Pazar Postası 'Türkler sinemada kimseden geri değil!'
Paylaş
'Türkler sinemada kimseden geri değil!'

'Türkler sinemada kimseden geri değil!'

Sultanın Sırrı filminin tanıtımı için Türkiye’ye gelen dünyaca ünlü aksiyon oyuncusu Mark Dacascos ve Emanuel Bettencourt bir hafta boyunca adeta İstanbul’la hasret giderdi. Filmin çekimleri sırasında İstanbul’da İstanbullular gibi yaşamayı tercih eden Hollywoodlu oyuncular, özellikle Taksim ve Boğaz’ı çok seviyor. 3 yaşından beri arkadaş olan ve “Aynı filmde oynamak hayalini” bir Türk filmi sayesinde gerçekleştiren iki eski dost için, bu nedenle İstanbul’un ve Türkler’in yeri çok ayrı. İçki ve sigara kullanmayan, her fırsatta egzersiz yapan ünlü oyuncular, bitki çayı içiyor, salata ve balık yiyor. Aynı zamanda dövüş sanatında dünyanın en iyileri arasında yer alan ikili, 45 yaşını geçmelerine rağmen 25 yaşındaki delikanlılara taş çıkartacak vücuda sahipler. Filmde sandığın sırrı peşinde koşan Amerikalı profesörü Emanuel Bettencourt canlandırıyor. Mark Dacascos ise FBI ajanını... Tarihi mekanlarda ve yaklaşık bin 200 yıllık geçmişe sahip Bizans tünellerinde çekim yapan ikili yeniden İstanbul’da olmaktan çok mutluydu. Hızlı tempolarının arasında keyifli bir röportaj yaptık. Son derece kibar, alçakgönüllü, samimi ve bol esprili geçen söyleşimizde iki eski dost sık sık birbirine takılmadan duramadı. İşte Türk sinemasında Hollywoodlu oyuncu fırtınasının en yeni ikilisiyle yaptığımız röportaj...

Figen Onur ERTAN / figen.ertan@posta.com.tr

Türk sinemasıyla Avrupa sinemasını karşılaştırabilir misiniz?

Emanuel: Farklı ülkeler, farklı kültürler, farklı ekip, farklı ekipman. Ama, standartlar açısından Türkiye’nin hiç farkı yok. Çok etkilendim çalışma şekillerinden. Almanya’da Alman ekipmanları ile çalışıyorum. Hiçbir fark göremedim. Hatta zaman zaman çok daha iyiydi.

Peki Hollywood ile Yeşilçam’ı kıyaslayın desek?

Mark: Ben de bu konuda Emanuel’e katılıyorum. Çok profesyonel ve efektif bir ekiple çalıştık. En çok etkilendiğim şeylerden bir tanesi de, setteki duygu durumuydu. Herkes çok pisti, çok uykusuzdu... Durun yanlış anlamayın. Pis derken, çalışma şartlarımızdan dolayı pis dedim... Yani çok rahatsız, pis ortamlarda uzun süre çalıştık ama hiç kimse şikayet etmedi.

Türk rol arkadaşlarınızla çalışmalarınız nasıldı?

Emanuel: Ben daha önce Almanya’da Türk aktörlerle ve yönetmenlerle çalıştım. Kendimi şanslı hissediyorum. Çünkü onlar beni seviyor, ben onları çok seviyorum. Hiç sorun yaşamadık. Çok uyumluyduk, hepimiz arkadaş olduk sette. Mark: Türk oyuncular sadece yetenekli değil ayrıca birlikte çalışması zevkli insanlar. Bizim rol arkadaşlarımız kesinlikle öyleydi. Herkes her şey uyumluydu.

Emanuel sen Türkiye’de daha uzun süre kaldın.

Tam 7 hafta. Şu klasik soruyu sormadan duramayacağım. Türk kadınlarını nasıl buldun? Mark: Emanuel mi? 7 haftada 7 kız arkadaş diyelim! (Kahkahayı patlatıyorlar. Ama Emanuel birden panikliyor, ertesi gün eşi Türkiye’ye gelecek. ‘espri yanlış anlaşılır’ diye kısa bir tedirginlik yaşıyor...) Emanuel: Türk kadınlarından çok etkilendim. Harikalar. Farklı bir havaları, farklı çekicilikleri var. Ama ben iyi ellere emanetim. Eşimi çok seviyorum zaten yarın İstanbul’a geliyor. Mark: Türk kadınları çok güzeller, çok nazikler. Ama ben eşimi çok seviyorum ve fırsat bulduğum her dakikayı ailemle geçirmeye çalışıyorum! (Mark da tedirgin bu konuda. Mark’ın eşi ve çocukları Türkiye’ye gelemiyor ama Noel için fotoğraf çektirip göndermişler. Hemen cep telefonunu uzatıp gururla kızı ve iki oğlunu gösteriyor)

Peki çekimler sırasında İstanbul’u gezebilme fırsatı bulabildiniz mi? Nereleri gördünüz?

Emanuel: Evet, tabii ki. Ben İstanbul’da daha uzun süre kaldığım için bulduğum pek çok fırsatı değerlendirdim. Zaten bu benim ilk gelişim değildi, daha önce de geldim, gezdim İstanbul’u. Muhteşem bir şehir. Muazzam bir tarihi var. Filmin hikayesinin de bu tarihi yerlerde geçmesinden ayrı bir keyif aldım. Mark: Benim burada en çok zevk aldığım şeylerden bir tanesi insanların zamanlarını geçirme şekilleri. Mesela, Taksim’de yürümeyi çok seviyorlar. Akşamları kalabalık oluyor, her yerde gençler var, müzik sesleri geliyor, cıvıl cıvıl. Zaten, gittiğim ülkelerde turistik yerleri gezmeyi ve beş yıldızlı otellerde kalmayı sevmiyorum. Daha çok yerel halka yakın olmayı seviyorum. Onların nasıl yaşadıklarını görüyorum. Nasıl giyindiklerini, müziklerini, yemeklerini. Böylece, gittiğim ülkelerin kültürünü daha iyi öğrenebiliyorum. Türkiye’de kaldığım süre içinde de bunu yaptım. Yani İstanbul’da turist gibi değil İstanbullu gibi yaşamayı tercih ettim.

Hazır mekanlardan bahsetmişken, filmin çekildiği yeraltı dehlizleriyle ilgili konuşmak istiyorum. Üstünde yaşayanların çoğunun haberinin bile olmadığı, herkesin gitme ve görme şansı olmadığı mekanlarda çalıştınız. Nasıl bir histi?

Emanuel: Çok havasızdı, çok karanlıktı. Çok dar yerler vardı zaman zaman. Tabii toz da vardı. Hava olmadığı için ve yüzyıllardır kapalı olduğu için de doğal olarak çok kötü kokuyordu. Sıkı güvenlik önlemleri alındı. Sürekli hava kontrol edildi, temizlendi, ilaçlama yapıldı. Buna rağmen kocaman böcekler vardı. Bu durum özellikle setteki hanımların pek hoşuna gitmedi! Bütün bu olumsuz koşulların yanında inanılmaz ve muhteşem mekanlardı. Zevkli ve heyecanlıydı.

Mark: Bin yıl sonra bile, dehlizler yapısal olarak muhteşemdi. Her şeyin olduğu gibi durması, orada bir yaşam olduğu hissini uyandırıyor. Yani birileri buraları yapmış, yaşanmış bir ortam.

Emanuel: Mark’ın dediği gibi ben çok kötü biri olduğum için beni aşağıda karanlık bir odaya kapattılar ve kapıyı da üzerime kilitlediler! Şaka şaka... Bu filmde bir sahne. Ama bir saat o kapalı ve karanlık odada kaldım. Mark: Aslında çok tehlikeli yerler vardı ama o bile ayrı bir heyecan. Onu da filme yansıttığımızı düşünüyorum.

Türkiye’de başka film projelerinde yer almak ister misiniz?

Emanuel: Kesinlikle evet. Ama özellikle beraber yer almak isteriz. Daha önce de bahsettiğimiz gibi gençlik yıllarımızda, Mark’ın oyuncu olmak istediği zamanlardan kalma bir arzuydu bu. Aynı filmde rol almak. Bunu da bu filmde, Türkiye’de gerçekleştirdik. Bu nedenle hem bu film hem de Türkiye bizim için çok ayrı bir anlam taşıyor. Çok önemli bizim için.

Bu projede nasıl biraraya geldiniz?

Genelde Hollywood oyuncularının takvimi iki yıl önceden dolmuş oluyor.

Mark: Beraber film çevirmek için ben zaman yarattım. Türkiye için yaratırım. Emanuel: Birkaç yıl önce biz Türkiye’ye gelmiştik. Beraber başka bir projede çalışacaktık. Sonra o proje gerçekleşmedi. Ama o zaman İstanbul’u görme ve tanıma fırsatımız oldu. Bu proje teklif edildiğinde çok sıcak baktık. Özellikle İstanbul’a tekrar gelme fırsatını bulduğum için mutlu oldum. İkimizin aynı filmde rol alma hayalimiz vardı zaten. Hatta ilk proje olmadı diye ikinci kez temas kurduklarında biraz tedirginlerdi, acaba kızgın mıyız, kabul eder miyiz? diye... Oysa kızgın falan değildik. O projeden vazgeçilmiş, kızacak ne var ki? Beraber çalışmak istiyorduk. Ama iyi bir hikaye olmalı. Bu projede her şeyin yürüyeceğine emin olduktan sonra Mark’ı aradım ve karar verdik.

Mark: Evet... Öncelikle ikimiz de Türkiye’yi çok seviyoruz. İkinci olarak da Emanuel’in ilk büyük filmi, ilk başrolü. Onu desteklemem gerekiyordu. Hem çekimler için hem premier için programımı tekrar ayarlayıp, zaman yarattım. Ayrıca filmin hikayesi muhteşem, senaryo muhteşem...

Emanuel: Zaten Mark’ın iki evi var. Biri ailesiyle beraber yaşadığı evi. Diğeri de uçak. Zamanının yarısı setler arasında uçaklarda geçiyor. Uçakta yaşıyor. Ben bir ara Lufthansa’da uçak teknisyeni olarak çalışmıştım. O zaman da ben çok uçakla seyahat ederdim. Pilotlardan daha fazla milim vardı. Şimdi de Mark’ın pilotlardan çok uçuş mili var. Bu tempoyla daha da fazla mili olur...

Onlarınki gerçek Karate Kid Hikayesi

Emanuel Bettencourt, Afrika’nın batısında Cap Verde denilen ve on küçük adadan oluşan bir cumhuriyette dünyaya geliyor. Mark Dacascos ise Hawaii’de doğuyor. Yani o da, 8 adalı bir ülkede gözlerini açıyor dünyaya. İkisi de adalı yani. Her ikisi de aileleriyle çocuk yaşta Almanya’ya taşınıyor. Mark’ın babası dövüş sanatları okulu açıyor. Ve orada tanışıyorlar. Emanuel kendisinden 3 yaş küçük Mark’a ağabeylik yapıyor, ona yardım ediyor. Mark, Emanuel’in ilk öğrencisi oluyor. Mark dövüş okulunda ufak tefek işler yapıyor. Kirli havluları toplayıp, banyoları temizlemek gibi. Emanuel, bu işlerde Mark’a yardım ediyor. Böylece beraber çalışmak için vakit yaratıyorlar. Oyuncu olmak isteyen Mark, 18 yaşındayken ABD’ye taşınıyor. Emanuel Almanya’da kalıyor ve okulda eğitmenlik yapıyor. Gençliklerinden beri hep kurdukları beraber film çevirme hayalleri ise ise Türkiye’de gerçek oluyor.

Mark Dacascos kimdir?

26 Şubat 1964 Hawaii doğumlu. Büyükbabası İrlandalı, büyükannesi Japon. Aynı zamanda Çin ve Filipinli kanı da taşıyor. Küçük yaşta Almanya’ya taşınıyorlar. 4 yaşından itibaren dövüş sanatı öğrenmeye başlıyor. 9 ve 18 yaş arasında yüzü aşkın Kung Fu ve Karate turnuvasına katılıp, çoğunda birinci oluyor. Oyuncu olmak için Amerika’ya gidiyor. Fiziği ve dövüşü beğeniliyor ama oyunculuğu o kadar kötü bulunuyor ki; ilk filmi Dim Sum’daki bötün sahneleri filmden çıkarılıyor. Azmediyor, oyunculuk dersleri alıyor ve Portland State Üniversitesi’nin drama bölümünde okuyor. Teksaslı aktris Julie Condra ile 1998 yılından beri evli ve üç çocuğu var. “Sadece et yiyen Teksaslı bir kadınla evliyim ve 7 yıldır kırmızı et yemiyorum” diyen ünlü oyuncu, balıkla besleniyor. 5 yıldır ‘Iron Chef American’ isimli yemek programını sunan oyuncu yeni neslin kendisini dövüş sanatçısı değil aşçı zannettiğini söylüyor.

Emanuel Bettencourt kimdir?

21 Aralık 1961 Cap Verde doğumlu. Ailesiyle küçük yaşta Almanya’ya yerleşiyor ve halen orada yaşıyor. Çocuk yaşta başladığı dövüş sanatına halen eğitmen olarak devam ediyor. Aksiyon filmlerinde rol alıyor ama asıl filmlerde dövüş sahnelerinin koreografisini yapıyor. Dövüş sanatı karşılaşmalarında üç kez dünya şampiyonu oldu. Wun Hop Kuen Do, Capoeria, Eskrima ve African Stick Rhythm dallarında uzman.

(12.12.2010 tarihli Pazar Postası'ndan alınmıştır)

3

Haberin Devamı