Gündem 'Struma'yı kim batırdı?

'Struma'yı kim batırdı?

Paylaş
'Struma'yı kim batırdı?

İsrail'in Gazze'ye yardım götüren ve 610 kişiyi taşıyan 'Mavi Marmara' gemisine baskın düzenlemesi 1941 yılında 769 Yahudi'yi Romanya'dan Filistin'e götürmek için yola çıkan 'Struma' gemisini hatırlattı

Ergun Hiçyılmaz-POSTA

ergun.hicyilmaz@posta.com.tr

‘Struma’, Karadeniz’de bir patlama sonucu battı. Yolculardan sadece biri kurtuldu. Kazadan sadece 1 kişinin kurtulması denizcilik prensipleriyle bağdaşmıyor. Yahudiler Nazi zulmünden kaçmak için gemiye binerken yanlarına tüm altın ve mücevherlerini de almıştı. Acaba patlamadan kurtulup, altın ve mücevherleriyle gizlice Türkiye’ye yerleşen olmadı mı?

769 kişiydiler... Acele ile doldurulmuş torbaları, denk yapılmış eşyalarıyla çaresizliği yaşıyorlardı. Tümü de korkulu bir bekleyiş içindeydi. Yokluk ve acı ile dolu saatler geçiyor ama onlara Filistin’de yeni bir hayat vaat eden yolculuk bir türlü başlamıyordu.

Her şey Romanya gazetelerinde Ekim 1941’de yayınlanan bir ilanla başlamıştı. Karadeniz’in en hareketli limanlarından Köstence’den hareket edeceği ifade edilen ‘Struma’ gemisi Filistin’e yolcu götüreceğini bildiriyordu. Yolculuğun ücreti 150 dolardı. Organizasyonu da Bükreş’teki bir ‘insani yardım komitesi’ üstlenmişti. İlanın gazetelerde yayınlanmasından sonra gemiye yoğun talep olmuştu. Nazi işgali altındaki Romanya’dan kaçmak isteyen Yahudiler, Tevrat’ta ‘vaat edilmiş topraklar’ olarak geçen Filistin’e gidebilmek için akın akın organizasyonu yapan komiteye başvurmuştu. ‘Struma’ aslında kömür taşıyan, ama değişiklikler yapılarak yolcu taşıyabilecek hale getirilen bir gemiydi. 200 kişilikti. Ama komite, neredeyse 4 katı yolcu için bilet kesmişti. Üstelik bilet fiyatı 1000 dolara çıkmış, buna rağmen talep azalmamıştı.

Gemi ilan edilen 8 Ekim 1941 tarihinde hareket edememişti. Çünkü yetkililer yolculardan ek ücret talep etmişti. ‘İnsani yardım komitesi’ adı altında faaliyet gösteren bu komite Yahudiler’i dolandıran bir şebekeye dönmüştü. Bilet ücretlerini 150 dolardan 1000 dolara, 200 olan yolcu kapasitesini de 769’a çıkararak haksız kazanç elde ediyordu. Dolandırıcılık sadece bilet fiyatlarında değildi. Gümrük binasında her yolcunun eşyası tartılıyor, 20 kiloyu geçtiği zaman kalan tüm eşyalara bu komite el koyuyordu. Yolcuların, saatleri, mücevherleri hatta kalemleri bile alınmıştı. Buna rağmen bazı zengin Yahudiler mücevherlerini görevlilere yüklü miktarda rüşvetler vererek gemiye sokmayı başarmıştı.

İNGİLİZLER İSTEMİYORDU

Zengin veya yoksul ama aynı gemideydiler ve Filistin’e büyük göçün bir parçasıydılar. İkinci Dünya Savaşı ile Nazi işgalinin olduğu her yerden Filistin’e Yahudi göçü başlamıştı. İngiltere, bölgede Arap-Yahudi çatışmasının başlamasını istemiyordu. Çünkü böyle bir çatışma İngiltere’nin bölgedeki petrol çıkarlarını bütünüyle tehlikeye düşürebilirdi. Üstelik savaş dönemiydi ve İngiltere bu bölgede çatışmayı engellemek için asker kullanarak ordusunu bölmek istemiyordu. Bu nedenle Filistin’e Yahudi göçünü yasaklayan ve denetleyen bir dizi uygulamayı yürürlüğe soktu. ‘Struma’, Köstence limanından demir almak için, Yahudiler’in para ödemesini beklerken, İngiltere’nin de baskısı artıyordu.

İngiltere, gemide can güvenliği olmadığını, üstelik sağlık kurallarınıı öne sürüyor ve Romanya nezdinde diplomatik girişimlerde bulunarak geminin kalkışını durdurmaya çalışıyordu. Gerçekten de gemide 769 yolcu için sadece bir tek tuvalet ve 4 banyo küveti vardı. Ancak İngiltere’nin bu diplomatik girişimleri sonuçsuz kalacaktı. ‘Struma’ 12 Aralık 1941’de Köstence’den hareket etti. Geminin rotası İstanbul ve Çanakkale boğazlarından geçip Ege’ye,oradan da Akdeniz’i geçerek Filistin’e ulaşmaya yönelikti.

GEMİDE BÜYÜK SOYGUN

Hareket ettikten sadece 40 dakika sonra Karadeniz’in ortasında ‘Struma’nın motorları sustu. Geminin her tarafı dökülüyordu zaten. Geminin kaptanı Bulgar’dı. Yolculara motorun onarılacağını anlatıp, S.O.S ile yardım istendiğini söylüyordu. Ertesi gün vurgunun ikinci bölümü gündeme gelecekti. S.O.S. çağrısını alıp, motoru tamir etmek için gemiye çıkan teknisyenler, çok büyük bir bedel istediler. Fatura yine Yahudiler’e kesilmişti. Kaptan yolculara “Para vermezseniz bu gemi yürümez” diyordu. Yolcularsa verecek hiçbir şeylerinin kalmadığını söylüyordu.

Sonunda parmaklarındaki alyansları çıkardılar. Teknisyenler gemide toplanan 250 alyans karşılığında motoru onardı. Ve gemi Romanya’ya bağlı bir kılavuz eşliğinde Türk karasularına kadar ulaştı. Bundan sonrası artık Türkiye’nin sorumluluğundaydı. Bir Türk kılavuz gemisi ‘Struma’yı alıp Boğaz’ın mayınlı bölgesinden sağ salim geçirip emin bir bölgeye götürmüştü.

DİPLOMASİ SAVAŞI

Facianın bundan sonrası karışık bir bulmacadır. İkinci Dünya Savaşı’na girmeyen Türkiye hem tarafsızlığını korumak, hem de başta İngiltere olmak üzere diğer ülkelerin yaygınlaşan göçmen akınına ‘Dur’ diyen taleplerini dikkate almak durumunda kalmıştı. Türkiye fiilen savaşta değildi ama kendini bir diplomasi savaşının içinde bulmuştu. ‘Struma’, Sarayburnu açıklarında bekletilirken İngiltere’nin Ankara Büyükelçisi Huge Knatchbull Dışişleri’ne davet edilmişti. Türk Dışişleri, İngiltere’den geminin Filistin’e gönderilmesi için izin verilmesini istemişti. Aksi takdirde Tükiye ‘Struma’yı Karadeniz’e geri gönderecekti. İngiliz Büyükelçi, ‘Struma’’nın Filistin’e gitmesini insani bir hareket olarak yorumluyordu ama İngiltere Dışişleri Bakanlığı aynı fikirde değildi.

Sonrası ümitsizlik günleriydi. İngiltere ‘Struma’ya Filistin yolunu tamamen kapamış ve bunu 29 Aralık 1941 tarihi itibarı ile Türk Dışişleri Bakanlığı’na bildirmişti. Gemide ise hastalık baş göstermiş, su ve yiyecek yokluğuna jeneratörün bozulması da eklenmişti. Karaya sadece mürettebat çıkabiliyor ve göçmenlerin ihtiyaçlarını yüksek bedelle karşılıyordu. 9 Şubat’ta Başbakan Şükrü Saracoğlu, ‘Struma’nın Filistin’e gönderilmesi için İngiltere üzerinde yeniden baskı uyguladı. Ancak İngiltere hiçbir şekilde yardımda bulunamayacağını büyükelçilik kanalı ile Şükrü Saracoğlu’na bildirmişti.

Bu karar İngiltere’de tepkilere neden olacak ve başta Dışişleri Sekreteri Oliver Harvey olmak üzere diplomatik çevreler protestoda bulunacaktı. “Mülteciler için hiçbir şey yapmayacak mıyız? İnsanlık dışı olan bu kararı almak zorunda mıyız?” diyordu Harvey... İngiltere dışişlerinden Alec Randall ile Charles Baxter’in yanıtları, hükümet politikasını açıkça ortaya koyuyordu: “Yahudilerin Filistin’e gitmesi, İngiliz politikasında kopukluk ve çelişki yaratacaktır. Onların Filistin’e kabulü, ayrıca başka Yahudilerin de gemilerle Filistin’e akın etmesine neden olacaktır.” Türkiye’nin artık yapacak hiçbir şeyi kalmamıştı. Bir kılavuz gemi, demirini keserek ‘Struma’yı yedeğine almış ve Karadeniz’e çekip bırakmıştı.

‘STRUMA’ İKİYE BÖLÜNDÜ

Tarih 24 Şubat 1942’ydi. Saatler 09.00’u gösterirken büyük bir patlama gemiyi ikiye böldü. Yolcuların büyük bölümü patlama sırasında ölmüş, denize dökülenler ise dondurucu soğuğa karşı koyamamışlardı. Bir kapıyı sal yapan David Stoliar, bu faciadan kurtulan tek yolcuydu. David Stoliar, denizin ortasındaki bir fenere çıkmış ve kurtarma ekipleri tarafından orada bulunmuştu. Peki ‘Struma’ neden batmıştı? Bilirkişilere göre ‘Struma’ mayına çarparak batmıştı. Başka türlü bir patlama gemiyi böylesine parçalayamazdı. Diğer görüş ise ‘Struma’’nın Almanlar tarafından torpillenmesiydi.

Facianın o dönemde yaşanmış bazı olaylarla bağlantısı olduğu ileri sürülüyordu. Almanya’nın Ankara Büyükelçisi Von Papen Ankara’da suikast girişiminden kurtulmuştu. Yine aynı dönemde İngiltere’nin Sofya Büyükelçisi Rendall, İstanbul’da Pera Palas Oteli’nde bombalı saldırıdan son anda kurtulmuştu. İngiltere’nin Türkiye’ye sattığı denizaltı ve uçak filosunu teslim almak için Mısır’a giden Refah şilebi bir Fransız denizaltısı tarafından Akdeniz’de batırılmıştı. Tüm bunların Türkiye’yi savaşa çekmek için planlanan tezgahlar olduğu biliniyordu. ‘Struma’nın batırılması da aynı tezgahın bir parçası olamaz mıydı? Tabii ‘Struma’yı Türkiye’nin batırdığına dair söylentiler de yok değildi. Ancak bunun Türkiye’ye hiçbir yarar sağlamayacağı barizdi. Dışişleri Bakanlığı bu yöndeki iddiaları daha baştan reddetmişti.

Uzmanlar batırma eyleminin karadan gönderilen bir torpil ile değil, denizden düzenlenen bir saldırıyla meydana geldiğini belirlemişti. Öyleyse bu saldırı bir denizaltı tarafından düzenlenmiş olabilirdi. Karadeniz’de üç ülkenin denizaltıları fink atıyordu: Almanya, İngiltere ve Sovyetler Birliği... Öyleyse bu denizaltı bu üç ülkeden birine ait olabilirdi... Ama bu hiçbir zaman kanıtlanamadı. ‘Struma’ tarihin kanlı sayfalarına ‘Mayına çarpıp battı’ kaydıyla geçti...

İngiltere çok acımasızdı. “Ölümleri üzücüydü ama içlerinde yolcu kılığına bürünmüş sabotajcılar, ajanlar olabilir” diyordu.

İngiltere bu açıklamayla gemiye girmiş bir Alman sabotajcının, patlamayı düzenlemiş olabileceğini ima ediyordu. Hatta bu sabotajcının, kazadan kurtulan tek yolcu olan David Stoilar olduğu yönünde iddialar ortaya atıldı. Bu kanıtlanamadı ve David Stoilar bir süre sonra Filistin’e mülteci olarak kabul edildi.

FACİANIN KARANLIK YÖNLERİ

‘Struma’ faciasının karanlık yönü, sadece geminin kimler tarafından nasıl batırıldığı değildi. Bir kısım çevreler gemi yolcu listesi ile gerçek yolcu sayısının birbirini tutmadığı görüşündeydi. Bulgar kaptanın seferi organize eden yardım komitesinin bilgisi dışında, gemiye fazladan yolcu aldığı ve bunları patlamadan önce rüşvet karşılığında karaya çıkardığı konuşuluyordu. Karaya çıkarılan bu Yahudiler’in beraberinde külliyetli miktarda altın ve mücevherat vardı. Yolculara, İstanbul’da faaliyet gösteren ‘Yahudi Direniş Örgütü’ tarafından kimlik ve pasaport düzenlenmişti. Yahudilerin bir bölümü, Fransa’ya geçip direnişçilere fiilen katılacak, diğerleri ise İstanbul’da kalıp geleceğin Türk iş adamları arasına girecekti.

Zaten böyle bir kazadan sadece bir tek yolcunun kurtulmuş olması denizcilik prensiplerine uyan bir şey değildi. Kazazede David Stoilar yabancı bandralı bir geminin deniz fenerinde kendisini fark ettiğini ve bu sayede kurtulduğunu söylemişti. Bölgedeki başka gemi ve teknelerin kurtardığı Yahudiler olamaz mıydı? Konunun uzmanları bunun mümkün olduğunu söylüyordu. Bu Yahudiler o dönemin koşulları içinde Türkiye’de saklanmış olabilirdi. İşte bu Yahudiler’in yanlarındaki altın ve mücevherlerle Türkiye’de iş yaptıkları ve o dönemin ünlü iş adamlarıyla ortaklıklar kurdukları söylenegelir...

KOÇ’UN ‘STRUMA’DAN KURTARDIĞI AİLE

Felaketler gemisi ‘Struma’’nın yolcuları arasında Mobil Oil petrol şirketinin Romanya direktörü Martin Segal, eşi ve iki çocuğu da bulunuyordu. Mobil Oil’in Türkiye temsilcisi ise Vehbi Koç’tu. Mobil Oil’in Türkiye Genel Müdürü Archibald Walker, Vehbi Koç’u Ankara’da ziyaret edip, Segal ailesinin kurtarılması için nüfuzunu kullanmasını rica etmişti. Gerisini Vehbi Koç anılarında şöyle anlatıyor: “Kurban Bayramı’nın birinci günü İçişleri Bakanı Faik Öztrak’ın evine bayramlaşmaya gittim. Bu sırada durumu anlattım ve Martin Segal ile ailesinin gemiden indirilmesini istedim. Bakan derhal telefon etti ve bu ailenin gemiden indirilmesi talimatını verdi. İngilizler’den de izin alındı. Sonra Segal ve ailesi Türkiye’den trenle Hayfa’ya gitti...”

TÜRKİYE’NİN SCHINDLER’İ BÜYÜKELÇİ BEHİÇ ERKİN

Behiç Erkin, Türkiye’de önemli görevlerde bulunmuş bir bakan, İsmet İnönü ve Mustafa Kemal’in güvendiği bir bürokrat, Milli İstihbarat Teşkilatı’nın (MİT) fikir babası ve önemli bir diplomattır. Kurtuluş Savaşı’nın lojistiğini, demir yollarımızın millileştirilmesini sağlayıp, ilklere ömrünü veren bu yurtsever aynı zamanda, 20 bine yakın Yahudi’nin hayatını kurtaran insan olarak anılır. Komutan, milletvekili, bakan ve büyükelçi sıfatları elbette onur kaynağıdır ama binlerce vatandaşımızı Nazi toplama kamplarından kurtarma mücadelesi de insanlık adına en büyük onur olmuştur.

13 Ağustos 1939’da Paris’e gelen yeni Fransa sefirimiz göreve dinamik bir kadro kurmakla başlamıştı. Melih Esenbel’i üçüncü katip olarak Paris’e getirmiş, Fatin Rüştü Zorlu da baş katip olmuştu. Yahudi Leon Mandil de Türkiye’ye sadık bir katipti. Babası Hicaz 3. Ordusu’nda Sağlık Komutanı olan Mandil Paşa’nın oğluydu ve Atatürk’ten ‘özel ateşe’ payesi almıştı. Fransa’da yaklaşık 330 bin Yahudi yaşamaktaydı. Bunlardan l0 bini Türk vatandaşı statüsünü taşıyordu. Türk vatandaşı olmayıp da Türk kökenli olanlar da dikkate alındığında bu sayı 20 bini geçiyordu. Başkatip Fatin Rüştü Zorlu ve Sefir Behiç Bey bu 20 bin Yahudi’yi soykırımdan kurtarmak için sonunda uygulanacak yöntemi tespit ettiler.

Osmanlı ve Türkiye‘ye ait tapu gibi herhangi bir belge ibraz eden Yahudiler vatandaşlık başvurusu yapabilecek ve kendilerine bir belge verilecekti. Fatin Rüştü Zorlu’nun “Aralarında hiç Türkçe bilmeyenler var” demesi üzerine Behiç Bey “‘Ben Türküm, akrabalarım Türkiye’de’ demeyi öğrensinler yeter. Bunu da Fransa’daki bütün konsolosluklara bildirin” cevabını vermişti. Sonrası malum... Behiç Bey ile sefaret mensuplarının verdiği büyük diplomatik mücadele ile Türk kökenli ve Türkiye vatandaşı 10 binden fazla Yahudi toplama kamplarından alındı ve Türkiye’ye gönderildi.

7