Başkanı, “Siz mafyasınız adam kaçırıyorsunuz” dedi. Otel resepsiyonundan adının Günter olduğunu öğrendim; baktım o gün doğum günü. Hemen bir şampanya, bir meyva sepeti, Türk lokumunu, Almanca “İyi ki doğdun” diye yazıp odasına gönderdim. 10 dakika önce “Mafyasınız” diyen adam odasından çıkıp “Teşekkür ederim, beni mutlu ettiniz” diye dostluk gösterdi. Uluslararası alanda çok becerikliyimdir. Sonuç; Naim 88’de Seul Olimpiyatları’na gitti, bütün rekorları kırdı.

Naim Süleymanoğlu efsanesi neden zamansız bitti?

Naim bizim ona verdiklerimizin 10 katını bize verdi. Ama tahtını yapıyorsunuz, bahtını yapamıyorsunuz. Olabilir, hata insanlar için. ‘Prens Albert’in fotoğrafı otelde yer bulmamızı sağladı’

“Krallar benim arkadaşım” dediniz; kimler arkadaşınız?

Belçika Kralı Albert de Mora gayet iyi konuştuğum kimsedir. Monaco Prensi Albert de öyle. Size Monaco Prensi Albert Rainer’le ilgili bir anımı anlatayım: Hanım ve çocuklarımla Milano’dan arabamıza bindik Monte Carlo’ya gittik. Fakat Monte Carlo’da Açık Deniz Turnuvası var. Biz de otel rezervasyonu yapmamıştık. Oteller dolu. Monaco’ya inerken bir otelin resepsiyonuna; “Çoluk çocuk kalacağız, bir daire var mı?” diye sordum. “Yok” dediler. O sırada da cüzdanımı çıkarttım, Prens Albert Rainer’le çektirdiğim fotoğraf düştü. Diğer kız fotoğrafı gördü, hemen içeri gitti. Bir adam ceketini düğmeleyerek geldi, “Beyefendi ne demek buyurun” dedi. O fotoğrafın hatırına bize harika bir daire açtılar.

Fotoğrafı bilerek mi düşürdünüz?

Cüzdanımın arasındaydı, düştü.

O fotoğrafları hep düzdanınızda taşır mısınız?

Taşırım.

Fotoğraflar galiba sizin için kartvizit gibi?

Tabii, etiket...

(12 Aralık 2010 tarihli Pazar Postası'ndan alınmıştır.)

2

Haberin Devamı