N. Kübra Akalın Kitapları seviniz!..
HABERİ PAYLAŞ

Kitapları seviniz!..

Uzun süredir bir kitabı alıp bir diğerini bırakıyorum. Sonra bir daha dönüp yeniden bıraktığımı alıyorum; garip bir sorumluluk hissi. Sanki geride yarım yamalak bırakırsam bi'şey olacak gibi...

Bu süreçte (10 gün kadar bir süre) Olivya çıkmazı, GRE, Mihail ve yeniden Sırça Fanus'u okudum. Her birine kısa kısa değinmek istiyorum.

Nazlı Karabıyıkoğlu'nun Olivya Çıkmazı, Alakarga Yayınları'ndan çıktı. İtiraf etmeliyim ki kitaba dair hiçbir fikrim yoktu, sonra kapağına vuruldum o heyecanla aldım.

Ancak öyküleri okumaya başladıkça kapağın vuruculuğu bir yanımda öykülerin çarpıcılığı bir yanımda yola devam ettim.

Okuyucu kitapta kendinden, çevresinden yaşanmışlıkları bulacaktır. Kimseye yabancı kalmayan gündelik yaşama dair ayrıntıları sıkmadan aktarabilen öykü zordur, yazar Nazlı Karabıyıkoğlu bunu akıcı bir dil de kullanarak başarmış. Öykülerin her biri dediğim gibi 'senden benden hepimizden' ancak öyle bir öykü var ki -Kara Benek- Ali İsmail’e, Berkin’e ve abilerine ithaf edilmiş. O öyküde okuyucu bir süre 'durmak' isteyecektik...

Kitabın arka kapağında da dediği gibi: "Bu kitaptaki öyküler, insanımızın iç dünyasını bir kuyumcu titizliği ile inceliyor. Kentin sokaklarında, mağazalarda, kitapevlerinde, parklarda, ışıklı caddelerde her gün gördüğümüz rengarenk kalabalık, bütün o renkleri oluşturan bireylere tek tek eğilmedikçe ne ifade eder? Gürültü deyip geçtiğimiz toplamın içinde birbirinden farklı, ilginç sesler yok mudur?"

Oliyva Çıkmazı'na girip orada kaybolmak isteyeceksiniz...

***

Gelelim Mihail'e. Mihail'i bilen bilir; Panait Istrati bu kitapta arkadaşlığa, dostluğa yeni bir anlam katmıştır. Çok sevdiğim insanlardan ayrı ayrı zamanlarda hediye aldığım bir kitaptı. Daha önce 'Arkadaş' adıyla çevrilen kitap şimdi evimde Mihail olarak üç ayrı kütüphanede yerini almıştı. Her seferinde erteledim, neden bilmiyorum. Yola çıkarken attım çantama...

Tuna Nehri kıyısında anlatılan bir arkadaşlık hikayesi bu. Başına buyruk, kitaplarının her şeyi olduğunu düşünen Adrien, sessizliğe gömülü, kitap kurdu 'bitli' Mihail ve iyi bir ailenin çocuğu, ressam, okumaya meraklı Petrov... Birbirlerinin duvarlarını yıkan, birbirlerinin gelişmesinde etkileri olan üç iyi dost. Mihail ne kadar uzak durmaya çalışsa da, ne kadar kendi duvarlarını yıkmak istemese de buz gibi çözülerek bu dostluğa yeni bir anlam katıyor. Tahrik edici, bazen kırıcı ve kışkırtıcı cümleleriyle yeniden düşündürüyor:

"'Yaşam ancak kendi öz bencilliğine uygun düşen sevgiye izin verir' dedi Mihail, soğuk bir sesle 'gerisi kandırmacadır'. 'Nasıl olur?' diye bağırdı Adrian, 'Benim sevgim başkalarına dönüktür; sizin ve size benzer kişilerin yanında yaşayabilmek için seve seve canımı veririm ben'

'Olabilir ama sizin pek öneminiz yok yaşam içerisinde'"

Panait Istrati'nin detaycı anlatımı okuyucuda film karelerini andıracaktır, özellikle Tuna Nehri'ni anlatırken sanki bir film karesi içinde gibi hissedeceksiniz. Israti bu üç bireyi, onların yaşamlarını anlatırken onları toplumdan o günün koşullarından da soyutlamıyor üstelik, yan karakterlerle beraber Mihail yeniden yeniden okunması gereken bir başucu kitabı.

***

Uzun süredir yeraltı edebiyatı bakmıyordum. Galler'in Ruhu Ejderha(GRE)'ya da başlarken tereddütteydim. İtiraf etmeliyim ki ben de çoğu okuyucu gibi kalınca bir kitap görünce tedirgin olduğum zamanlar oluyor. GRE'ye başladığım anda bu tedirginliğim yok oldu.

1990’ların sonlarında, Britanya’nın çeşitli bölgelerinde doğmuş bir grup genç aylak, sürüklendikleri Galler’in batı kıyısında, dağlarla deniz arasına sıkışmış, küçük bir kasabada birbirini bulur. Bir yandan onları bu yere getiren özlem ve bağımlılıklarını keşfederken, bir yandan da hayatın eksikliğini duydukları anlamına dair yoğun ve öfkeli bir arayışın içine girerler. Gre uçkur düşkünü, her türden uyuşturucu ve alkol sevdası, küçük çaplı suçlar arasında gidip gelirken, yeni bir binyılın başlangıcında kendini sorgulayan gençlerin eğlenceli, yürek burkan öyküsünü anlatıyor.

Önce Galler'in batı kıyısındaki o kasabayı merak ettim ardından türlü suça bulaşmış bir grup gencin yaşadıklarını... Yazar bu gençlerin yalnızca hikayesini yazmamış her birini güçlü, gerçekçi bir biçimde var etmiş.

Karakterler 'suça eğilimli', asi ve isyankar olmalarını, niçin böyle bir yaşam sürdüklerini kendileri anlatıyor. Romanın en ilgi çeken kısmı da bu zannımca.

Her bir karakterin kendince sistem çarkları içinde karşı durduğu şeyler var; genç Colm örneğin şöyle diyor: “Son zamanlarda TV programlarında okunan gazel şu: Dert etme, saçlarını iğrenç bir şekle sokman sorun değildi, operaya veya lokantaya giderken evsiz barksızları çiğnemen gerçekten sorun değildi, her ne pahasına olursa olsun ihtiyacından fazlasını kazanman gerçekten sorun değildi; dert etme, herkes böyle davranıyordu. Daha fazlasını ve daha fazlasını istemek sorun değildi. Daha fazla araba, daha fazla takım elbise, daha fazla tatil. Aç gözlü, gaspçı, ezici bir aşağılık olmak gerçekten sorun değildi. Tanrım, bu rezil insanlar… Canları sadece mümkün olan her türlü alçakça yolla hak etmedikleri miktarlarda para kazanmayı çekmekle kalmıyor, bunu yaparken de hiç vicdan azabı duymamak istiyorlar.”

'Tertemiz' bir insansanız bile bu hikayede kendinizden bir parça bulacaksınız.

***

Sylvia Plath'ın kendi yaşamından yola çıkarak kaleme aldığı ve ilk kez 1963 yılında, -intiharından 1 ay önce yayımladığı- Sırça Fanus, yazarın ölümünün ve kitabın yayımlanışının 50. yılında, Kırmızı Kedi tarafından yeniden basılmıştı.

Bu kitap için çokça yazıldı çizildi ben yine de buraya not düşmek istedim: Ne zaman nefes alamaz gibi hissetsem yanımda yöremde olsun, bir iki satır açıp okuyayım istiyorum.

Bence siz de bir deneyin!

Haberin Devamı
Sıradaki haber yükleniyor...
holder