Şirin Sever Uğur Koşar’ı ‘guru’ diye pazarlayanlar ne diyor?
HABERİ PAYLAŞ

Uğur Koşar’ı ‘guru’ diye pazarlayanlar ne diyor?

Haberin Devamı

‘Allah De Ötesini Bırak’, ‘Bana Allah Yeter’, ‘Allah’a Koşun’ isimli dini kitaplarıyla kısa sürede çok satan yazarlar arasına giren Uğur Koşar ve eşi Gülsen Koşar’ın yaşadıklarını okumuşsunuzdur.

Aldatıldığını söyleyen Gülsen Hanım, eşine boşanma davası açtı ama o kadarla da kalmadı. Resmen kocasının ipliğini pazara çıkardı, Türk okuyucusunu da dumura uğrattı!

KLASİK ERKEK HALİ!

Kocasının yani bu popüler yazarımızın ilkokul mezunu olduğunu, internetten baka baka bu kitapları yazdığını, o kitapları yazarken evi kendisinin geçindirdiğini, kitaplar tutunca da aldatmaların başladığını anlattı bir bir...

Bu kitaplar sayesinde çok para kazanan kocasının; her genç kıza övgüler düzdüğünü, “Annem yaşındasın bundan sonra sana ‘anne’ diyeceğim” türevi psikolojik saldırılarla kendisinde tahribat yarattığını açıkladı.

İşte, tipik bir ‘parayı bulunca değişen, gözü dışarı kayan’ erkek modeli. Neyse, ilişkinin detayları beni ilgilendirmiyor, klasik erkek hali. Beni asıl ilgilendiren, yazarının kim olduğunu, neler yaptığını bilmeden, araştırmadan elimizi o ‘çok satanlar’ rafına uzatmamız!

KENDİNE HAYRI YOK!

O çok satan kişisel gelişim kitaplarının yazarlarından kaçı, kendisine hayrı yokken başkasına akıl fikir veriyor biliyor muyuz? Uğur Koşar’ın kitaplarını okuyanların kaçı onun hayatı, kişiliği, eğitimi hakkında bilgi sahibi olarak bu kitapları okudu? Ya bu kitapları çıkaran yayınevi?

Yazarı tanımadan o kitapları bastılarsa, şahane kandırılmışlar. Yok değilse, kapının önünden her geçene kitap mı çıkarıyorlar? Bence bu olay bilinçli olmamız için bir ders... Kendine hayrı olmayandan hayır beklemeyelim.

EDEBİYATÇILARA NANİK Mİ?

Nobel Edebiyat Ödülü’nün bu yılki sahibi Amerikalı müzisyen ve ozan Bob Dylan oldu... “Amerikan müzik geleneği içinde yeni şiirsel anlatımlar yarattığı için” bu ödüle layık görülmüş. Denilen bu. Ancak bir müzisyenin ‘Edebiyat Nobeli’ alması tuhaf karşılandı, o yüzden kimi çevreler şaşkın. New York Times bile Bob Dylan’ın bu ödülü hak etmediğini, bu yıl Nobel Edebiyat Ödülü’nün olmadığını söyleyecek kadar tepkili.

Bir anlamda edebiyatçılara ‘nanik’ yapıldığını düşünüyorlar. Kimisi de ‘modern zamanların en iyi ozanı, hak etti bu ödülü’ diyerek bütün tepkilere tepkili! Tabii tepkilerin çoğu Bob Dylan’la ilgili değil; ödül kategorilerinin ve içeriklerinin karıştırılmış olmasına aslında.

O yüzden bu yıl, Nobel Edebiyat Ödülü’nün en çok tartışıldığı yıl olacak belli ki. En doğrusu, bu mevzuyu otoritelerin tartışması diyerek çekiliyorum ama sosyal medyadaki geyiklerden bir kuple de sunmak istiyorum. Böyle edebi ve entelektüel bir konuya bakış açımız hangi seviyede, yazılanlara bakın:

NOBEL GEYİKLERİ

■ Şu sözleri yazan Hakan Altun’un Bob Dylan’dan eksiği ne? “Telefonun başında çaresiz bekliyorum / Bekliyorum ama çalmayacak biliyorum…”

■ Bob Dylan Nobel aldıysa, Orhan Baba duble Nobel’i hak ediyor! ■ Bob Dylan’ın almasına değil, Nobel edebiyat ödülünün sizin için bir anlam ifade etmesine şaşırdım...

■ Bob Dylan’ın Nobel aldığını duyan Stephen King, gitar dersine başladı.

■ Bob Dylan’a edebiyat nobeli veriyorsanız, Haruki Murakami de şansını MTV Müzik Ödülleri’nde denesin!

BİR İLİŞKİ KRİTERİ OLARAK SUŞİ!

“Suşi yemesini bilmeyen ve sevmeyen erkekle yaşayamam” demiş manken/şarkıcı Aysu Baceoğlu… Vay be dedim; bir insanın aşk hayatı chopstick’e (suşi yemek için kullanılan çubuk) bağlı olabiliyormuş meğer! Şaka bir yana… Nedir bu ilişkilerin suşi ve lahmacundan çektiği Allah aşkına?

Özcan Deniz’in birkaç yıl önce çektiği ‘Su ve Ateş’ filminde bir sahne vardı hani…

Batılı, sarışın kız Yağmur (Yasemin Allen) ile Doğulu, esmer adam Kemal’in (Özcan Deniz) ilk buluşması. Kız, lahmacun yiyeceklerinden emin ama yanılıyor.

Bunu gülerek anlatınca, Kemal lafı yapıştırıyor: “Daha lahmacun yiyecek seviyeye gelmedik. Lahmacun yesek, iş bitmiş demektir!” Özcan Deniz sonra bir röportajda da “Bir erkeğin bir kadınla lahmacun yemesi samimiyetinin göstergesidir” diyerek ilişkiler için müthiş bir kriter belirlemişti.

Ne zamandan beri yemekler ilişkinin seviyesini belirliyor? Ayrıca suşi yemeyen bir erkekle yaşayamamak nedir? Doğru düzgün bir adam bulacaksın ama suşi sevmiyor ve yemiyor diye mi olmayacak? Bu neyin kafasıdır ya, açıklayacak olan var mı?

Kahve çılgınlığı!

Epeydir bakıyorum; ünlü kahve zincirleri ve AVM’lerdeki kahve dükkanlarında oturacak yer yok! Günün farklı saatlerinde, hatta mesai saatleri de dahil, inanılmaz yoğunluk var.

Bu manzaraya bakınca, bunca kahve markası Türkiye’ye gelmeden önce biz nasıl yaşıyormuşuz, ne içiyormuşuz diye sorup duruyorum kendime. Bu kafelerde ‘yaşayan’ insanları gördükçe de, “Kimse çalışmıyor mu ya?” dediğim de çok oldu.

Oysa Türkiye, Avrupa kahve pazarının yüzde 14’ünü tüketiyor, az değil. O yüzden geçen hafta yapılan İstanbul Coffee Festival’in bu kadar rağbet görmesine şaşırmadım. Maçka’daki Küçükçiftlik Park’ta yapılan etkinliğe insanlar kahveye susamış gibi koştu resmen. Festival sonrası rakamlar da ortaya çıktı tabii. Sağdaki kutuda..

Bakın kahveye ne kadar düşkünüz:

■ Festivale katılan marka sayısı 156.

■ Toplam ziyaretçi sayısı 30 bin. ■ Tadımda kullanılan bardak sayısı 120 bin civarı.

■ Festivalde görev yapan personel sayısı 1200.

■ Dört günde oluşan ekonomi 2 milyon dolar. Anlayacağınız artık ince belliden çay içmek ‘out’, kahve içmek ‘in’. Seneye bizi bir değil üç kahve festivali ancak paklar, söyleyeyim.

Sıradaki haber yükleniyor...
holder