Nedim Şener Yasin El Kadı hakkında yazmamak suçtur
HABERİ PAYLAŞ

Yasin El Kadı hakkında yazmamak suçtur

Yasin El Kadı, 2006 yılından beri hakkında yazdığım haberler ve ‘Hayırsever Terörist’ kitabı nedeniyle beni mahkeme mahkeme şikayet eder. Kaç kere mahkemeye verdiyse hepsinden beraat ettim.

En son 25 Aralık operasyonunda adı gündeme geldi ve ‘Hayırsever Terörist’ kitabım yeniden basıldı (Destek Yayınları). El Kadı bu fırsatı da kaçırmadı. Yine ‘haraket, iftira, gizliliği ihlal’ ettiğim iddiasıyla beni savcılığa şikayet etti.

Bu kez de duvara çarptı. İstanbul Cumhuriyet Savcısı Emin Aydinç, şikayet hakkında takipsizlik kararı verdi. Yasin El Kadı’nın Türkiye’de hakkında çıkan her olumsuz haber için gazetecilere dava açtığını bildiğimden verilen takipsizlik kararından birkaç cümle aktaracağım;

Haberin Devamı

1- İfade özgürlüğü demokratik toplumlara bu özelliği veren en önemli ve temel haklardan birisidir.

2- Bu özgürlük bir yandan kişinin iç dünyasında özgürce kanaat oluşturabilmesini, diğer yandan da düşüncelerini dışa vurmayı, açıklayabilmeyi ve yayabilmeyi içerir.

3- Şikayetçi (Yasin El Kadı) geçmişte teröre destek olduğu iddialarıyla uluslararası kuruluşlarca kısıtlama altına alınmıştır.Bir dönem aranan bir kişidir ve halen bazı siyasilerle de bağlantıları bulunduğu iddiaları vardır.

4- 17 Aralık soruşturmasında da adı geçmiştir. Bu nedenlerle şikayetçinin (El Kadı) hakkında haber verme ve yorum yapma ve bunu kitaba konu etmek gazetecinin görevidir. Bu karar da göstermektedir ki, Yasin El Kadı hakkında yazmak değil yazmamak suçtur.

Hem de gazetecilik meslek suçudur.

YİNE DE 'ALLAH KURTARSIN!'

Cemaatin en önemli polis şeflerinden olan ve Ergenekon gibi davaların mimarı Ali Fuat Yılmazer, 17 Aralık operasyonundan birkaç gün önce “Nedim salağına söyle hükümetle büyük savaş çıkacak yine arada kalacak” şeklinde bir mesaj iletmişti.

Mesajın anlamı netti; hükümete karşı savaşı kazanacağız Nedim yine hapise girebilir. O cemaatçi polisin savcılıkta, mahkemelerde ne kadar güçlü olduğunu, istediğini tutuklatabildiğini bildiğimden “Yine her şey olabilir” diyordum.

Zaten bir yıllık hapis hayatımı da ona borçluydum. Nitekim 2012’de hapishaneden çıktıktan kısa süre sonra bir gazeteci arkadaşı aracılığıyla “Nedim bana hâlâ kızgın mı?” diye bir mesaj bile göndermeyi ihmal etmemişti.

Haberin Devamı

Bu kez de haklıydı, ‘büyük bir savaş’ çıktı ve o şimdi Silivri Cezaevi’nde. Ne yapayım ki aileleri için üzülmeden edemiyorum.

Her şeye rağmen yine de ‘Allah kurtarsın’ diyorum.

KAYBEDİLMEK İSTENEN İNSANLIĞIMIZDIR...

Yeri kana, göğü feryada doymayan bu diyarda, 499 haftadır İstanbul’un en işlek yerinde Cumartesi Meydanı’nda oturuyorlar. Aslında oturmaya, bundan 1013 (bin on üç) hafta önce 27 Mayıs 1995’te başladılar. Devletin, gözaltında kaybetme politikasıyla yönetildiği günlerdi. Başlangıçta beş-altı kayıp yakınıydılar. Umutsuzluklarını, yaşadıkları belirsizlikleri bir araya gelerek, paylaşarak mücadeleye dönüştürdüler. Talepleri netti:

1) Bir daha kimse gözaltında kaybolmasın.

2) Kayıpların akıbeti açıklansın

3) Kaybedenler yargılansın.

O zamanlar oturmak da pek kolay değildi. 15 Ağustos 1998’de 170. haftada devletin sabrı taşmaya başladı. 30 hafta boyunca, dağıtma, polis şiddeti ve gözaltılarla boğuştular. 13 Mart 99’da, 200’üncü haftada ara vermek zorunda kaldılar. Devletin bir zelil yöntemi teşhir edilmiş, gözaltında kaybetme yöntemi büyük ölçüde terk edilmek zorunda kalınmıştı. Bazı aileler kayıplarının akıbetini öğrenme ‘şans’ına eriştiyse de çoğu için bu gerçekleşmedi.

Haberin Devamı

Ergenekon yargılamaları ile birlikte, yargılamanın 12 Eylül dönemi ve 90’lara uzanma ihtimalinin belirdiği günlerde, yeniden oturmayı ve yarım kalan adalet talebini hatırlatmayı görev bildiler. 31 Ocak 2009’da tekrar oturdular. Sorumluluk makamındakilerse, adalet yerine gözyaşlarını, ne demekse ‘acı paylaşımları’nı koymaya çalıştılar.

Ardından adalet gelmeyince, acılarının suistimal edildiğini düşünmemiş olabilirler mi? Helalleşme adlı hileli terazilere, adı konmamış gizli laflara karınları tok. Talep ettiklerinin tek bir adı var, sıfatsız, sanatsız tek bir adı... ADALET... Devlet Baba’nın kendi çocuklarını adalete teslim etme, çocuklarından geri kalanı da Cumartesi Anneleri’ne teslim etme zamanı çoktan geldi de geçiyor.

Suçsuz yere ceza çekenler, kimi zaman cezalarının suçunu ararlar. Sokağa çıkıp, kırdıklarında, döktüklerinde, keşke yapmasalar diye geçiriyorsunuz ya bazen içinizden; onlara yapma diyebilecek tek ses ADALET’in sesidir. Onlar 499 haftadır hiç yakıp yıkmadılar. Adalet, Cumartesi Meydanı’na konuşarak işe başlarsa, o ses her meydandan duyulur. Endişeniz olmasın. Cumartesi Anneleri ve Cumartesi İnsanları, 25 Ekim Cumartesi günü 500 haftadır oturuyor olacaklar. 500 haftadır kayıplarını arıyor, adalet arıyor olacaklar. Aslında 500 haftadır bizi arıyor, bizi soruyorlar.

Elimizde bir dal kırmızı karanfille, saat 12:00’de yanlarında durabilelim hiç değilse. Seslerini çoğaltalım. Bu Cumartesi ve her Cumartesi...

Sıradaki haber yükleniyor...
holder