Mehmet Ali Birand PKK'nın korkusu tuzağa düşmekti...
HABERİ PAYLAŞ

PKK'nın korkusu tuzağa düşmekti...

Haberin Devamı

Dün bu köşede, tam da Başbakan'ın yaptığı açıklamayla ilgili olarak PKK'nın kuşku ve kaygılarını anlatmıştım. Hatırlatayım, 1999'da Abdullah Öcalan Türkiye'den ayrılma direktifi verdikten sonra Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) çekilmeye başlayan PKK'lılara saldırdı ve yaklaşık 500'ü öldürüldü. PKK bunu hiç beklemiyordu ve tuzağa düşürüldüğü sonucuna vardı. T.C.'ye güvenilmeyeceği izlenimi arttı. Başbakan bu konuşmasıyla son derece önemli bir güvence vermiş oluyor.

***
[[HAFTAYA]]

Başbakan'ın son açıklamalarını çok önemsiyorum. Bunlar, İmralı sürecinin devam edebileceği ümitlerini büyük ölçüde arttırdı. Öcalan ve PKK'ya ilişkin adımlar, gidilecek ince ve uzun yola yıllar öncesinden döşenmiş olan mayınların temizleneceği ve ön görüşmelerin rahatlıkla sürdürülebileceği anlamına geliyor. İki önlemden en önemlisi, PKK'ya ait silahlı güçlerin geri çekilmesi durumunda TSK'nın herhangi bir operasyon yapmayacağı konusundaki güvencesiydi. Bu güvence sorunun çözümü açısından değil, İmralı sürecinin işleyebilirliği açısından son derece hayatidir.

Hasan Cemal'in sürekli tekrarladığı “Her şeyden önce parmaklar tetikten çekilmeli” yaklaşımının nihayet gerçekleşme aşamasına girebileceğinin bir göstergesidir. Bir defa bu adımı attınız mı, sonrası daha kolay gelir. PKK'nın çekilme koşulları olgunlaştırılabilinecek demektir. Öcalan'a TV izleyebilme ve herhalde günlük gazeteleri de istediği gibi okuyabilme izni verilmesi, aslında çok geç kalınmış bir adım. Neyse, gecikmiş olsa dahi gerekliydi. Hem girilen sürecin gerektirdiği bir bilgilenme gereksinimini karşılayacak hem de Öcalan'ın günlük yaşamındaki sıkıntılardan biri çözülmüş oluyor. Bu da, Ankara'nın iyi niyetini gösteren başka bir adım olarak nitelendirilmeli. Hele şu sıralarda Paris'teki esrarengiz infaz olayı da aydınlanırsa, ümitler biraz daha artacak...

Buradayız ahparig!

Önümüzdeki hafta Hrant Dink'in katledilişinin üzerinden 6 yıl geçmiş olacak. Öldürüldüğü gün Agos'un önünde buluşulacak ancak anma etkinlikleri bu yıl 12-19 Ocak arası bir hafta sürecek. Çünkü bu yıl diğerlerinden biraz farklı. Zira tıpkı katledileceği istihbaratını dikkate almayan, katilini bayraklara saran, soruşturmayı karartan, gerçek katilleri koruyan ve sahiplenen; bir de bunları yaptıkları için el üstünde tutulan devletin güvenlik görevlileri gibi, devletin yargısı da geçtiğimiz yıl herkesle adeta alay etti.

Yargı, Dink cinayetinin “örgütlü” olmadığına karar verdi. “Hrant gittikten sonra örgüt olsa ne olur olmasa ne olur?” diyeceksiniz belki. Demeyin. Çünkü bu karar aklımıza tek bir soru getiriyor: Tüm bu süreçte yaşananlar devlet tarafından “cinayete ortaklık” değil de nedir? İşte bu yüzden Hrant'ın arkadaşları bunun cevabını alana kadar, “Hrant'ın gerçek katilleri bulunana kadar adalet arayışımız sürdürecek; biz bitti demeden bu dava bitmeyecek” diyor. Anma etkinlikleriyle ilgili ayrıntılı bilgiyi www.buradayizahparig.net adresinde bulabilirsiniz. (Ahparig, Ermenice 'kardeşim' demek.)

Sabancı Müzesi, İstanbul için tam bir nimet...

İstanbul'da yaşayıp da Emirgan'daki Atlı Köşk'ü bilmeyen yoktur. Boğaziçi'nin en güzel binalarındandır. 1927'de Hidiv Ailesi tarafından İtalyan mimar Edouard De Nari'ye yaptırılan bina 1950'de Hacı Ömer Sabancı tarafından satın alınmış ve konut olarak kullanılmaya başlanmış. Aynı yıl önüne yerleştirilen Fransız heykeltıraş Louis Doumas'ın 1864 yapımı at heykelinden ötürü de “Atlı Köşk” olarak anılmaya başlanmış.
1966 yılında Hacı Ömer Sabancı öldükten sonra Sakıp Sabancı tarafından kullanılmaya başlanan köşk, uzun yıllar Sakıp Bey'in hat ve resim koleksiyonunu barındırdı. 1998'de içindeki koleksiyonlarla birlikte müzeye dönüştürülmek üzere Sabancı Üniversitesi'ne devredildi. 2002 yılında ziyarete açılan müzenin sergileme alanları 2005 yılındaki düzenleme ile genişletildi ve uluslararası standartta bir müze ortaya çıktı. Bugün, İstanbul'da kent kültürünün gelişmesi için tam bir sanat merkezi haline geldi.

Şu anda “Bir Ülke Değişirken- Tanzimattan Cumhuriyete Türk Resmi” başlığıyla, Osman Hamdi Bey, Fikret Mualla, Halil Paşa, Halife Abdülmecid Efendi ve İzzet Ziya'nın eserlerini içeren bir koleksiyon sergileniyor. Gitmişken “Kitap Sanatları ve Hat Sergisi”ni de görmenizi tavsiye ederim. 17 Ocak Perşembe akşamı da İstanbul Resitalleri kapsamında Çinli kadın gitarist Xuefei Yang konseri var. Kaçırmayın derim.

Ortak denizin mutfağı

Yaz gelse de Ege'ye açılsam, bir koydan bir koya gezsem. Tatile daha çok var ama hazırlıklar şimdiden yavaş yavaş başladı bile... Tam işe yarayacak muhteşem bir kitap çıktı. Adı: “Vira Mutfak”. Ege'nin iki yakasının birbirinden güzel tatlarının nasıl hazırlanacağını anlatıyor. Hem de tekne kuzinesinin dar alanında, kısıtlı malzeme ve sınırlı gereç ile “eşsiz lezzetleri nasıl yakalarız”ı anlatıyor. “Ortak Deniz İdealine Lezzet Katkısı Vira Mutfak”ı Lale Apa hazırladı, fotoğraflarını ise eşi Cem çekti.

Türkçe ve İngilizce yayımlanan kitap sadece yemeği değil aynı zamanda seyir güzergahıyla ilgili ipuçlarını ve teknede yaşamı kolaylaştırıcı püf noktalarını da anlatıyor. Anadolu kıyıları ve Ege adalarıyla ilgili tavsiye ve bilgiler de Vira Mutfak'ta. Lale Apa, “İki toplum arasındaki benzerlikler sürekli dile getiriliyor. Hayattan keyif almak söz konusu olduğunda da bu böyle. Doğayla baş başayken yaşanan her lezzet buluşması da dostluğu pekiştiriyor. Dostluğun mutfaktan başladığına inanıyorum” diyor. Son derecede haklı. “Vira Mutfak”, bu yaz tekne keyfini biraz daha güzel yapacak gibi. (apa.com.tr)

'Ben Taşı Delen Ot Gibiyim'

Bu sözler Erdal Yalçın'a ait. 37 yaşında, İstanbul'da yaşayan engelli bir genç. Onun azmi engellerin nasıl kelimelerle, dizelerle aşıldığını gösteriyor bize. Yazmaya hikayelerle, makalelerle başlamış. Onları toplayıp dergi yapmış. Sonra da fotokopiyle çoğaltıp satmaya başlamış. Kendini geliştirmiş, arkasına değil ileriye bakmış. Hiç okula gitmemiş, kendi kendini yetiştirmiş. Resim yapmış, kitap yazmış. Hatta Diyarbakır'da kendi kurduğu engelliler derneğine başkanlık yapmış.

Yazma tutkuya dönüşünce, on yıllık uğraş sonrasında 2004'te ilk kitabını çıkarmış. Hem de sponsorla. Ardından ikincisi gelmiş. Üçüncü kitaptan itibaren de kendi kitaplarını satıp onların geliriyle yazmaya devam etmiş. Halen yazıyor. Onu geçen hafta Bostancı Kültür Merkezi'ndeki söyleşi sırasında tanıdım, babasıyla birlikte gelmiş beni dinlemeye. Üç kitabını verdi bana, biri “Ben Taşı Delen Ot Gibiyim” adlı şiir kitabı, diğeri “Biz Aşkımız İçin Öldük” adlı tiyatro ve şiir kitabı, bir diğeri de küçük hikayelerin yer aldığı “Bırakın Beynimiz Özgür Kalsın”. Bravo Erdal'a...









Sıradaki haber yükleniyor...
holder