Gündem Hülya Koçyiğit: Erdoğan büyük lider

Hülya Koçyiğit: Erdoğan büyük lider

Paylaş
Hülya Koçyiğit: Erdoğan büyük lider

'Akil İnsanlar Heyeti'nde de yer alan Türk sinemasının efsane ismi Hülya Koçyiğit sanattan siyasete bir çok konuda düşündüklerini açıkladı. 'Atatürk benim kahramanım' diyen Koçyiğit, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı 'büyük bir lider' olarak tanımladı. Sanatçı 'Kezban' lakabını ise ayıpladı

HaberX'ten Hülya Okur'a konuşan Hülya Koçyiğit'in sözlerinden bazıları şunlar:

Haberin Devamı

'TÜRKİYE'DEKİ GENÇ KIZLAR İÇİN BİR ÖRNEKSİN'

*Güzel bir aileye sahipsiniz… 20 yaşınızdan beri sizinle olan Selim Soydan, Ender-Gülşah, Neslişah, Aslışah... Peki küçük hanımefendinin 34 yaşında kalp krizinden kaybettiği babası ve 75 yıllık ömrünün 25 yılını felçli geçiren Melek annesi ile birlikte başlayan hayat filminin ilk bölümü nasıl geçti?

Üç kız kardeşin en büyüğüyüm ben. Annem 16 yaşında beni dünyaya getirdiği için, bütün genç kızlık hayallerinin, kendi kurduğu dünya anlayışının bende tezahür etmesini istemiş. İlk yıllarımda müziğe olan istidadım, bale yapma isteğim, okula başladığım yıllarda öğretmenlerin dikkatini çekmem, resitallerde başrollerin verilmesi, bendeki sanatsal yeteneklerin fark edilmesini sağlıyordu ve annem bu durumdan çok mutluydu. Çünkü o kadar erken evlilik yapmasaydı, annemin de hayallerinde sanat vardı.

Haberin Devamı

Baktı ki evladında bu özlemini giderebileceği yetenekler var, benim eğitimimde çok fazla emek sarf etti, bale tamam bale, tiyatro tamam tiyatro, müzik aleti çalmalısın, dünya sinemasını takip etmelisin, konserlere gitmelisin, hep beni taşıdı, olgunlaştırdı, oluşturdu, bana belli bir anlayış ve belli bir zevk aşıladı, “Ne kadar donanımlı bir sanatçı olursan o kadar yerini sağlamlaştırırsın” dedi, tabi ki verdiği değerler vardı; insan olmak, doğru bir insan olmak, güvenilir bir insan olmak gibi…felsefi olarak da, maddiyatı değil maneviyatı telkin etti, çünkü maddi dediğin dünya gelip geçici bir dünya, ruh önemli, hayatta dik durabilmek için ruhen de güçlü ve zengin olmalısın, derdi.

Kardeşlerim için de şöyle derdi: “Hülya ben bütün enerjimi sana veriyorum, sen de kardeşlerine vereceksin, onlar seni görerek büyüyecekler, sen onlar için bir örneksin” sonra ileriki yıllarda susuz yazdan sonra şöhret olduğum yıllarda, “Sen Türkiye’deki genç kızlar için bir örneksin, bu sorumluluğu her zaman hissetmelisin, onlara doğru örnek olmasın” derdi, kolay kolay bir şey beğenmezdi, ilk eleştirmenim annemdi, onun gözünün içine bakar, annem onaylıyorsa, demek ki doğru bir şey yapmışım diye sevinirdim.

Haberin Devamı

Benim annem sadece anne olmadı, bir yandan eğitimcim oldu, bir yandan eleştirmenim oldu, bir yandan yaşam koçum oldu, ufak açan, ışık tutan, arkamda sağlam duran bir menejer gibiydi, çok büyük emeği var üzerimde. Kuzguncuk’ta büyüdüm, çok cıvıltı yıllardı; sokaklarda yakan top, istop oynarken karma bir kültürün içinde büyüdüm, komşuculuk, dayanışma gibi olgular oluşturdu beni, sonra tiyatro sevdası başladı.

'BU CESARET DEĞİL BENCE'

*İyimserliğinizi bir çok insan vurguladı ama biri var ki, cesaretinizi ortaya koydu, Rasim Ozan Kütahyalı, “Hülya Koçyiğit cesaretiyle de tarihe geçti” diye yazdı. Çözüm sürecinde akil insanlar görevi size verilene kadar cesaretinizin farkında mıydınız?

Çok güzel bir yazıydı. O kadar genç bir insanın beni tanıması, anlamasını ve yazıya dökmesini çok taktir etmiştim. Evet farkındaydım, ben yüreği bayağı geniş bir insanım. Söz konusu benim vatanım olduğu zaman zaten üst tarafı teferruat demiş ya, o kadar doğru söylemiş ki, vatanı için canını hiç düşünmeden seve seve feda eden insanlar varken, ben bu ülkede barış olsun diye bir küçük çaba göstermişsem, bu cesaret bile değil bence.

Haberin Devamı

'ÖĞRETMEN OLMAK İSTERDİM'

*Selahattin Duman yıllar önce yazmıştı, “Eğer Ecevit'in şahsi partisinden bir bakan "Valilik ciddi bir görevdir.." deyip karşı çıkmasa Hülya Koçyiğit şu sıralarda resmen Yalova valisiydi..” diye. Oyunculuk dışında bir mesleğe tevessül ettiniz mi? Oyunculuk kadar kendinize yakıştırdığınız meslekler oldu mu?

Ben ilkokul öğretmenime büyük hayranlık duyardım, onun gibi bir öğretmen olabilir miyim derdim, ancak öğretmenlik benim oyunculuk dışında düşünebileceğim bir meslek çünkü aslında ben mesleğimi yaparken de bir nevi eğitimci olarak görüyorum kendimi, halkın sanatçıları, önderleri, liderleri, alnında ışığı ilk hissedenler, yol gösterenler bir nevi öğretmen.

'YÖNETMENLİĞİNİ YAPACAĞIM...'

*Yeni sinemacılara hocalarınızın yönetmenleriniz olduğunu, öğretmenlerinizin de halk olduğunu söylüyorsunuz… Ömer Lütfi Akad’ın ‘Gelin’, ‘Düğün’, ‘Diyet’ üçlemesinin yanı sıra kariyerinizin olgunluk döneminde de ‘Derman’, ‘Kurbağalar’, ‘Bez Bebek’ gibi önemli filmlerde boy gösterdiniz. Öğretmenlik boyutuna geçtiniz mi, yönetmenlik serüveninde görebilecek miyiz sizi?

Haberin Devamı

Dilerim, böyle kıpırdanışlar var, bir senaryo üzerine çalışıyoruz, yine bir kadının hayatı. Ve hatta kendi kaleme aldığı bir kitabı senaryolaştırmaya çalışıyoruz, eğer başarabilirsek ben yönetmek istiyorum.

'TÜRKİYE SİNEMASI DEĞİL, TÜRK SİNEMASI'

*Türkiye sineması, yurtdışında ilk önemli başarısını…

Sizde mi Türkiye sineması diyorsunuz?

*Hayır haberde öyle geçtiğinden kullandım, rahatsız mı oluyorsunuz Türkiye sineması tabirinden?

Böyle bir değişikliğe neden lüzum görülsün, Türk’üz, Türkiye’de yaşıyoruz, Türk kültürünü anlatıyoruz. Türk sineması, yurtdışında ilk önemli başarısını Metin Erksan klasiği ‘Susuz Yaz’la, Berlin Film Festivali’nde aldığı ‘Altın Ayı’ ödülüyle gerçekleştirirdi. Türk sineması yabancılaştı mı, sizin döneminizin ruhunu korumasını ister miydiniz? Eğer milli sinemadan söz edeceksek, o zaman o ruhu koruması gerekiyordu ama her dönemin bir sosyo ekonomik bir biçimi var, o yılların bir yaşam biçimi, kaygıları, sorunları var.

Teknoloji de gelişiyor, dünya ile iletişim artıyor, sadece Türkiye’de yaşamıyoruz, dünya ile beraber yaşıyoruz, ihtiyaçlarımız değişiyor, o zaman milliden çok milli karakterli evrensel hikayeler anlatmak durumunda kalıyoruz, bütün bunları yapıp yapamadığımız meçhul. Ama sinema ile kafa yoran, Türk sinemasını hak ettiği yerlere taşımak için çabalayan genç bir nesil var, onlar insanın göğsünü kabartıyor, keyifle izliyorum. Ama bu soruyu sokaktan geçen bir kadına, adama sorsanız, size: “Nerede o eski filmler?...O filmlerle biz daha çok duygularımızı yaşıyorduk, yaşayamadığımız aşklarımızı yaşıyorduk, aile kavramları çok güçlüydük, komşuluk duygusu çok güçlüydü, bütün bunları tekrar yaşadığımız ve özlediğimiz için eski filmleri tercih ediyoruz” derdi. Ben hep bu durumlarla karşılaşıyorum.

'SANATÇILAR EKSTRA DUYARLILIK TAŞIYAN KİŞİLERDİR'

*Jane Fonda kendinize en yakın bulduğunuz yabancı aktris.” Onu sadece beyazperdedeki görüntüsü ile değil yaşadığı topluma karşı sorumluluklarını yerine getiren iyi bir anne ve büyükanne olduğu için seviyorum. “ demiştiniz.

Jane Fonda, aynı zamanda aktivist bir yönü de var, o da savaşa karşı olan bir insan. Vietnam Savaşı sırasında canhıraç bir şekilde kendini ortaya koymuştu. Ve geniş halk kitlelerini bu anlamda bilinçlendirmeye çalışmıştı, o yetmedi kadınların sağlığı ile mücadele etti, özellikle gayri meşru hamile kalan kızların geleceği ile ilgili yaptığı çalışmalar….Bence sanatçı olsa da olmasa da insanın yapması gereken şeyler bunlar. Elinizi bir muhtaç olan insana uzatmak, onu ayağa kaldırmak için, gayret vermek gibi bir şey. Sanatçılar ekstra duyarlılık taşıyan kişilerdir.

“HAYAT BANA TÜRKAN, FATMA VE FİLİZ’DEN ÇOK DAHA FAZLASINI VERDİ”

*Yeşilçam’ın ‘dört yapraklı yonca’sının daimi üyelerindendiniz. Her ne kadar Masumiyetin temsilcisi olsanız da, sizin temsil ettiğiniz yaprağın diğerlerinden farkı veya eksiği, kopan bir tarafı olduğunu düşündünüz mü hiç?

Tam tersi hayat bana onlardan çok daha fazlasını verdi…Onun için ne kadar şükretsem azdır. Biraz da hayattan ne beklediğimiz, neye değer verdiğimizle önem kazanan bu durum bu.

'KEZBAN’ KARAKTERİNE KOMİK ALGIYLA BAKMAK, BİZİM AYIBIMIZ'

*Ediz Hun ile oynadığınız Kezban Roma’da adlı filminiz var. O filmden beri Kezban adı bir tipin adı oldu. Ahmet Hakan bu karaktere uymayan ama adı Kezban olan bayanlardan özür dilemişti. Siz ise bir demecinizde mizahi yanı olduğu için filmlerinizin arasında en çok onu beğendiğinizi söylemişsiniz. Karakterlerinizin alay konusu olması sizi incitiyor mu?

O filmlerin hiçbir mizahi tarafı yok, tam tersi ciddi dramlar onlar. Kezban, Kezban Roma’da, Kezban Paris’te… Nedense toplumda; saf, masum denilen iyi niyetli, kimsesiz, korunmaya muhtaç bir tiplemeyi göz önüne getirdikleri zaman Kezban ismi akıllarına geliyor.

Ama bu toplumda karşılığı olmayan bir karakter değil, ona komik bir algıyla bakmak bizim hatamız olur, bizim ayıbımız olur. Kezban diye bir isim var ve Kezban ismini taşıyan bir çok kadınımız var, bu insanlara: “Sen masumsun, safsın, insanların kolayca kullanabileceği bir insansın, korunmaya muhtaç, zavallısın” gözüyle bakmak ayıp olur. Bu bir nevi İnek Şaban. Şaban isminde bir sürü insan var, önemli yerlerdeler, o insanları da mı o tiplemenin içine sokuyoruz, bu paradoksal bir şey oldu.

'ATATÜRK BENİM KAHRAMANIM'

*Taraf Gazetesinin bir anket sorusuydu Kahramanınız kimdir? Cevabınız: ‘Atatürk’ idi. İdeolojiniz, dünyaya bakışınız nasıl şekillendi? Mesela Hülya Koçyiğit, yürüdüğü yolun sağını mı, solunu mu tercih etti, Atatürk ona hangi konularda önderlik etti?

Çok güzel bir soru. Cumhuriyetimizin kurucusu, bizim milli mücadele kahramanımız, bize kişiliğimizi, kimliğimizi tekrardan armağan eden, herhangi bir bağımlılıktan kurtaran, özgür birey vatandaşlar olmamızı sağlayan, düşüncede özgürlük için hedef koyan büyük bir lider, büyük bir önder o, Türk kadınına, Türk sanatçısına verdiği değer. Benim için tabi ki en büyük idol, en büyük kahraman. Büyük ınkılapları hayata geçirmiş, onun için mukayese edilemez.

'ERDOĞAN BÜYÜK BİR LİDER'

*Erdoğan’ın vizyon belgesi toplantısı sonrası: “Karşımızda son derece dinç, enerjik, kararlı, kendine güvenen, Türkiye sevdalısı, büyük Türkiye vizyonu olan bir cumhurbaşkanı adayı vardı. Türkiye'nin çözüm sürecine, değişim talebine, özgürlüklerine, statükodan arınmışlığına gönül vermiş bir cumhurbaşkanı adayı. Kendisi bu söylemiyle ve vizyonuyla bana büyük güven verdi” dediniz Tayip Erdoğan için. Atatürk’ün açtığı yolda ilerlediği anlamına mı geliyor, bu güveni sizde sarsılma noktasına geldi mi, Erdoğan’ın liderliği konusunda ne diyeceksiniz?

Aynısını düşünüyorum. Büyük bir lider, o da bir Türkiye sevdalısı, hedefleri çok ileri. O da ülkenin vatandaşlarının daha özgür, daha eşit, daha müreffeh, herkesin işi, aşı, sağlık imkan olsun, bütün bunları aşmış bir ülke için çalışalım, dünyayı aşalım, dünya ülkeleri ile yarışalım, ve ülkemizde bugüne kadar başaramadıklarımızı başaralım, daha büyük yatırımlarla iş imkanlarını geliştirelim diye çabalayan bir insan olduğuna inanıyorum. Çözüm sürecine gelince, barışı dile getiren ve bunun arkasında duran bir lider olduğu için de, son 30 yılki acılarımıza ‘dur’ diyen bir lider olduğu için, buna inanıp, insanların buna inanması için çaba sarf ettiği için, kararlı olarak durduğu için, kendi siyasi yaşamı ile ilgili büyük bir riske girdiği için.

Çünkü barış kolay bir şey değil, savaşmak çok kolay. İnanıyorum onun iyi niyetine. Barış sonunda olacak diye ümit ediyorum. Bu ümit beni harekete geçirdi. Akil insan olmam konusunda bana bir görev tevdi edildiği zaman da, “Barış için seve seve” dedim. Benim de bir katkım olmasını isterim. O zaman ki Başbakanımızın samimiyetine ve kararlılığına da inandım ve hala aynı inancımı koruyorum. Fakat bu süreç içerisinde barışın çok zor tesis edilen bir şey olduğunu öğrendim.

Bir şiddet döneminde yaşıyoruz, komşu ülkelerde muazzam bir akım var, meselelerimizi konuşarak, anlaşarak değil, savaşarak, yüksek sesle halletmeye çalışıyoruz. Şiddet döneminin bize çok şey kaybettireceğinin farkına varmamız gerekiyor, kaybettiklerimizi geri kazanamayız ama zararın neresinden dönersek kârdır. Ölümlerin büyük tortuları var dargınlıklar, gücenmişlikler var, haksızlığa uğramışlık var, bütün bunların atlatılması zaten zaman alacak, onun için ne kadar erken harekete geçilirse, o kadar iyi.

'DAVUTOĞLU TAM BİR AKİL İNSAN'

*Erdoğan ile başladığınız ama artık barış sürecinin başında Davutoğlu var…Ekim ayında Ahmet Davutoğlu'nun Akil İnsanlar Heyeti ile Dolmabahçe'deki Başbakanlık Ofisi'nde yaptığı 10 saat 15 dakika süren toplantıya siz de katıldınız. Neler çıktı o toplantıdan ve Davutoğlu’nu konuya hakimiyet açısından nasıl buldunuz?

60 kişinin her biri süresiz konuştu. Zaman o kadar ilerledi ki…Ben Başbakanımızı son derece entelektüel, dünya, yöneticilik tecrübesi olan, tam manasıyla bir akil insan olarak gördüm karşımda. 10 saat onu tanımak için, onun fikirlerini öğrenebilmek için bayağı bir zamandı. Herkesi kucaklayan bir anlayışı vardı, tarih bilgisi ile beni adeta hayran bıraktı, bu kadar tarih bilgisi, insanları kucaklama duygusu, meselelere olan hakimiyeti, iradesi, dirayeti… bir çok yönüyle beni kendisine hayran bıraktı. Çok etkileyici idi.

Bugüne getiren nedenleri açıkladı, her türlü birlikte olmuşuz, yıllarca öyle bir kenetlenme, kaynaşma olmuş ki, son yıllarda yaşananların nedenlerini anlatırken çok bilgilendirdi. Çok geniş bilgisi olan bir insan. “Ben bir çok barış görüşmelerinde görev almış insanım” dedi. Filipinleri barıştırmak için gitmiş mesela. “Ama ben çözüm sürecine yerel olarak bakıyorum, biz kendimiz bu sorunu başarmalıyız, dışarıdan desteğe ihtiyacımız yok, çünkü biz birbirimizi biliyoruz, bu yerel bir projedir, çünkü ilk defa böyle bir şey başarılacak, İRA bile Amerika’yı araya koymak durumunda kaldı, bir çok ülkeyi barıştıran dışarıdan güçler oldu, bunu kendimiz başarmalıyız, kararlıyım” dedi.