Hakan Çelenk Yarım devrimin öyküsü
HABERİ PAYLAŞ

Yarım devrimin öyküsü

Haberin Devamı

Bugünlerde Anadolu'nun her yanında, köy enstitülerinin kuruluşu anısına yüzlerce etkinlik yapılıyor. Konuyu bilmeyen gençler doğal olarak “Yaşlı kuşağın romantik siyasi takıntısı” diyor. Enstitüleri günümüzün eğitim kurumlarıyla karıştırıp kıyaslayan da çok. Öyleyse öykü derli topu anlatılmalı. Bakalım enstitüyü ananlar bize ne demeye çalışıyor?

Yıl 1924. Cumhuriyetin kurucu babalarının önünde kurtuluştan daha büyük bir sorun var: Kalkınma.

Kalkınma için ne gerekli? İyi eğitilmiş, kentli işgücü.

Eksiğimiz nedir? Kent nüfusu sadece yüzde 20.

Eğitim mi? Nüfusun yüzde 95’inin okuması yok.

İyi eğitim nasıl olur? İyi öğretmenle.

Öğretmen nerede? Bırakın iyi eğitimlisini, çat pat okuyana öğretmen muamelesi yapılıyor. Köylerde neredeyse okul yok, yapacak para da yok.

Genç cumhuriyet öğretmen yetiştirecek kurumlara yatırım kararı alınır.

Uzun vadeli plan yapılır. Oysa Cumhuriyet’in kurucuları güncel siyasi bekaları için oradan buradan borç bulup suni refah yaşatsa belki çok rahat ederdi.

Halkını sevmenin ölçüsü ve “Naçiz vücudum elbet toprak olacak ama Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacak” demenin sırrı da bu tercihte gizlidir.

17 Nisan 1940’... Öğretmen yetiştirecek kadro tamamdır. Köy enstitüleri kurulur.



Köy enstitüleri inşaat dersinde.

Eğitimin devrimi budur

En zeki köy çocukları ülke coğrafyasına ayrımsız yayılan 21 okulda toplanır. Yatılı eğitim gece gündüz sürer.

Marangozluktan motor teknolojisine, davranış adabından çağdaş tarıma, inşaattan temel sağlık bilgilerine kadar eğitim alanı geniştir.

Hedefleri tektir: Köylerini ve öğrencileri aydınlatmak. Belki o kadrodan az politikacı çıkmasının nedeni de en iyi bildiğin hedefe odaklanma halidir.

Öğretmen köyüne döner. Zaten köylü olduğu için halkını hem sever hem iyi tanır. Köylü atasının kültürüne okulda edindiği evrensel birikimi ekler. Okul binasını imece usulü inşaa edip eğitime başlar.

Köylünün sağlık, tarım, mesleksizlik gibi temel yaşam eksikliklerini saptar. Bürokratlardan daha eğitimlidir. Köyün sorununu mümkünse bürokratlara talimat verircesine çözdürür. Olmazsa köylü organize edip imece usulü çözer. Köylü hem çocuğunun eğitimini veren hem ekmeğine katkı yapan öğretmeni baş tacı eder.

Halk ozanları köy enstitülerinde eğitmen yapılır. Aşık Veysel bağlamasıyla okul okul dolaştırılıp halkın kültürü modern zamana taşınır.

Muzaffer Sarısözen’in derlediği türküler ve halk oyunları Köy Enstitüleri ile eğitim sistemimize yayılır.

Aşık Dertli, Osmanlı’nın son döneminde bağlamasını bağnazlara karşı savunmak için “Şeytan bunun neresinde?” diye türkü yakmak zorunda kalmıştı. Cumhuriyetin eğitim anlayışı, kadim Anadolu kültürünün simgesi bağlamayı tartışılmaz hale getirmiştir.

(Dikkat! Günümüz Türkiye’sinde bir okul yöneticisi halk oyunlarımıza ‘Halt oyunları’ deme cüretini gösterebiliyor. Bu siyasi iklimde yayılan Anadolu geleneği değil Vahabiliktir)

Küresel müzik enstrümanları ve güzel sanatlar da elbette yaygınlaşır.




Köy enstitüleri modern tarım dersinde.

Enstitüyü ağadan dinleyin

Ülkeyi ‘muasır medeniyet’i yakalayacak nesillerin tohumları yeşermeye başlayınca, muhafazakar unsurlarla ittifak yapan köy ağasına karşı öğretmen çatışması dönemin sosyal gündemi olur. CHP, 27 yıllık iktidarının sonunda köy ağalarının örgütlü olduğu Demokrat Parti'nin (DP) muhalefetine ödün olarak köy enstitülerinin eğitimde ağırlığını azaltır. DP de 1954’te kilidi vurur.

Görünen gerekçe enstitülerde dinsiz ve komünist nesiller yetiştirilmesiydi. Enstitüleri savunmak için uzun söze gerek yok. Asıl gerekçeyi dönemin DP Milletvekili Kinyas Kartal iyi anlatır: “Köy enstitüleri, bizim devlet üzerindeki gücümüzü kaldırmaya yönelikti. Bunu sindiremedik. Van yöresinde 258 köyüm var. Devletten çok bana bağlıdırlar. Ne dersem onu yaparlar. Ama köye öğretmen gidince benden başka güçler olduğunu öğrendiler. DP ile pazarlığa girdik, kapattık”

Birilerinin ağaya eşit köylü yurttaş istemediği açık.

Enstitüler sadece 17 bin mezun verdi. Buna rağmen etkileri, 12 Eylül darbesinin getirdiği muhafazakar kadroların eğitim sistemini tarumar etmesine kadar sürer. Köy enstitüleri belki 30 yıl yaşasa iyi eğitimli nesiller yetiştirecekti. Misyonlarını tamamlayıp kendiliğinden kapanır ya da üst düzey bilimsel eğitim kurumuna evrilirlerdi.

Köylüler ise kente iyi eğitimli göçecekleri için marjinal ekonomiye mahkum olmazdı. Kadim kültürü çağla uyum içinde kentte taşırlardı. Çünkü Anadolu kültürünü bağnaz cemaatlere ya da Batı-doğu karması tuhaf alışkanlıklara karşı savunacak donanıma sahip olurlardı. Ekonomik nüfuz sahibi siyasilerin modern marabaları durumuna düşmezlerdi. Bugün kimse eğitimli işçinin karşısına “Aşırı iş güvenliği Allah’a güveni sarsar” gibi dini siyasete alet eden hutbelerle çıkamazdı.

Dert nostalji değil


Cumhuriyetin devriminin yarıda kalmasının eşiği köy enstitülerinin kapatılmasıdır. Yine de her gün aşındırılmasına rağmen cumhuriyet kültürü direniyor. Köy enstitülerini gözyaşlarıyla anlatanlar, gençlere güzelliklerin nasıl dar siyasetle yok edilebileceğini anlatmak istiyor. İstiyor ki özgürlüklerin son kalelerine sahip çıksınlar; geleceğin yeni bir görkemli yeni bir projeyle baştan kurulabileceği umudunu taşısınlar.

Köy enstitülerinin dünyada emsali yoktur. Günümüz kurumlarıyla "O günün iktidarı öyle yapmış, bugünkü böyle yapıyor" diye kıyaslanması abestir haksızlıktır.

Anadolu’nun bin yıllık kültür aktarımı ve Cumhuriyet'in kurumsal birikiminin son halkaları Ortadoğulu olma fantezileri yüzünden koparılmak isteniyor. Siz, Japon mühendisliğine fazladan milyarlar dökerek köprü yaptırmaya ‘kalkınma’ denmesine bakmayın.

Geleceği bilimsel eğitim alan nesiller inşa eder.

Sıradaki haber yükleniyor...
holder