Cumartesi Postası Peynircilikten oyunculuğa uzanan bir hayat hikâyesi

Peynircilikten oyunculuğa uzanan bir hayat hikâyesi

Paylaş
Peynircilikten oyunculuğa uzanan bir hayat hikâyesi

Engin Benli oyuncu olana kadar aklınıza gelebilecek her türlü işte çalışmış... Peynir satmış, torna tesviye atölyelerinde çalışmış, mankenlik, pazarlamacılık yapmış...

Röportaj: Eylem Keskin

eylem.keskin@posta.com.tr

Maslak’ta bir seslendirme stüdyosu... Oyuncular yavaş yavaş yeni bölümü seslendirmek için geliyor. Heyecanlı bir grup oyuncu da sıralarını bekliyor. Onlar, bugünlerde herkesin konuştuğu Kanal D’de yayınlanan ‘Kanıt’ dizisinin oyuncuları.... Prof. Dr. Sevil Atasoy’un danışmanlığını yaptığı dizide ‘Başkomiser Orhan’ karakteri göze çarpıyor.

Engin Benli’nin oynadığı cabbar, verilen her cinayeti başarıyla çözen başkomiserin gerçek hayatını merak ettik. Öğrendik ki Engin Benli oyuncu olana kadar aklınıza gelebilecek her türlü işte çalışmış... Peynir satmış, torna tesviye atölyelerinde çalışmış, mankenlik, pazarlamacılık yapmış...

Her hafta yeni bir cinayeti çözmeye çalışan Engin Benli “Dizi için çok çalışıyoruz, senaryonun sonunu okumuyorum ki, olaylar karşısında doğal tepkiler vereyim” diyor...

Oyunculuk serüveniniz nasıl başladı?

İlkokulda şarkı söyleyerek. Sonra şiiri çok sevdim. Okulda kim şarkı söylemek ister, kim şiir okumak ister diye sorduklarında hep ben kalkıyordum ama derslerde pek başarılı değildim. Hocalar beni tiyatroya yönlendirdi. ‘Keçileri Kaçıranlar’ diye bir müsamere vardı, oynadım, çok beğendiler. Sonra bir oyunda daha oynadım. Lisede başladım. Harçlığımı çıkarmak için torna tesviye atölyelerinde çalışırdım.

Ne alaka?

Mahallede bir atölye vardı. Sahibi beni çok sevdi; oğlu yoktu. Bu yüzden meslek lisesinin torna tesviye bölümüne girdim. Ve emin olun çok kötü şeyler yaşadım. Çok yakın bir arkadaşımı kaybettim.

Neden?

Tezgaha kolunu kaptırdı. Sonra da hayatını kaybetti.

Kaç yaşındaydınız?

16-17. Çok üzüldüm tabii. Geniş bir ayna var, ayna bin devirde dönüyor. Kolunu sarıyor ve koparıyor. Sonra da ölüyor.

Bıraktınız mı işi?

Hayır, sonra fabrikalarda staj yapmaya başladım. Sabah sekiz, akşam yedi çalışıyorduk. Mesaiye kalıyorduk. Üstünüz başınız pislik içinde kalıyor. Ellerin çizik, gözlerine sürekli bir şey kaçıyor. Sevmedim.

Ne yaptınız?

Başka bir iş yapmaya karar verdim. Aklınıza gelebilecek her türlü işe girdim.

Nasıl işlerde çalıştınız?

Pazarcılık yaptım, mankenlik yaptım, pazarlamacılık yaptım. En çok esnaflığı sevdim. Birini etkileyebilmek ve malını satmak çok beceri isteyen bir şey. Ağzım iyi laf yapıyordu. O zaman çapkın da bir adamdım. İnsanları yoldan çevirir, bir şeyler satardım. İngilizce bilmediğim halde ‘Yes’, ‘No’ ile işi bağlıyordum.

Ne satıyordunuz?

Peynir satıyordum. Pazarda küçük bir yerim vardı. Bazen çok güzel peynir geliyordu, bazen kötü. Elimdeki mal neyse onu satıyordum. Bu arada da değişik sporlara merak saldım. Futbol oynadım, basketbol oynadım. Boks, tekvando yaptım. Kung fu’ya gittim. Tekniğini, tarzını öğrenip uzaklaşıyordum.

Hiperaktif misiniz? Niye bu kadar çok spor dalı değiştirdiniz?

Arayış içindeydim. Göztepe’de lisanslı basketbol oynuyordum. Üniversitede eskrime merak saldım, şimdi kupalarım var. Yüzmeyi çok seviyorum. Haftanın her günü yüzmeye çalışıyorum. Kendi sınırlarımı zorlayabilecek her şeyi yapmak istiyorum. 40 yaşındayım, yakalama sahnesi çektik, fark ettim ki hala iyiyim. İzmit’te yaşıyorum, asla araba kullanmam. Her yere bisikletle giderim.

Hâlâ oyunculuğa sıra gelmedi?

Sıkıldığım için sürekli iş değiştiriyordum. Annem bu durumu çözdü. Bir gün evde televizyonda İzmir Devlet Tiyatrosu Müdürü’nün konuşmasını duyuyor. Fırlıyor gidiyor tiyatroya. Bahçede müdürü görüyor ve demir kapıdan adamı çağırıyor. “Çok yetenekli bir oğlum var, çok iyi taklit yapıyor, lafları cebinden çıkarır” diye anlatıyor. Müdür “Gelsin görelim” diyor. Annem ikna olmuyor. Müdürün kartını istiyor. Ertesi gün gittim. 17-18 yaşlarındayım. Dizlerim titriyordu. Sonra beni bir oyuna soktular. Rollerim büyümeye başladı, güven vermeye başladım.

Ve aradığınızı buldunuz...

Evet, çok güzel bir ortam yakaladım. Yeni bir mahalleye taşınmış gibiydim. Serseri yaşamım bitti, iyi ve ahlaklı bir çocuk oldum. Bana niye sınavlara hazırlanmadığımı sordular ama benim konservatuardan bile haberim yoktu. Sonra sınava hazırlandım. İlk sene kazanamadım, ikinci sene hem çalışıp hem dershaneye gittim. Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nı kazandım. 4 İzmirli bir evde yaşadık. İlk defa kar yağdığını gördük. Çok güzel bir okuldu, çok güzel bir 4 yıl geçirdim.

Mezun olduktan sonra ne yaptınız?

Mezun olduktan sonra Bursa Devlet Tiyatrosu’ndan bir teklif geldi, orada çalışmaya başladım. Sonra İzmit Şehir Tiyatrosu sınav açtı, kazandım ve İzmit’e yerleştim. Işıl Kasapoğlu’yla ‘Hamlet’i oynadık. Çok iyi yönetmenlerle çalıştık. Böylece ilk defa gerçek anlamda profesyonel olarak hayat düzenim ve gelir kaynağım oluşmaya başladı. İyi bir tiyatro kariyerim var.

Bu arada aşk, evlilik...

2006’da evlendim. Güzel bir karım ve 16 aylık bir oğlum var.

Eşiniz ne eş yapıyor?

O da oyuncu. İzmit Şehir Tiyatrosu’nda çalışıyor.

Bir oyunda mı tanıştınız?

Ben o zamanlar Don Juan’ı oynuyordum. İzmit’te bir şey yaptığında hemen duyulur. İzmit’te beni zaten herkes tanır. Eşimi sahneden gördüm. Seyirci olarak gelmiş. İkimiz de birbirimize çok fazla emek verdik. Uzun bir birliktelik döneminden sonra evlendik.

‘Kanıt’a girmeniz nasıl oldu?

Bana çok dizi teklifi geldi ama ben hep karşı çaktım. Çok idealist davrandım. Evlendikten sonra hayat daha farklı oldu. Dizilerde oynayan arkadaşlarım epey yol aldı ben hala tiyatroyu kurtarmaya çalışıyordum. Ay sonunu nasıl getireceğimi düşünüyordum. Para kazanmam gerekiyordu. Öyle başladım. Sonra ‘Kanıt’tan teklif geldi, kabul ettim. Çekimler acayip yoğun geçiyor.

Rolünüze nasıl hazırlanıyorsunuz? Herhangi bir ön çalışma yapıyor musunuz?

Sevil Atasoy ve kızı Selin Hanım sürekli bizi bilgilendiriyor. Sette emekli başkomiser Ufuk abimiz var, o da bize yöntem ve bakış açısını anlatıyor. Sorgulama, silah tutma, eve nasıl girilir, telsizle nasıl konuşulur; hepsini önceden çalıştık. Sonuçta görüntülerin gerçekçi olması lazım. Ben senaryoyu okumuyorum. Çünkü o zaman seyirciyi çok çabuk sonuca götürebilirim. Sonucu bilmeyince yüzümdeki şaşkınlık gerçek oluyor. Doğallığı oradan geliyor. Farklı bir şey yapmana gerek kalmıyor. Her bölüm film gibi. Hataya hiç yer yok. Herkes çok çalışıyor. Eve gidip yattığımda günü düşünmeye bile fırsatım olmuyor. Hemen uyuyorum.

3

Haberin Devamı