Yazgülü Aldoğan Film güzel, araba güzel daha ne istiyorsun?
HABERİ PAYLAŞ

Film güzel, araba güzel daha ne istiyorsun?

Haberin Devamı


Cemile Sultan Korusu’nda klasik arabalarda açık hava sineması nostaljisi yaşandı.

Sinema deyince yatıya giderim! Cemile Sultan Korusu’nda “Açık Hava Sineması” deyince, bu sıcak yaz gecesinde daha güzel ne olsun dedim ama daha güzeli de varmış; Açık Hava Sineması, aynı zamanda Arabalı Sinema imiş! Yani o hani eski Amerikan filmlerinde gördüğümüz, fiyakalı Amerikan arabaları içinde seyredeceğiz! İstanbul Klasik Otomobilciler Derneği’nin işbirliğiyle gerçekleştirilen etkinlikte gösterilen film de tüm zamanların en iyi aşk filmi seçilen 1942 yapımı CASABLANCA değil mi?

Humphrey Bogart ve İngrid Bergman’ın Fas’ın başkenti o ünlü barda keşisen yolları ve aşklarının simgesi haline gelmiş ünlü parçayı piyaniste çaldırmaları: “Bir daha çal Sam!” diye ünlenmiş o müthiş replik. Bizim şansımıza üstü açık 55 model bir kırmızı Chevrolet düştü. Arabanın şoför koltuğunda, gözüm bir yandan filmde, elim direksiyonda, müthiş bir keyif yaşadım. Frigo, mısır da eksik değildi bu şenlikte, ama insan film bitince bir kadeh bir şey içmek istiyor Boğaz’ın o muhteşem manzarasına karşı.

Ne yazık ki giderek Araplaşan Türkiye’de İTO’nun tesislerinde Cemile Sultan’da artık alkollü içecek servisi yapılmıyormuş! Tuvaletlere konulan özel abdest alma bidelerine de bakınca başka bir dünyaya geldiğinizi anlıyorsunuz. Cemile ve Adile Sultan’da birçok restoran ve kafeterya var, bunların hepsinde mi alkol kaldırılmalıydı, hiç olmazsa birinde olur, birinde olmaz, isteyen istediğinde oturur, isterse içer, istemezse içmez? Bu toptancı yasaklamacı zihniyet, özgürlüğe müdahale değilse nedir? Niye o zaman yıllardır kimin yaşamına müdahale ettik diye nutuk atıyor en tepedekiler?


Medyayı tasnif etme hakkını nereden aldınız?


Başbakan Davutoğlu’nun davetli gazetecileri RTE’nin davetlerinden daha fazlaydı ama basın özgürlüğünü hiçe sayan önemli eksikler vardı.

Başbakan Davutoğlu, “bazı” gazetelerin genel yayın yönetmenlerini çağırıp, son operasyonlarla ilgili kapsamlı açıklamalar yapmış, soruları yanıtlamış. Bu “Bazı” demek, gazetelere uygulanan akreditasyon sınırlamasının sürdüğünü gösteriyor. Gerçi RTE’yle kıyaslandığında bir gevşeme var: sadece kendisine biat etmiş havuz gazeteleri değil, Hürriyet de çağrılmış örneğin. Ama Başbakan Davutoğlu, Türkiye’nin en çok satan Posta, Sözcü, Zaman gibi büyüklerini ve Cumhuriyet gibi yılların editoryal gazetesini hangi gerekçeyle açıklamalarından mahrum ediyor? O gazeteleri mahrum ederken asıl onların okurlarının haber alma haklarını engellediğini düşünmüyor mu? Biz, bu önemli haberi, okurlarımıza iletmekle yükümlü ve sorumluyuz. Okurlarımızın haber alma hakkı, sizin, bizim gazetemizi beğenip beğenmemenizle sınırlı olamaz. Biz, havuz medyasının, emir komuta zinciri içinde aynı manşetleri atan o gazetelerini çok mu beğeniyoruz? Okur, bu davranışı görüyor ve bilin ki onaylamıyor. Başbakan Davutoğlu, keşke daha objektif ve gerçekçi olabilse. Hem koalisyon kurarsa da böyle mi olacağını zannediyor?

IŞİD ve PKK’yla düşman olunca hesaplar karışık

Davutoğlu’nun başbakan olduktan sonra yaptığı en kapsamlı basın açıklamasından önemli zihin okumaları yapmak mümkün: Artık Kürtler out! HDP de out! Bunun nedeni sadece PKK’nın silah gösterip polis ve asker öldürmesi, sokaklarda silahlı gösteri yapması değil. Muhtemel bir “tekrar seçim”de HDP’nin 80 milletvekili ile tekrar boy göstermesinin önünü alma isteği. Başbakan bunu, HDP’nin seçmenlere baskı yapmasını önlemek için öngördükleri “taşımalı seçim” formülünde de açık ediyor. HDP’nin kapatılma isteğiyle şikayet edilmesinde de aynı öngörü var. Ve örneğin Yusuf Kaplan’ın YeniŞafak’taki köşe yazısında HDP’nin en büyük suçu açıklanıyor: Seküler olmak! Yani laik olmak. Yani Hüda Par gibi dinci olmamak! “Kürt sorunu, ümmet kimliğinin terkedilmesinin, ulus kimliği icat edilmesinin bizi getirdiği noktadır” deniyor. Halbuki “Ortak bir Müslüman kimliğe sahip olunsa” sorun kalmayacak! “Din kardeşiyiz” deyince Mehmet’le Şehmuz sarılacak birbirine! Ya “Din kardeşi” olup da kavga etmek zorunda olduğumuz ötekiler? Kürtlerle arayı açtıktan sonra gücümüzü, kudretimizi başkalarına da göstermemiz lazım değil mi? Bugüne kadar başını sıvazladığımız İslamcı terör örgütü IŞİD, sınırlarımız içinde bir subayımızı öldürerek ölçüyü aştı!

Tek parti iktidarı

Tabii bu kısım biraz karışık. Türkiye artık Koalisyon Güçleri’ne dahil olarak IŞİD’e hava operasyonu düzenliyor. IŞİD aynı zamanda Türkiye’nin düşman ilan ettiği Esat’la savaşıyor? Biz hangisine daha çok düşmanız, belli değil. Öte yandan IŞİD’le savaşan YPG ile de müttefik değiliz. Yani öyle bir denklem ki içinden çıkılır gibi değil. Kimseyle dost olamayan ülke Türkiye, Stratejik Yalnızlık! Başbakan Davutoğlu, seçimin üstünden 50 gün geçmesine rağmen değişmemiş ve “topal ördek” tabir edilen hükümetiyle, ülkeyi savaşa sokmak kadar önemli operasyonlara imza atarak, bunun öncesinde muhalefete üstün körü bile haber vermeyerek nasıl bir demokrasi modeli çiziyor? Parlamentodaki partilerden birini yok sayarak, diğerinin kendi kendini imha sürecini izleyerek, ötekiyle koalisyon kuracakmış gibi yapıp, bir yandan da sanki o koalisyonu çok da önemsemiyormuş gibi davranarak “TEK PARTİ İKTİDARINI” uzatabildiği kadar uzatıyor! Oysa ortada çok net gözüken bir GERÇEK var: seçimden koalisyon çıktı! Şu görüşmeleri bir an önce adam gibi yürütün ve koalisyonu kurun. Sandığa saygı gösterin. İlla ki sizin istediğiniz sonuç çıkınca mı sandığın iradesine uyuyorsunuz?

Sıradaki haber yükleniyor...
holder