Magazin Yalnızlık hissi gelince alıp başını gidiyor...

Yalnızlık hissi gelince alıp başını gidiyor...

Paylaş
Yalnızlık hissi gelince alıp başını gidiyor...

Kanal D'de yayınlanan 'Kötü Yol' adlı diziyle ekrana Ayten karakteriyle dönen Nilüfer Açıkalın

Haber: Merve Özaytekin

Nilüfer Açıkalın uzun aradan sonra Orhan Kemal’in aynı adlı romanından uyarlanan ‘Kötü Yol’ dizisiyle ekranda... Siyaset Meydanı’nda hayat arkadaşı yönetmen Orhan Oğuz’dan canlı yayında aldığı evlilik teklifi hala akıllarda. Ünlü oyuncu Orhan Oğuz’un 24 yaşındaki oğlu Tunç’u geçen yıl evlat edindiğinde yine gazete manşetlerinde yer aldı. Nilüfer Açıkalın’la buluştuk; 18 yaşında Peker Açıkalın’la yaptığı evlilikten şöhreti karşılayışına, role hazırlanırken ya da kitap yazarken yalnızlığa kaçışlarına kadar her şeyi konuştuk.


Haberin Devamı

Orhan Kemal’in aynı adlı romanından uyarlanan ‘Kötü Yol’da Ayten karakterini canlandırıyorsunuz. Her projede yer almazsınız siz. Uyarlamaları sever misiniz, nasıl kabul ettiniz?
Evet. “İyi bir rol çıksa da oynasam” diyordum; Orhan Kemal uyarlaması çıkınca kabul ettim. Orhan Kemal’in feminist, kadınları destekleyen, kollayan bir yazar olduğunu düşünürüm. Rol de beni çok cezbetti. Ayten karakterinin suçu kolay hazmedilecek bir suç değil. Kocasını aldatırken kocası tarafından yakalanıyor. Bu da onun üstüne kabus gibi çöküyor. Kendi cezasını kendi eliyle vermiş ve yüzünü yaralamış. Hayatın da ondan aldığı intikam, çocuğundan mahrum bırakılmak olmuş. Ayten ayrıca dansöz. Ben de dans etmeyi çok seviyorum.

Haberin Devamı

18 yaşında şöhret oldunuz. Genç yaşta şöhret olmak hayatınızı ne yönde etkiledi?
Kendimle küçük bir hesaplaşma yaşadım. Ünlü olmak insanın üzerine kabus gibi çökebiliyor. Bense bu kabusu güzel bir rüyaya çevirdim. Eğer ünlü olma meselesini çok önemseseydim, ayrıcalıklı olduğumu düşünseydim yanılırdım. Ünlü olmak davranış biçimime çelme takabilirdi. Ama şöhret olma meselesi hiçbir zaman umrumda olmadı. Olmayınca da bu meseleyi erken yaşta hallettim. Ünlü olmaktan etkilenenlerden olmadım.

Henüz çocuk denecek yaşta, 18’inizde oyuncu Peker Açıkalın’la evlendiniz. Evlilik genç yaşta yapılan bir çılgınlık mıydı?
18 yaşında evlenmiş olmak büyük bir çılgınlıktı. Tamam evden kaçmadım. Aileler birbiriyle tanıştı, gerekli ritüeller gerçekleştirildi. Aileler birbirini çok sevdi. Çok güzel, iyi bir aileyle tanıştım. Hala da görüşüyorum. Ama çocuktum. Kimseye de tavsiye etmiyorum. O yıllarda hayat hep mutlu gidecek sanıyordum. Çünkü aileden de öyle görmüştüm. Annemle babam 50 senelik evli. Ben de evlenirim, çocuk sahibi olurum, hayata evli devam ederim diye düşündüm. O terbiyeyle büyütüldüm. Mutlu zamanda da mutsuz zamanda da hayatı sürdürebilme becerisini ben de yapabilirim sandım ama olmadı.

Hala Peker Açıkalın’ın soyadını kullanıyorsunuz. O isimle ünlü olmanın getirdiği bir sıkıntı mı bu?
Belki de genç yaşta ünlü olmak böyle bir problem yarattı, doğru. Pasaportumda, nüfus kağıdımda kendi soyadım var. Asıl soyadım Küçükçavdar. Çok da severim. Üne kavuştuğumda aynı zamanda evliydim de. O yıllarda, çocuk yaşta akıl edemedim. Sonrasında ayrılırım, kendi soyadımı kullanmam gerekir diye hiç düşünmedim. Hala Açıkalın soyadını kullanmamın da bence hiçbir sakıncası yok. Benim gibi ilk eşinin soyadını kullanan birçok ünlü var.

Küçükçavdar soyadının hikayesi var mı?
Biz Balkan kökenliyiz. Konya’dan Balkanlar’a, Balkanlar’dan tekrar İstanbul’a göç etmiş ailem. Babam Üsküp’te doğmuş. Ve soyadı devriminde Küçükçavdar soyadını almışlar. Balkanlar’dan gelenler genelde Büyükvardar, Küçükçavdar gibi soyadlar almışlar, nedeni bu.

Haberin Devamı

9 öykü kitabınız var. Yazarlığa oyunculuktan önce başlamışsınız. Kendinizi oyuncu olarak mı yoksa yazar olarak mı benimsiyorsunuz?
Oyunculuk ve yazarlık ruhunuzda hangi yönleri besliyor? Mesleğim oyunculuk. Mimar Sinan Üniversitesi’nde oyunculuğu meslek olarak okudum. Yazarlıksa yaşam biçimim. Kendimi daha çok yazar olarak görüyor ve hissediyorum. Oyunculuk mesleğini yaptığımda bu iş için yaratılmış olduğumu düşünmekten de kendimi alamıyorum. Ama yazarlık beni zapteden bir şey. Yazar olmasaydım katil olurdum diyordum bir zamanlar. Her insanın içinde var olan yaratıcı bir güç var. Yaratıcı güç kendini sanatla açığa çıkardığında ne mutlu! Ben yaratıcı gücümü, enerjimi, yazabilme kabiliyetimi güzel hikayeler yazmaya verdim. Hiperaktif yapımı, dengesiz ruh halimi, enerjimi zaptedemiyordum. Onu yönlendirmenin yolunu yazarak buldum. Mesleğim de oyunculuk olduğu için, oyunculuk yazarlıktan yazarlık da oyunculuktan besleniyor. ‘Güzelliğimi gizlediğim zamanlar oldu...’

Siz kendinizi nasıl besliyorsunuz? Film çekerken bavulunuzu alır evden gidermişsiniz. Var mıdır şehir içinde de kaçamaklarınız?
Gözlem yapmayı severim. Beyoğlu’nda belirli köşelerim vardır. O köşelerde takılırım. Kiliselerde, camilerde, mevlevihanede, Tünel Meydanı’nda köşelerim vardır. Bu köşelerde gözlem yaparım. Gerek öykülerimi yazarken gerek rol çıkarırken büyük konsantrasyon içinde çalışıyorum. Yalnız kalmayı çok seviyorum. Yalnızlığım bazen günlerce, bazen aylarca sürebiliyor. Yalnız kalmak istediğimde genelde önceden seçtiğim bir yere değil de, o an seçtiğim bir yere gidiyorum. Ülkemin her köşesini seviyorum. Mardin’e, Diyarbakır’a, Konya’ya, Antalya’ya giderim. Yaz kış fark etmez. Evime büyük bağlılığım yoktur. Göçüp göçüp gelirim. Yeter ki çantamda kalemim, kağıdım, kitabım olsun, her yerde kendimi mutlu hissederim.

Gözlem yapmayı, Beyoğlu’nda olmayı sevdiğiniz için mi Cihangir’de yaşıyorsunuz?

Beyoğlu kültürün yaşadığı bir yer. Kente verdiği enerjiyi seviyorum. Beyoğlu’nda hafta sonu, Ramazan’da, hafta içi hep farklı bir profil var. Bunları incelemek hoşuma gidiyor. İnsanların içinde olmak, yalnız da olsam çok hoşuma gidiyor. Aslında yeni Cihangirliler’den değilim. 20 senedir burada yaşıyorum. Hatta ben taşındığımda hiç böyle değildi. Yazar, mizahçı ağırlıklı bir arkadaş topluluğumuz vardı. Hepimiz birbirimizi tanırdık. Küçük bir köy gibiydi, küçük bir kasaba halini aldı. Cihangir’de kendi bakkalıma, kasabıma gitmeyi seviyorum. Küçük işletmeleri yaşatan insanlardanım.

Modayı takip eder misiniz?
Sevdiğim modacılarla birlikte modaya yakınım. Simay Bülbül, Bahar Kanık çok sevdiğim, tarzıma uyan iki modacı. Simay deriyi çok iyi kullanır, estetiktir. Bahar ise son derece çılgın, renklere hakim, etkileyici kostümler çıkarır. Özel hayatımda aslında bir üniformam olsun diye kıyafetlerle ilgilenirim.

Neden kıyafet bir üniforma olsun?
Gençliğimin en güzel yıllarını bir asker kıyafetiyle geçirdim. Aynaya bakmam, makyaj yapmam, kuaföre gitmezdim. Buna rağmen hep güzel bir kadın olduğum söylenirdi. Herhalde buna bir tepki olsa gerek, giyimle kuşamla pek alakam yoktur.

Güzelliğinizi gizlemek mi istiyorsunuz?
Uzun süre öyle bir çabam oldu. İçimden gelen bir sesti. Oyuncuyum; bana verilen karakterler doğrultusunda çeşitli kostümler giydim. Özel hayatımda ise mesleğimdeki varlığı sürdürmek beni cezbetmedi. Fazlaca dikkat çekmekten başka bana faydası olmayacaktı. Bu nedenle bir de uzun yıllar siyah giydim.

Makyaj da mı yapmazsınız?
Yüzünüze hiçbir müdahalede bulunmuyor musunuz? Ruj sürerim. Dudaklarım çatlar çünkü. Makyaj yapmamış olsam da cildimi temizlerim. Kremler sürerim. Asla botoks, estetik düşünmedim. Kırışıklıkların, yaşanmışlığın, oyunculuğuma faydası olduğunu düşünüyorum. Yaşımın rolünü oynamalıyım. Hem ben korkak biriyim. “Alnındakilere iki tık yaptırt” diyenler çıktı. Acısından değil ama korkarım yaptıramam. Allah’ın verdiği yüze müdahale edemem!

Haberin Devamı

(02.09.2012 tarihli Pazar Postası'ndan alınmıştır)


Haberin Devamı