Pazar Postası Psikolojiniz ağrınızın şiddetini belirliyor
Paylaş
Psikolojiniz ağrınızın şiddetini belirliyor

Sürekli bir yerinizde bir ağrı ile mi yaşıyorsunuz? Nedenini de bilmiyorsunuz. Bu yazıya bir göz atmanızda fayda olabilir

Aytül Farquharson / POSTA
aytulfarquharson@post.harvard.edu

Dünya Sağlık Organizasyonu’nun anket sonuçlarına göre yüzde 15 ila 20’miz kronik acı hissetme durumundan mustarip. Acı duymak hiçbirimizin hoşuna giden bir şey değil. Hele benim gibi ciddi şekilde migreni olanların her ağrı geldiğinde bir köşede hazırolda bekleyen kutu kutu ilaca başvurduğunu rahatlıkla söyleyebilirim... Ya kuvvetli bir rüzgarda kaldığında bütün acı sinirleri aktif hale gelenler? Çoğumuzun ağrının fiziksel bir travmadan kaynaklandığını düşünüyor olması hiç şaşırtıcı değil. Asıl şaşırtıcı olan bu ağrıların algılanışında büyük rol oynayan psikolojik faktörler... Ağrı, vücudu koruma amacıyla algılanan bir uyarı işareti. Bu uyarı işaretinin etkili olabilmesi, yani vücudu koruyup hayatta kalabilmeyi sağlaması için ağrının doğal olarak insan davranışını direkt olarak etkilemesi gerekiyor. Dolayısıyla dikkat, beklenti, öğrenme ve karar vermekten sorumlu beyin bölgelerimizi de. Ayağınıza batan küçük bir kıymık sizi hemen durmaya motive ediyor; böylece daha ileri düzeyde enfekte olabilme olasılığı önleniyor. Kısaca ağrı ile beynin motivasyon ve öğrenme ile ilgili merkezleri arasındaki bağlantı ağrının kişiden kişiye göre farklı algılanışının arkasında yatan sebep. İnsan beyninin herkeste aynı şekilde çalışmadığı malum. Yapılan bilimsel araştırmalara göre ödül ve ceza beklentilerimiz, korku, stres ile başa çıkabilme kapasitemiz ve içinde bulunduğumuz ruh haline bağlı olarak ağrının şiddetini algılayışımız ve dolayısıyla yaptığımız seçimler değişiyor. Daha da ilginç olan; psikolojik faktörlerin sadece ağrı şiddetinin algılanışını değil kronik ağrı durumunun ortaya çıkması riskini de arttırması. Klasik görüşe göre vücudumuza gelen herhangi bir etki acıya hassas ve nosiseptör olarak bilinen nöronlarımızı aktif hale getirirken, bu nöronlar da bilgiyi elektrik sinyalleri şeklinde beynimizin ağrıyı algılayan bölgelerine gönderiyor. Bu arada nosiseptörler vücudumuzun neredeyse tamamına yayılmış durumda. Vücudumuzun herhangi bir darbeye cevap olarak ürettiği hormonlar ve iltihabi moleküller bazı durumlarda nosiseptörleri hassaslaştırabiliyor. Hassaslaşan nosiseptörler daha agresif hale geliyorlar. Ve çok basit bir uyarı ile kronik ağrının başlangıcına neden olabiliyorlar. Sağlıklı bir vücut sisteminde herhangi bir doku tahribatında nosiseptörlerin bel kemiğindeki sinir hücrelerine mesaj yollaması gerekiyor. Bel kemiği hücreleri de mesajı beyne gönderiyorlar. Beyin ise mesajı ‘ağrı’ veya ‘acı’ olarak okuyor. Kronik ağrı durumunda ise yol üzerindeki sinirler olağandışı bir şekilde tahrik edilebilir hal alıyor. Durup dururken bu sinirler beynin acı algılayıcı bölgelerine mesaj yollayabiliyor. Bu olay herhangi bir kaza veya sakatlanma tamamen geçtikten sonra devam edebiliyor. Yani kırılan bir ayak bileğinin iki sene sonra sürekli ağrıya neden olması gibi!

Peki nasıl olur da düşünsel ve duygusal etkiler hissettiğimiz ağrının şiddetini belirleyebilir?

İşte bunun cevabını bilim insanları yıllardır bulmaya uğraşıyor. Yapılan araştırmalar savaşta yaralanan askerlerin bir travma geçirirken, benzeri fiziksel travmaları nötr ortamlarda tecrübe eden kişilere oranla çok daha az ağrı çektiğini gösteriyor. Bunun nedeni de; askerlerin yaralarının iyileşme sürecinde eve dönüyor olmalarının yarattığı olumlu ruh hali ve mutluluktan kaynaklan ağrıyla daha kolay başa çıkma motivasyonu. Uzun zamandır bazı hastaların sahte ağrı kesicilerin nasıl ağrıyı yok ettiğine inandığı da bilinen bir gerçek. Bilim insanları, ağrının algılanışını sağlayan nöronların ortaya çıkardığı, endorfin olarak bilinen peptidlerin bu olayın gizemine ışık tuttuğu görüşünde. Endorfinler ise vücudun doğal ağrı kesicilerinden başka bir şey değil.

Devamı 2.sayfada...

Nörobilimciler bunu nasıl yorumluyor?

Nörobilimcilere göre ağrıyı algılayışımızı belirleyen yargı ve düşünme etkisi bu reseptör hattı üzerinde gerçekleşiyor. Bir süre önce Columbia Üniversitesi nörobilimcilerinden Tor D. Wager’in yaptığı araştırmalar, plasebo ilaçların (sahte ağrı kesiciler) bu hat üzerinde aktiviteyi arttırdığını gösterdi. Ve bu sonuç kısaca endorfinlerin ağrı kesici sinyallerin beyne iletilmesindeki önemini destekler nitelikte. Kişinin ağrı düzeyini belirleyen, vücudunda meydana gelen etkileşim ile kişinin bu konudaki beklentilerinin ve bilgilerinin bir sentezi. Ödül beklentisi (yiyecek veya ilaçlar) ağrı derecesini ciddi şekilde değiştiriyor. Buna ek olarak seks ve benzeri diğer mutluluk ve rahatlama düzeyini arttıran aktivitelerin ağrı toleransımızı ciddi şekilde yükselttiğini gösteriyor araştırmalar. Hatta bu etkinin ortaya çıkması olayın gerçekleşmesinden önce başlıyor. Yani çok lezzetli bir yemek yiyeceğiniz veya yarım saat içinde seks yapıyor olacağınız düşüncesi ağrı toleransını hemen yükseltmeye başlıyor. Çünkü bu tip düşünceler beynin ödül devresini harekete geçiriyor. Siz ağzınızı sulandıran bir yemek yiyeceğinizi düşünürken vücudunuz endorfin salgılamaya başlıyor ve reseptörleri harekete geçiriyor. Bu şekilde merkezi sinir sistemine gelen ağrı sinyalleri kontrol altına alınmaya başlıyor. Bu ödül tatmini ile ağrı arasındaki bağlantı beynimizin karar verme yetisini de direkt olarak etkilemeye başlıyor. Ciddi şekilde başınız ağrıyor mesela ve akşam arkadaşlarla önce yemeğe sonra sinemaya gitme sözünüz var. Eğer gecenin çok güzel geçeceği yolunda bir beklentiniz varsa (daha önceki tecrübelerine dayalı olarak örneğin) beklentiniz endorfin salgılanması ve reseptörlerin aktif hale geçmesiyle ağrıyı yavaş yavaş azaltmaya başlayacaktır. Benzer olarak hastalıklardan iyileşirken pozitif beklenti sadece iyileşme sürecini hızlandırıyor. 2009’da Toronto Üniversitesi araştırmacılarından J. David Cassidy trafik kazasında boyun hasarı alan 2335 kişi üzerinde yaptığı araştırmada iyileşme sürecinde olumlu bakış açısı olup, çabuk iyileşme beklentisi taşıyanların yüzde 42 daha hızlı iyileşip işlerine geri döndüklerini bildiriyor. Her türlü psikolojik sıkıntı ve stres kişinin ağrı sendromu geliştirme riskini arttırıyor. 2007’de William Maixner’ın yaptığı araştırmada başlangıçta herhangi bir ağrı problemi olmayan 244 kadını 3 sene boyunca takip etmiş. Sonuçta stresli olmanın veya depresif kişilik yapısının ağrı sendromunu 2-3 katına çıkardığını tespit etmiş. İçinde bulunduğumuz ruh hali ve düşünüş tarzının ağrı eşiği üzerindeki etkisini bilimsel olarak anlamış olmak ağrı tedavisinde devrim yapar mı, onu bekleyip görmemiz gerekiyor.

2

Haberin Devamı