Pazar Postası 'Turist olmadığımı anlayanların suratı asıldı'
Paylaş
'Turist olmadığımı anlayanların suratı asıldı'

'Turist olmadığımı anlayanların suratı asıldı'

Hasan Söylemez (30) gazeteci ve fotoğrafçı. Onun hayali Türkiye sınırlarını bisikletle dolaşmak ve fotoğraflamaktı. Geçtiği illerde de fotoğraflarını sergileyecek, ihtiyacı olanlara yardım götürecekti. Hasan hayalini gerçekleştirmek için 11 Temmuz 2010’da Kadıköy’den bisikletiyle yola çıktı. Hem de beş parasız! Ona deli, çılgın diyenler oldu. Ama o banka kartlarını kırdı, son parasını çocuklara dağıttı. Karadeniz Bölgesi’nden Doğu Anadolu’ya, Güneydoğu’dan Akdeniz ve Ege’ye uzandı. Manzarasını beğendiği köylerde kaldı. Bazı köylerde aç kaldı, karnını doyurmak için bulaşık yıkadı, yerleri süpürdü. Kimisinde ise krallar gibi ağırlandı. İlk fotoğraf sergisini Trabzon’da açtı. Sattığı karelerden elde ettiği geliri Kansere Umut Vakfı‘na; Iğdır ve Gaziantep’teki sergisinden elde ettiğini de Doğu ve Güneydoğu’daki köy okullarına bağışladı. İzmir ve Antalya’daki sergisiyle de orman yangınlarına dikkat çekti; Tema’ya bağışta bulundu. Son sergisi yakında İstanbul’da. Bu serginin de geliri sokak çocuklarına gidecek. Hasan Söylemez, 12 Mart cumartesi, saat 15.00’te İstanbul-Kadıköy iskelesine, tura başladığı yere geri dönecek. 10 bin km. yol tamamlayan Hasan Söylemez’i yolculuğun bitmesine 300 km kala Edirne’de yakaladık. Filmlere konu olabilecek sıradışı hikayesini bizimle paylaştı...

Merve Özaytekin

mozaytekin@posta.com.tr

İlk bakışta bisikletle Türkiye turuna çıkan biri Türk olamaz gibi geliyor herkese. Siz kimsiniz, nerede doğdunuz. Bugüne kadar ne yapıyordunuz?

Muş’luyum. Üniversite’de İstanbul’a geldim. Ve bir daha memleketime dönmedim.

Neden? Küstünüz mü?

Hayır. Hayallerin büyüklüğü imkanların büyüklüğü kadardır. Ben de Muş’tan İstanbul’a geldim, hayallerimi gerçekleştirmek için. Üniversitenin ilk yıllarında yerel bir gazetede çalışmaya başladım. 23 yaşımda kendi gazetemi kurdum ama iflas ettim. Gazeteciliği bırakamadım. Dergiler ve sektörel gazetelerde haber müdürlüğü yaptım. Ardından ulusal basına geçtim. Milliyet Gazetesi, sonra da Star Tv, Kanal D’de muhabirlik yaptım. Bu arada da fotoğrafçılığa merak sardım ve Muammer Yanmaz’dan fotoğraf eğitimi alarak, fotoğrafçılıktan da para kazanmaya başladım. Hayallerimin neredeyse hepsini gerçekleştiriyordum. Aklımda bir de bu proje vardı. Onun için de bisikletle yola çıktım. Hala hayaller kuruyor, peşinden gidiyorum.

Bisiklet merakı nereden geliyor?

Aslında hiç bisikletim olmadı. İçimde ukte kaldı. Düşünün, ‘gidon’a ‘direksiyon’, ‘sele’ye ‘koltuk’ diyen bir adamdım. İlk bisikletimi yola çıkmadan, Delta bisiklette çalışarak aldım.

Yola beş parasız koyulmak, bir de sosyal sorumluluk projesi üstlenmek zor olmadı mı? Nasıl cesaret ettiniz? Sizi ne etkiledi?

3 yıl önce ‘Motorsiklet Günlüğü’ adlı bir filmden çok etkilendim. Film Che Guevara ve arkadaşı Alberto Granado’nun 1950’li yıllarda Güney Amerika’yı dolaşmalarını konu alıyordu. ‘Ben de bunu yapabilirim’ dedim. Ama asıl kırılma noktam ‘Özgürlük Yolu’ filmi oldu. Filmde Christopher McCandless parasını yakıyor ve Alaska’da doğa ile birebir yaşamak için yola koyuluyor. Ben de insanları tanıyıp anlamak için onların içine karışmam gerektiğini düşündüm. Eğer yanımda para olsaydı, cebimdeki paraya güvenir insanların içine bu kadar rahat giremezdim.

Bir filmden etkilenip yollara düşmenize aileniz ne dedi? Çevrenizdekiler deli, çılgın demedi mi?

Aslında soru şöyle olmalı, ‘Size akıllı diyen oldu mu?’ Yola çıktığım günden beri herkes bana deli diyor. Kimine göre ütopik, kimine göre mazoşistçe ama bana göre ise insani ve ulvi bir şey yapıyorum. Ne yapmaya çalıştığımı insanlara tek tek anlatıyorum. Anlayanlar olduğu gibi, anlamamakta ısrar edenler de var.

Peki anlamayanlarla karşılaşınca?

“Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde yatıyordum, bir gün hastaneden kaçtım, bir bisiklet aldım ve yola çıktım” diyorum. Bu onlara daha mantıklı geliyor. Hesap sormaktan ve kızmaktan vazgeçip susuyorlar. Ailem ise başka konu. Ne yapmaya çalıştığımı anlamadılar. Ama ilk sergimi görünce beni desteklemeye başladılar. Bir de, anneme parasız gezdiğimi söylemedik. Gazeteler ve televizyonlarda gördüğünde ise şaka yaptığımı sanıyor!

Ya sizin psikolojiniz nasıldı?

En kötü senaryolara kendimi psikolojik olarak hazırladım. Tanımadığım karşılaşacağım insanlara güvenmek zorundaydım. Güvenmeseydim, bugün bu yolculuğa devam edemezdim.

Yolculuğa başladığınız ilk gün nasıldı?

Yolculuğa Kadıköy’den başladım. Heyecanlı, şaşkın ve nasıl davranacağımı bilemeyen farklı bir ruh halindeydim. Kendi bedenimden burnuma gelen ceset kokusundan arınacak olmanın sarhoşluğunu yaşıyordum. Kendimden öyle geçmişim ki; son kez parayla su almaya bakkala gittiğimde bisikletimi bakkalın önünde unutmuşum!

Yola çıkarken kafanızdaki rota neydi, yolda yanınıza neler aldınız?

Plan yapmadım. İsteğim, Türkiye’nin etrafını bisikletle dolaşmaktı. Güzergahı yolda çizdim. Yarını değil, günümü yaşadım. Nasılsa, ne kendimle ne de bir başkasıyla yarışıyordum. Yanıma teknik malzemeler, giyecek, çadır, uyku tulumu, bilgisayar, internet, fotoğraf makinesi ve birkaç önemli malzeme aldım. Hepsi de yetti.

Nerede konakladınız? İhtiyaçlarınızı nasıl giderdiniz?

Kimi zaman çadırda, kimi zaman hiç tanımadığım insanlara misafir oldum. Bazı köylerden kovuldum. Bazıları da beni krallar gibi yaşattı. İki hafta boyunca bırakın yıkanmayı, elbiselerimi bile değiştiremediğim oldu. İkinci derim olacaklardı. Yazın denizde yıkanıyordum, ama hava soğuyunca kir ve terle yaşamaya alıştım. Soğuk havalar kokuyu bastırdı.

Hangi köylerden, neden kovuldunuz?

Neden kovduklarını açıkçası ben de bilmiyorum. Herhalde güvenemediler. İsim vermek istemem. Kimsenin o köylere önyargılı olmasın...

Yemek hakkında neyi deneyimlediniz? Aç kaldınız mı? Bisiklet üstünde acıkmıyor muydunuz?

Misafir edildiğim yerlerde ne veriliyorsa onu yiyip içtim. Gerekirse bulaşık yıkama, süpürme gibi işler yapıyor, karşılığında da karnımı doyuruyordum. Aç karınla pedal çevirdiğim çok oldu. Bisiklet sürerken bal, fındık, fıstık gibi enerji veren yiyeceklere ihtiyaç vardır. Ancak ben enerjinin zihinsel olduğuna inanıyorum, yiyecek aramadım. Eskiden yemek seçerdim, mesela pişmiş soğanı sevmiyordum. Ama şu an yemek ayrımı yapamıyorum. Yollarda çok soruyla karşılaştım. En sevdiğim soru: ‘Karnın aç mı?’ oldu. Böyle bir soruyla karşılaştığımda suratımda kocaman bir gülümseme oluyordu.

Sizi hayal kırıklığına uğratan, yemek için çalışmak istediğinizde iş verilmediği şehirler oldu mu?

Yolculuk boyunca yaşadığım iyi kötü hiçbir şeyi şehirlere mal etmiyorum. Bu ülkenin doğusu, batısı, kuzeyi, güneyi hiç fark etmiyor. Karnımı doyuramadığım, aç kaldığım ve köylerden kovulduğum oldu. Param olmadığı için de çok rencide edildim. Mutsuz oldum ama hiç umutsuzluğa kapılmadım. Gururumun üzerindeki perdeyi kaldırarak insanlara yaklaşmaya, onları tanıyıp anlamaya çalışıyorum. Gittiğim her yerde de, tanımadığım ailelere evlat, hüzünlerine, aşklarına ortak oldum. Tanıştığım herkesle hala görüşüyorum.

Kilo verdiniz mi?

Evet. Yola çıktığımda 81 kiloydum. Şimdi 75’im.

Sizi yolda turist zannetmişler. Türkiye’yi gezen Türk görmeye alışık olmadıkları için mi, tipinizin klasik Türk görünüşünde olmamasından mı?

Yola ilk çıktığım günden beri ‘Hello’ dediler bana. Bence bu bizim eksikliğimizden kaynaklanıyor. Tipimin Avrupai olması insanların bilinçaltına yerleşen ‘bisiklete binen herkesin turist olduğu’ inancıyla doğru orantılı. Eğer bu ülkede bisikletle gezen kişi sayısı fazla olsaydı bana ‘hello’ değil ‘merhaba’ diye selam verirlerdi. Artvin’in Şavşat ilçesine giderken yanımda duran bir pikap şoförüyle aramızda komik bir diyalog geçti. Şoför bana: “How are you today?” dedi, “Eyvallah abi, yorgunum valla!” dedim. “Are you ok?” deyince ben de “Abi seninle Türkçe konuşuyorum” dedim. Israrla İngilizce’ye devam etti. “Where are you from?”, ben de “Türkiye, Muş Muuuuşş!!”. Meğer o da 15 yıl Muş’ta kalmış.

Bisiklet üstünde bir gününüz nasıl geçiyor?

İç dünyama yolculuk yapıyorum. Kendimle yüzleşip yaşadığım hayatı, geçmişi, insanları ve her şeyi sorguluyorum. Bazen öyle derinlere dalıyorum ki; yanımdan geçen arabaların korna çalmasıyla kendime geliyorum. Yollarda sınırsız düşünme ve hareket etme özgürlüğü var. O berbat sesimle melodisi ve sözleri olmayan şarkılar mırıldanırken bile sadece kendime suçüstü yakalanıyorum. Belirli bir program izlemiyor, yorulursam bisikletten iniyorum.

Kaza atlattınız mı? Ölümle burun buruna geldiniz mi?

İki defa arkadan araba çarptı ikisinde de kaçıp gittiler. Kaza esnasında hiçbir şey düşünmedim. Ama ölümün nefesini ensemde hissettiğim yerler uzun tüneller oldu. O tabut gibi tünellerde arabaların korkunç gürültüsü, insana her an arkadan araba çarpacak korkusu yaşatıyor. Nefes nefese kalıyordum. Düşündüğüm tek şey; sağ salim o tünelden çıkmak oldu. Tünellere girdiğimde aklıma gelen bütün duaları okuyordum. Tünelden çıktığımda kalbimin göğsümden fırlayacak kadar hızlı attığını hissedebiliyor, ve mataramdaki suyu kafaya çekip rahat bir nefes alıyorum. Fiziki olarak da beni en çok Batı Karadeniz ve Akdeniz bölgeleri zorladı. Yollar hem çok tehlikeliydi, rampası çoktu. Sürekli bir tırmanış halindeydim. Ancak duraklama yerlerim olan manzaralar geldiğimde kendimi iyi hissediyordum.

Türkiye hakkında sizi en çok şaşırtan gerçek ne oldu?

Türkiye’nin güzel bir ülke olduğunu biliyordum ancak bisikletle bu güzelliği doya doya gördüm. İyi niyeti yakından hissettim. Beni üzen tek şey: Kendi insanımıza değil de yabancı insanlara daha fazla değer vermemiz. Her yerde bir yabancı hayranlığı var. Yabancı devletlerden gelen bir turist olsaydım daha fazla önemsenirdim. Turist olmadığım anlaşıldığında insanlar hayal kırıklığına uğruyorlar ve bir anda suratları asılıyor.

Sürekli yolda olmak insana içsel olarak ne kazandırıyor neyi kaybettiriyor?

İnsana sabrı, empati kurmayı ve kendini tanımasını sağlıyor. Hiç tanımadığım insanların hayatına dokunuyorum, onlar da benim hayatıma dokunuyor. Hatta bir kişi gazetede çıkan haberlerimi görmüş, internet sitemi takip etmiş. Cesaretimden çok etkilenmiş ve intihar etmekten vazgeçmiş. Bunu bana email yoluyla yazdı. Bunlar kazandıklarım. Ama yolculuk insana hiçbir şey kaybettirmiyor. Meğer, insanın kendi içine doğru bir yolculuk yapabilmesi için fiziksel olarak da bir yolculuk yapması gerekiyormuş.

Hiç hasta oldunuz mu? Ateşlendiniz mi? Kendinizi kötü hissettiğinizde kim baktı?

Olmadım pek. Batı Karadeniz’de aşırı yağmurlardan dolayı hafif bir soğuk algınlığı oldu. Onu da çabuk atlattım.

Sizce bir kadın bu turu yapabilir mi?

Kadın ya da erkek, böyle bir turu herkes yapabilir. Ama öncelikle inanması, istemesi ve hemen başlaması gerekiyor. Cesaret ise inanmaktan geliyor. İnancı olmayan bir kişinin cesareti de olamaz. Detaylara fazla takılıp boğulmamak lazım. Eksikler hiç bitmez, elinizdekiyle yetinirseniz yolculuğunuzda beklediğinizden fazlasını yaşarsınız. Bir kadının Türkiye’de bunu yapması daha kolaydır. Çünkü kadına saygı erkeğe saygıdan daha fazla.

En çok neyi özlediniz?

Hiçbir şeyi özlemedim. Hatta yolculuğum bitiyor diye telaşlanmaya başladım!

Kız arkadaşınız sizin yolculuğunuza ne dedi? Bu süre nasıl geçti?

Ben bu yolculuğa başladığım gün bir aşk yolculuğuna da başladım. Bir ilişkim var ve bu ilişki de yolculuk esnasında bana çok şey kazandırdı, beni yoğurdu diyebilirim. Yolculuğumu en çok destekleyen ve bunu hissederek yaşamama neden olan kişi de yine kız arkadaşımdı. Özlem olduğu zamanlarda yanıma geldi ve yolculuk içinde yolculuk yaşadık.

Yollarda size aşık olan oldu mu?

Bana ilgi duyanlar hatta benimle evlenmek isteyenler bile oldu!

Hayatınıza bundan sonra nasıl yön vereceksiniz? Neler yapacaksınız?

Yolculuğum bittiğinde İstanbul’daki sergimin hazırlıklarını yapacağım ve yaşadıklarımı bir kitapta toplayacağım. Hayalini kurduğum başka projeleri gerçekleştirmeye başlayana kadar yine işimde gücümde olacağım.

Bu yazı 6 Mart 2011 tarihli Pazar Postası'ndan alınmıştır

3

Haberin Devamı