Selin Çakar 'Biz dizi karakterlerini ilahlaştıran bir toplumuz'
HABERİ PAYLAŞ

'Biz dizi karakterlerini ilahlaştıran bir toplumuz'

Haberin Devamı

Yazdıklarını sadece okuyup geçemeyeceğiniz, mutlaka derinine inmeniz gereken bir kalem Aşkım Kapışmak. En son çıkardığı ‘Yaşam Kitabı’ndaki her bölüm zihninizdeki bir soruya cevap olacak türden. Ama bu sefer farklı bir konuda fikirlerini sordum Aşkım Kapışmak’a... Dizilerin ve televizyonun sosyal hayatımız ve psikolojimiz üzerindeki etkilerini konuştuk. Ekranla bu kadar yoğun bir ilişki yaşadığımız şu dönemde altı çizilecek cevaplar aldığımı söylemeden geçemeyeceğim.




Diziler hayatınızın neresinde ve bir seyirci olarak televizyon ile ilişkiniz ne boyutta?
Aşkım Kapışmak: İki buçuk senedir benim evimde televizyon yok. Ömrüm boyunca hiç dizi takip etmedim. Evimde bir ekran var ama onda da kanal programı yok. Hatta şu ana kadar kendi yaptığım ya da çıktığım programların hiçbirini izlemedim. Şükrediyorum bu duruma. Benim için gayet özel ve güzel bir durum. Özellikle de beynim için çok sağlıklı olduğunu düşünüyorum.Ama tabi ki sosyal medyadan ya da yaptığımız işten dolayı her gün bir dizi karakterinin ya da bir dizinin adının geçtiği bir ortam oluyor. Bu yüzden istemesem de az çok biliyorum.



Aklınızda yer eden ilk dizi ya da dizi karakteri hangisi?
A.K.: Aklımda en belirgin kalan dizi Kurtlar Vadisi’ydi. Tabii 14 yıl önce ergenlik dönemlerimdi. Bu arada hiç seyretmedim ama evde çok izlenirdi. Babam ve abim çok izliyordu. Böyle fanatik bir güruh vardı. Mahallemizde de oradaki tiplere benzemeye çalışan tipler vardı. Çok şaşırmıştım o zaman. Çünkü kendi kişilikleri dışında başka bir kişiye benzeme çabaları bana bir hastalık gibi geliyordu. İzlemememe rağmen o dönemde dizinin bütün karakterleri gözümün önünde diyebilirim.



Dizilerde seyredilen hayatlar ile yaşanan hayatlar arasındaki uçurum seyirciyi nasıl etkiliyor sizce?
A.K.: Bu hep bir paradokstur aslında. Diziler mi seyirciyi etkiliyor yoksa insanlar istediği için mi ekranda bunlar yayınlanıyor, bu durumu bir türlü çözemediler. C/D grubu yani eğitim ve sosyo-ekonomik anlamda daha düşük seviyede olan seyirci daha çok izliyor bu tür dizileri. Çünkü orada özendikleri hayatı buluyorlar. Ülkemizde dizilerin senaryodan çok şahıslar üzerinden gittiğini düşünüyorum. Biz karakterleri biraz ilahlaştıran bir toplumuz. Bu karakterler üzerinden bağımlılıklar geliştiren bir toplumuz. Asıl uçurum senaristlerin yazdıkları ile oyuncuların beden dilleri ve söylemleri arasında var. Zaten yerli dizilerdeki oyunculukları çok beğendiğimi de söyleyemem. Çok bekleyerek, çok yavaş oynanıyor.

Çünkü sadece bizim ülkemizde dizi süreleri 160 dakikayı buluyor...
A.K.:
Evet kesinlikle öyle. Amerikan ya da Avrupa dizilerinde böyle bir şey görmedim ben.



En geniş seyirci kitlesini oluşturanlar sosyalleşme ve kişilik gelişimi bakımından kritik dönemdeki gençler. Diziler onlar üzerinde nasıl etkiler yaratıyor sizce?
A.K.:
Gençler bir anda dizilerdeki karakterlerle uyumlanmaya gidiyorlar. Uyum sağladıktan sonra da bağımlılığa kadar gidiyor bu durum.Dizide genç bir kız var mesela. Ama fakir. Patronunun evli olduğunu bile bile sırf çok istediği çantayı alabilmek için patronuyla birlikte oluyor. Aslında bu bir ahlak problemidir.O kızın orada o çantayı alamamasını, o acizliğini kendiyle bağdaştırıyor ve ‘aynı ben’ diyor.‘ O bunu yapabiliyorsa ben de yapabilirim’ diyor. Şöyle de bir gerçek var ki zaten bizim ülkemizde birçok genç ve yetişkin gerçekliğin dışında yaşayan insanlar.Kurtlar Vadisi’nde Çakır öldüğünde cenazesini yapan bir toplumuz biz. İzlediğini gerçek sanıp, buna inanıp, bununla yaşayan insanlar var. Diyeceksiniz ki neden böyle insanlar var? Çünkü aklı kullanmak mücadele etmeyi ve bedel ödemeyi gerektiren bir durum. Bu insanlar kolayı seçip izlediğine inanan ve böylece de hayata dair sorumluluk almayan bireyler.

6)Yetişkinlerde durum nedir?
A.K.:Mesela bİr ev hanımı düşün. Kocasıyla ilgili, evle ilgili, maddi manevi bir sürü problemi var. Ordaki hayatları izledikçe kendi karanlığından uzaklaştığını zannediyor. Orda kötü şeyler yaşayan sanal bir karakterle kendi yaşamını kıyaslayıp ‘oh be ben iyiyim’ diyebiliyor. Gerçek olmayan bir durumdan çıkarım yapıp mutlu oluyor. Bir çeşit uyuşturucu gibi aslında. Narkoz etkisi yaratıyor ve bir süre sonra duyarsızlaşıyorsun.



Dizilerdeki karakterlere karşı oluşturulan fanatizm için ne düşünüyorsunuz. Sosyal medya üzerinden küfürleşmeye kadar giden kavgalara şahit oluyoruz.
A.K.:
Üç tip insan var: Empati kuran, sempati kuran, özdeşim kuran.Sempati kuran seyirci dizideki karakter ağlıyorsa o da ağlar. Karakter gülüyorsa o da güler. Korkarsa o da korkar. Yani o karakterin yerinde onun duygusunu yaşar. Özdeşim kuranlar ise dizideki karakterler için canını verir hale gelirler. Karakter ağladığında ya da üzüldüğünde çıldırırlar. O karakteri ağlatan diğer karakterden nefret ederler ya da onun canını yakmak isterler. O karakterin sevdiği bütün karakterleri ki onlar kötü de olsa o da sever. Bu özdeşim kurmaktır ve biz bu tip bir toplumuz. Seyirci özdeşim kurduğu için o karakter dünyanın en kötü şeyini de yapsa hayır o bir tanedir. O mükemmel, o star, o mega stardır.

8)Bu nasıl bir ruh halinin ürünü?
A.K.:
Bu durumun sebebi aşağılık duygusu, eksiklik duygusudur. Zayıflıkları çok olan insanlar böyle şeyler yaparlar. Seyirci o karakteri yücelttikçe, ona bağımlı hale geldikçe kendini o karakterin bir parçası zannetmeye başlar. Artık o seyircinin sanal bir aşkı, sanal bir kocası, sanal bir babası vardır. Aslında bilinç dışında hayranı olduğu kişiye öfke duyuyor. Çünkü insanın birini bu kadar yüceltmesi, yükseltmesi ona gizliden gizliye öfke duymasını sağlar. Ona doğrudan saldıramadığı için bunu hayranlık maskesiyle kapatır.



Malum son dönemlerde kadına şiddet olaylarını sıkça okur olduk. Dizilerde de şunu gözlemliyorum; zengin-güçlü adam ve sığınma ihtiyacı duyan, sadece bir erkeğin varlığıyla var olabilen bir kadın. Ne düşünüyorsunuz bu konuda?
A.K.: Bu yıllar önce dışarıdan gelmiş masallarda başlayan bir durum. Pamuk Prenses’e, Külkedisi’ne bakın. Hep kendilerini kurtaracak bir prens beklerler. Dikkat edin biz Dede Korkut hikayeleriyle ya da savaşlarımızdaki kadınların kahramanlık hikayeleriyle büyümeyiz biz. Bize hep kendi kurtuluşunu bir erkekte gören karakterlerin masalları anlatıldı. Bu dizilerin senaryolarını yazanlar sorulsa kadın için konuşur ama yazarken de söylediklerinin tam tersi karakterler oluştururlar. Bana şunu söylemesinler; ‘Halk bunu istiyor.’ Halkın zihniyetini değiştirmek istiyorsan yeni bir şeyler sunmak zorundasın. Bir uyumlanma süreci var. Psikoloji bu sonuçta. Sen yönetiyorsun bu durumu. Kadına şiddet satan bir şey. Reyting, en çok tıklanan haber. Acımayı, nefreti, öfkeyi, seksi, cinselliği çok seviyoruz. Bir de düşün bunu kadına kadına yapıyor. Diyor ki; ‘aman hak etmiştir.’

Kadın çoğu hikayede aciz durumda...
A.K.: Bizde şöyle bir kodlama var; para adamda, at adamda, güç adamda, kariyer adamda. Kadında varsa ya koca parası yiyordur ya da kim bilir ne yapmıştır da bunları elde etmiştir. Gücü erilliğe o kadar dayamışız ki kadının bunlara sahip olduğunda sindiremiyoruz. Kadının kendi gücüyle bir şeyler yapabileceğine ya da bir şeylere sahip olabileceğine inanmıyoruz. Bir şeylere sahip olma gücü kadına değil erkeğe dayatılmış. Sen de bunu diziye yerleştiriyorsun. Zaten inandığı bir şeyi sürekli pekiştiriyorsun. Kadın öldürmeye, tecavüze, insanlara zarar vermeye meyilli binlerce insan var. Bu insanlar izlemiyor mu o ekranı? Cinayet önce zihinde işlenir. Tecavüz önce beyinde edilir. Bu süreç önce tasarıyla başlar. Dolayısıyla bu tarz şeyler dizilerde sıkça işlenirse sen tasarıyı hızlandırmış olursun.



Sonuçta bu ekranlardan bir ‘Fatmagül’ün Suçu Ne?’ geçti ve tecavüz sahnesi milyonlarca kez izlendi internet üzerinden...
A.K.: Tabii ki... Bu tahriktir. Hiçbir uzman ya da eleştirmen şunu demesin; ‘aman Can'ım bir diziden etkilenilir mi?’. Dizilerdeki karakterleri gerçek zanneden bir toplumsak dizide olana da inanırız ve olandan etkileniriz. Bana bir dizi karakteri söyler misin lütfen?

Şu an çok izlenen Kiralık Aşk var. Ömer ve Defne aşkı...
A.K.: Oradaki Ömer’in gerçek olduğuna inanan bir kitle var değil mi? Ona hasta olan, aşık olan, onun için ölen biten biri var mı? Var... İnsanlar onun varlığına inanıyorsa, ruhen daha zayıf olan insanlar da kadınların dizilerde gösterildiği gibi olduğuna inanır. Bağımlılığın iyisi kötüsü olmaz. Her türlüsü zararlıdır.

Tabii ki.. Barış Arduç’un ‘Ömer İplikçi’ olduğuna inananlar Gupse Özay’a çok acımasız şeyler yazdılar.
A.K.:
Kimse demesin ki Gupse bundan etkilenmez. Bir, iki, üç nereye kadar. İnsansın sonuçta. Düşünsene sana sürekli yüzlerce mesaj geliyor ya da yolda görüp bir şeyler söylüyorlar. Şüphe çok tehlikeli bir şeydir. Beyine bir kere girip de yönetemedin mi olay kontrolden çıkar.



Merak ettiğim bir diğer konu diziler başladığında oyuncular hakkında çıkan aşk haberleri... Bir çoğu da gerçeğe dönüşüyor. Çok sık dile getirildiği için onların da mı zihnine yerleşiyor ve bunu yaşamaya başlıyorlar?
A.K.: Dizi süreleri çok uzun olduğu için oyuncuların sette geçirdikleri süre de çok uzun. Dolayısıyla insanlar kendi ailelerinden, kız ya da erkek arkadaşlarından çok rol arkadaşlarını görüyorlar. Onlarla aynı ortamda çok uzun zamanlar geçiriyorlar. Bu kadar yakınlaşma sonucunda da bu tarz durumlar yaşanabiliyor. Ama bu genelde bedensel aşk oluyor.

Bir de bir şey soracağım Türkiye’de kaç tane gerçekten oyunculuk eğitimi aldığı için oyuncu olan insan var? Biz insanları yakışıklı ya da güzel olduğu için oyuncu yapıyoruz. Ama sen bu durumu Haluk Bilginer’de göremezsin. Türkan Şoray’da göremezsin. Barış Falay’da göremezsin. Şu an için aklıma gelenleri söylüyorum. Çünkü bunlar hep tiyatro kökenli oyuncular. Yeni nesilde böyle bir durum yok. Çünkü yaptıkları şeyi meslek olarak değil, şöhret olarak görüyorlar. Şöhretin bedeli de neyse o ödeniyor.




8

Sıradaki haber yükleniyor...
holder