Pazar Postası 'Ünlüler parayı parfüme veriyor'
Paylaş
'Ünlüler parayı parfüme veriyor'

Sevil Parfümeri'nin 51 yaşındaki patroniçesi Lüsi Sevilla ile kozmetik dünyasını konuştuk

Seral CUMALI / POSTA

O bütün yaşıtlarından önce büyüdü. Arkadaşlarının oyun sesleri mahallede yankılanırken O okul tatillerinde hep çalıştı. 16’sına geldiğinde komşunun oğlu Yusuf’a aşık oldu. Sırf nikah defterinde annesinin değil kendi imzası olsun diye evlenmek için 18’ine gelmeyi bekledi. Ne tesadüf ki, aşık olduğu ve eş olarak seçtiği Yusuf Sevilla da aynı onun gibi 8 yaşından beri iş hayatının içindeydi.

19 yaşında açtıkları 8 metrekarelik dükkandan dev bir kozmetik zinciri yarattılar. İşte bu ilginç hayatın kahramanı Sevil Parfümeri’nin 51 yaşındaki patroniçesi Lüsi Sevilla. Kozmetiğin ‘Kraliçesi’ Lüsi Sevilla, ünlü müşterileri konusunda ser verip sır vermedi. Ama biz öğrendik ki; kozmetiğe en çok para harcayan, yüz ve vücuduna en iyi bakan ünlü Gülben Ergen’miş.

- Çocukluktan başlayalım mı? Çocukluktan?

Çocukluğumu hatırlamıyorum ki; hep çalışarak geçti hayatım. Babam matbaacı, annem ev hanımıydı. Çocukluğum kışın okulda, yazın çalışarak geçti.

- Ne işler yapardınız?

Birçok iş yaptım. Üniversite ikinci sınıfa kadar muhasebecilik yaptım. Evlenince okulu bıraktım. Kozmetikle evlendikten sonra tanıştım.

-Sizi o kadar küçük yaşta evlendiren romantik bir aşk hikayesi mi?

Evet. Pangaltı’da aynı mahallede karşılıklı evlerde oturuyorduk Yusuf’la. Evlenmek için 18 yaşımı bekledim. Çünkü nikah defterine kendim imza atmak istedim.

- Kaç yaşında aşık oldunuz?

16 yaşından beri birbirimize aşıktık.

-Kaç yıldır evlisiniz? 33 senelik evliliğimiz var, ondan önceki iki yılı da sayarsak 35 senedir beraberiz.

- Bu aşk nasıl başlamıştı?

Ben onu istemezdim, “Aaa olmaz!” derdim, o beni istemezdi “Aaaa olmaz!” derdi ama oldu işte! O da benim gibi çocuk yaşta çalışmaya başlamıştı. 8 yaşından beri kozmetiğin içindeydi o. Babası Leon Bey’in Tarlabaşı’nda Stop adlı bir kozmetik dükkanı vardı. Kayınpederim rahmetli ruj, pudra imalatı da yapardı. Ama Yusuf, çocuk yaştan itibaren babasının yanında değil de Eminönü’nde bir parfümeride çıraklık yapıyordu. Yani o da benim gibi yaz tatillerinde çalışıyordu. Babası da kozmetikçi olduğu için kendi yanında değil de başkasının yanında işe sokmuştu. Hem ihtiyaçtan, hem hayatı, hem işi öğrensin diye. Gençlik yıllarında kardeşleriyle birlikte babasıyla çalışmaya başladı. Yusuf’un (58 yaşında) aşağı yukarı 50 yıllık bir iş hayatı var.

- Peki kozmetik işi Yusuf Bey’in işi, siz nasıl dahil oldunuz?

Stop Kozmetik’e ben gelin geldim, dükkana misafirliğe giderdim. Her kadının olduğu gibi kozmetiğe bir sempatim vardı, ama iş olarak ilgim yoktu. Sadece seyirciydim; hiç aklıma gelmezdi böyle bir işin parçası olacağım. Sonra Yusuf kendi işini kurmak istedi. Kurtuluş’ta ilk mağazamızı açtık. Ardından Nişantaşı mağazasını buldu. O sırada ben bir şirkette muhasebeciydim. Yusuf, hem dükkanı Nişantaşı’na taşımak istiyor hem de “Yapabilir miyiz?” diyordu. Ben de “Merak etme ne olursa olsun ben arkandayım dedim. 1975’te Nişantaşı mağazasını açtık. 8 metrekareydi mağazamız. Bugün Nişantaşı’nda yine aynı yerdeyiz ama geniş bir mağazaya sahibiz.

- O zaman neler satıyordunuz?

Hepsi yerli ürünlerdi, yabancı ürün yoktu o zaman. O küçücük mağazada kozmetiğin yanı sıra Sabo terlik o zaman çok popülerdi, çorap, bijuteri falan da satardık. Ben yarım gün muhasecilik yapıyor, öğleden sonra o dükkanda duruyordum. 82’de kızıma hamile kaldım. Kızıma hamileyken doğurduğum güne kadar çalışmıştım. 9 aylık hamileyken portatif merdivene çıkıp çorap, terlik indirirdim. Müşteriler, “Biz alalım” diye müdahale ederlerdi. Sonra da Dilara’yı pusette dükkana getirdim. En çok annem baktı, annem olmasaydı belki bu kadar başarılı olamazdım.

- Hep önce iş mi geldi?

Önce işim, sonra çocuğum doğdu. Çocuğun önüne geçemez ama bu işimi de ilk çocuğum olarak görüyorum. Dilara şimdi 27 yaşında. Üç buçuk senedir Sevil’de satış- pazarlamayı yönetiyor. Amerika’da business marketing okudu. İlk müşterilerimin şimdi torunlarına hizmet veriyorum. Hayatımın en büyük dersini de o dükkanda aldım.

- Neydi o ders?

19 yaşındayım, daha çocuğum. Gelin sepeti hazırlamış ve 450 lira almıştım. Öyle büyük bir paraydı ki o zaman sevinçten deli oldum. Biraz sonra iki kişi geldi, “Eşinizin 400 lira vergi borcu var, ödemezseniz dükkanı haciz edeceğiz” dedi. Dükkan gidecek korkusuyla parayı verdim, “Makbuzu sonra getireceğiz” dediler. Adamlara -uyanığım ya!- bu parayı aldıklarına dair bir kağıt imzalattım ama çıkarlarken, “Ben dolandırıldım” dedim. Öyle ağladım ki ama ondan sonra hiç dolandırılmadım.

- Sevil Parfümeri 8 metrekarelik bir dükkandan bugün kozmetik zinciri haline geldi. Bu gelişim sırasında toplum da kozmetik konusunda daha bilinçlendi. Bu süreçte yaşadığınız ilginç olaylar oldu mu?

Özal dönemiyle birlikte ithalat serbestliğiyle Türkiye’ye birçok yabancı kozmetik ürün de geldi. Biz de o ürünlerle tanışmış olduk. Durum böyle ama çocuk denecek yaşta olduğum için de inandırıcı olmuyordu sanırım, bir olay yaşadım: Elizabeth Arden’in kapsülleri yeni çıkmıştı, o zamana kadar hiç böyle bir şey bilinmiyordu; kapsülü patlatıp yüzünüze sürüyordunuz. Bu üründen alan bir müşterim 3-4 gün sonra geldi, “Bu kapsüller benim midemi çok ağrıtıyor” dedi. “Allah Allah” diye düşündüm, krem insanın midesini niye ağrıtsın? İnanamıyorum. Israr ediyor “İnanılmaz derecede midem ağrıyor” diye. Meğerse kapsülleri ilaç gibi yutmuş. “Nasıl yutarsınız?” dedim. Benim ona nasıl kullanacağını anlatmama rağmen bana inanmamış; her gün bir kapsül yutmuş! O zaman bilinçsizlik vardı.

-Başka neler yaşadınız?

La Prairie’nin havyar özlü kremi ilk geldiğinde de böyle bir olay yaşandı. Kremi kavanozda gerçek havyar görüntüsünde yapmışlar. Bu kremi alan bir müşterim 20 gün sonra geldi, “Krem bitti” dedi. “Allah Allah, bu kadar çabuk krem biter mi?” dedim. “Eee ben her gün bir kaşık ekmeğe sürüp yiyorum” dedi. Meğerse havyarlı deyince yenilecek zannetmiş. Kızarmış ekmeğin üzerine sürüp sürüp yemiş! Bir müşterim de sabah akşam birer kaşık temizleme sütünü içmişti.

- Şimdi de böyle durumlar oluyor mu?

O yıllarda hep yeniydi bunlar bir geçiş dönemiydi, bir şaşkınlık, bir açlık vardı. İnsanlar sonra bu konuda bilinçlendi. Şimdi böyle şeyler yaşanmıyor. Gençler bile çok bilinçli. Ama tabii İstanbul’dan bahsediyoruz...

- Artık erkekler de kozmetik kullanıyor. Çok erkek müşteriniz var mı?

Şimdi çok var. Eskiden yoktu, ama o zamanlar şöyle bir olay yaşamıştım. Bir müşterim, “Kremim çok çabuk bitiyor, eşim benden gizli kullanıyor, gizli kullandığı için de bir şey diyemiyorum. Bari kremin büyük kavanozunu alayım” demişti. Eskiden erkekler gizli gizli kullanırlardı ama şimdi kendileri için gelip ürünlerini alıyorlar. Bir süre önce cilt ve vücut bakımı yaptığımız enstitümüzü açtık. O kadar çok erkek müşteri geliyor ki. ¦ Kozmetiğe yılda en fazla kaç lira harcayan müşteriniz var? Yılda 10 bin lira harcayan müşterilerimiz var.

- Bunlar ünlü kişiler mi?

Hayır bu bahsettiğim ünlü müşteriler değil. Ünlüler kadar harcayan kozmetik aşığı çok müşterim var. Her çıkanı alan, her çıkanı uygulamayı seven öyle çok müşterim var ki.

-Normal müşteri bu kadar harcıyorsa ünlüler kozmetiğe ne kadar harcıyor?

10 bin liradan daha fazla harcayan ünlüler var.

- En çok kim harcıyor?

Bu müşterilerimle aramda sır, bu sırrı veremem. Ünlüler de birbirlerinin ne krem kullandığını, makyaj malzemelerinin hangisi olduğunu soruyor, ama onlara da söylemiyorum. Kırmamak için de “Bilmiyorum bizden almıyor” diyorum. Çünkü bunlar onların sırrı; bu sırrı vermek doğru olmaz. ¦ Peki ünlüler en çok hangi kozmetiğe para ödüyor, en çok hangisini tüketiyorlar? Önce parfüm, sonra makyaj malzemesi, en son da krem. Parfümü ayaklarının altına kadar sıkıyorlar. Günde birkaç kere makyaj silip tekrar yapanlar var. Tabii cilt zarar görüyor, ama en az harcadıkları cilt bakımı. ¦ Ünlü olmayan kadınların önceliği ne? Önce cilt bakımı, sonra makyaj, sonra parfüm. Ünlülerin tam tersi.

- Kadınlar için bir kozmetik mağazası büyüleyicidir. Sizin için ne ifade ediyor?

Benim için de öyle. Zaten zevk alınmazsa o iş yapılamaz. Renkli bir dünya. Yeni bir ürün gelmediği zaman “Neden gelmedi” diye merak etmeye başlıyorum. “Ay bu sezon bu kadarcık mı çıkardı?” diye hala bir doyumsuzluk içindeyiz.

- Siz çok kozmetik kullanıyor musunuz?

Evet. Günlük bakımımı yaparım. Şimdi enstitümüzde ayda bir defa bakım yaptırıyorum, onun zevki de bambaşkaymış. Makyajsız beni gören olmamıştır bugüne kadar.

- İş hayatı başarılı; ev hayatı nasıl gitti?

Ev hayatının da başarılı gittiğine inanıyorum.

-Nasıl başarılar?

Evde alışverişi, yemekleri, salçayı, reçelleri, turşuları hep kendim yaparım. Bamya turşusu, salatalık turşusu her zaman vardır. Eve gece onda geliriz on buçukta yemeğe otururuz. Herkes hayretler içinde kalır nasıl oluyor diye?

- Evet, nasıl oluyor?

Boş kaldıkça böreklerimi, sebzelerimi hazır edip dipfrize atıyorum. Eve geldiğimizde hazır gibidir.

- Spesiyaliteleriniz var mı?

Var. Mesela rakılı balık benim spesiyalitemdir.

- Tarifini bize de verir misiniz?

Kendim uyduruyorum çoğunu. Rakılı balığın tarifi çok basit. Çinekop veya sarıkanat mesela, yağ, limon, su, tuz, biraz da karabiber koyuyorum ve pişiriyorum. Piştikten sonra üzerine bir kapak kadar rakı gezdiriyorum. Suyu bembeyaz oluyor. Müthiş bir lezzet. Tümüyle benim uydurmam, tarifini bir restorana da verdim, şimdi yapıyorlar.

- Hangi restoran?

Adını vermeyeyim. Bir gün orada yemek yerken, Yusuf benim rakılı balıktan bahsetti. Sahibi “Nasıl oluyor?” dedi, girdim restoranın mutfağına rakılı balığımı yaptım. Aslında gerçek arzum bir kafe ya da restoran açıp bu yemekleri yapmak.

- Hadi açın; niye duruyorsunuz?

İnşallah emekli olunca! Onu çok arzu ediyorum, inşallah bir gün gerçekleştireceğim.

- Emekli olunca da çalışacaksınız yani?

İki işi de yaparım ben!

- Evde o güzel yemeklerin olduğu sofraya oturunca iş konuşur musunuz?

Yusuf Bey, Sevil’in finans işlerine bakar, mağaza açılmasından dekorasyonuna kadar ilgilenir. Ben satın alma, mağazaların yönetimini yürütürüm. Dilara ise reklam, pazarlama ve derginin başında. Kimse kimseye karışmaz ama hepimiz işimizi birbirimize aktarırız. Hiçbirimiz konuşmak istemiyoruz ama olmuyor maalesef yine dönüyor dolaşıyor iş konuşuyoruz! Kötü mü oluyor hayır; çünkü güzel fikirler de çıkıyor!

2

Haberin Devamı