Pazar Postası Sinan Albayrak: Huzurlu bir aileye hasretim
Paylaş
Sinan Albayrak: Huzurlu bir aileye hasretim

Sinan Albayrak'ı bir süredir 'Yalaza' dizisinde İbrahim karakterinde izliyoruz. Çekimleri Sakarya'da yapılan dizide iki kadın arasında kalan oyuncuyla diziden özel hayatına uzanan keyifli bir sohbet gerçekleştirdik

POSTA ÖZEL HABER

Bir süredir 'Yalaza' dizisinde İbrahim adında bir marangozu canlandırıyorsunuz.... Yalaza ne demek?


Yalaza, Sakarya bölgesine ait bir şakalaşma kültürü. 'Yalaza yapmak', şakalaşmak anlamında. Ben de diziye o hikayenin modern Nasreddin Hocası olarak girdim. Ama şu an hikaye çok başka bir yöne kaydı. İbrahim'in hayatla ilgili dertleri ağır bastığından komediden çok drama doğru gidiyoruz.

İbrahim'in mahalle baskısıyla aslında sevmediği bir kadına talip olması, o sırada yediği yemekten zehirlenmesi de traji komikti.

Aslında mantar yemeğinden zehirleniyor ama bedeni bir çeşit duygusal reaksiyon da veriyor. Onun ilgisine gerektiği şekilde cevap veremediği için suçluluk duyuyor. Kendini baskı altında hissediyor.



Gerçek hayatta istemediğiniz bir kadının aşırı ilgisine maruz kalsanız tepkiniz ne olur?

Benzer bir üzüntü ve sorumluluk yaşarım açıkçası. Çünkü sizi gönülden seven birine aynı şekilde karşılık verememek vicdanı olan her insanın üzerinde yük olur diye düşünüyorum.

Mahalle baskısından da aynı şekilde etkileniyorsunuz o zaman...

Ne kadar yok desek de bu bizim genetiğimize işliyor bence. Annelerimizin öğretisi bu aslında. Annelerimiz, "Ben ne düşünürüm?" diye değil, "Komşular ne düşünür" diyerek hareket eder ve çocuklarından da bu anlayışa uygun davranışlar bekler. Bu da bir şekilde bilinçaltımıza işliyor galiba. Bir de zaten oyuncuysanız bundan iki kat fazla nasibinizi alıyorsunuz. Çünkü sürekli gözler üzerinizde oluyor. Haliyle ona göre davranmaya başlıyorsunuz bir süre sonra.

İBRAHİM KARAKTERİ İKİ KADIN ARASINDA KALAMAYACAK KADAR DERT YÜKLENDİ


Çekimler Sakarya'da. Zor olmuyor mu sürekli İstanbul'a gidip gelmek?

Başta çok yabancılaştım gittiğim yere. Hepimiz bir sosyal medya hastalığına yakalanmışız ve bu bir bağımlılık sorunu halini almış durumda. Orada sıfır teknolojiyle yaşamak zorundasınız. Telefon çekmiyor. İnternet kullanmak mümkün değil. "Hadi çekimler bitti, gideyim bir dizi izleyeyim" diyemiyorsunuz. Ya da bir kafede oturup kahve içeyim deme şansınız yok. Çünkü öyle bir mekan yok. Dolayısıyla başlarda adapte olmam çok zor oldu. Ama şimdi tamamen alışmış durumdayım.

Hikaye nereye doğru gidiyor peki? Bir yanda babanızın baskısıyla talip olduğunuz Nalan, diğer yanda gerçek aşkınız Alev var...

Onu henüz ben de bilemiyorum. Daha çok seyircinin nabzına göre şekillenecek gibi duruyor. Onların da bir kısmı Nalan, bir kısmı ille de Alev diyor. Ama şu an İbrahim'in dertleri o kadar baskın ki, başlardaki gibi iki kadın arasında kalma durumu yok aslında. O romantizmi yaşama lüksü bile yok çünkü derdi başından aşkın.



Alev'i unutması çok mümkün gözükmüyor ama...

Bence de değil. Çocukluk aşkı zaten ve yıllarca hiç görmediği halde unutamamış. Şimdi sürekli burun buruna gelirken bunu uzun süre baskılaması zor tabii. Ama şu süreçte elinden geldiğince baskılamaya çalışıyor.

Alev daha şehirli bir kadın. Filmlerde görüyoruz ama gerçek hayatta aşkın sınıf farkını ezip geçme gücü var mı sizce?

Zor tabii. Bunu yaşayan insanlar var, yok değil. Ama kolay olduğunu kimse söyleyemez herhalde. Aynı kültürel motiflerden gelen çiftlerin bile çok başarılı ilişkiler, evlilikler yürütemediği bir çağda bir de bu tip farklılıklar varsa bana da çok gerçekçi gözükmüyor açıkçası.

Peki genel olarak bir proje size geldiğinde nasıl karar veriyorsunuz?

En temel kriterim inandırıcılık. Senaryoyu okurken hikayenin içinde akıp gidiyorsam, bana söylenen rolde kendimi görebiliyorsam üzerine düşünüyorum. Değilse zaten düşünme safhasına bile geçmiyorum.


ETİK VE AHLAK KURALLARI İÇİNDE HER ROLÜ OYNARIM


"Kesinlikle oynamam" dediğiniz bir rol var mı?

Kendi etik ve ahlak kuralların içerisinde her türlü rolü oynarım. Genel fikrim bir oyuncu her rolü oynayabilmeli ve bu yüzden yargılanmamalı. Zaten oyuncuya sadece bir gömlek giydireceksek oyunculuğun bir manası kalmaz.

Biraz da aşk konuşalım. Hayatınızda biri var mı?

Hayatıma dahil olmasını istediğim birisi var.



Aşıksınız o zaman?

Hayır aşık değliim. Ben artık çocuk sahibi olması gereken ve huzurlu olması gereken bir adamım. Huzurlu bir aileye hasret bir adamım. Ama şu an böyle bir ilişkiyi yürütebilecek temiz bir akla ve kalbe sahip değilim. O yüzden daha çok işime gücüme konsantre olmuş durumdayım. Daha önce iki kez evlenip ayrıldım. O yüzden biraz kendimi de sorgulama noktasındayım.

Neden yürümedi evlilikleriniz?

Valla, hatalar hep karşı taraftaydı diyemem. Mutlaka karşılıklı hatalar yapıldı. Ama yeniden evlenmeyi ve baba olmayı çok istiyorum.


ÜÇÜNCÜ KEZ BOŞANMAYA TAHAMMÜLÜM YOK


Nasıl biri olmalı yeniden evleneceğiniz kadın?

Benimle ortak arzular içinde olmalı. Huzurlu bir aile yaşantısı özleminde olmalı. Güvenebileceğim ve bana güveni tam biri olmalı. Ben zaten yapı itibarıyla huzursuz ve mutsuz bir adamım. Hemen bir şeyler olsun paniğiyle hareket etmek de istemiyorum. Üçüncü kez boşanmaya tahammülüm yok açıkçası.

Bir, "İmza hiçbir şeyi değiştirmez" diyenler var, bir de "O imza her şeyi değiştiriyor" diyenler. Sizce hangisi doğru?

Bence değiştiriyor. Çünkü o imzayı atınca bir kurumun içine girdiğinizi onaylıyorsunuz ve onun güveni geliyor insana. Bu kez kadın da erkek de flört ettiği dönemde yaşadıkları karşılıklı ruh okşama durumundan çıkıyor. "Nasıl olsa artık benim" mantığıyla ihtimam göstermemeye başlıyorsunuz karşınızdakine. Oysa her koşulda o duyguyu gözetmek, beslemek gerekiyor. Biraz doğamızla ilgili tabii. İnsan her zaman uzağında olana uzanmak istiyor. Yanındakine uzanmıyorsun. Halbuki uzanmaya devam etmelisin. Yanındayken de dokunman, okşaman, içindeki duyguları sunman gerekiyor.

Kıskançlıklarınız var mıdır?

Dozunda. Yorucu ve gereksiz bir duygu kıskançlık. Fazlası kesinlikle zararlı. Kendimde çok yapmam. Bana yapılmasını da istemem.

Gelecekten neler bekliyorsunuz?

Kendi iç huzurumu bulmak istiyorum. Onu bulmadan dünya üzerinde olup bitene gerekli hassasiyeti gösteremiyorum. Başkalarının dertlerine daha kolay çare oluyorum ama kendime bunu yapamıyorum. Bu da kendimizle yüzleşmekten korktuğumuz için oluyor galiba.

Haberin Devamı