Özsel Tortop Sonunda kaçabildim!
HABERİ PAYLAŞ

Sonunda kaçabildim!

Haberin Devamı

3 günlüğüne de olsa İstanbul’un keşmekeşinden, yapış yapış havasından, her daim kitli trafiğinden uzaklaşıp Alaçatı’nın dingin, rüzgârlı, huzurlu kollarına attım kendimi..

Bugün bedenen İstanbul’dayım ama kalbim ve ruhum hala Alaçatı’da…

Her ne kadar son yılların popüler tatil beldelerinden olsa da, charter seferle Avrupa’nın varoşlarından gelen turistler tarafından henüz istila edilememiş olması sevindirici…

Lafı fazla uzatmıyor, kısacık tatilimden birkaç tavsiyeyle baş başa bırakıyorum sizi…

* Yukarı Sokak:

Merkezde, 180 yıllık, 3 katlı, sadece 4 odası olan çok özel bir taş bina…

Şahane bir anne-kız işletiyor oteli…

Aysen Hanım ve kızı Pırıl…

Yıllarca Çeşme Altınyunus Otel’de yöneticilik yapan Aysen Kadıbeşegil, otelcilik mesleğinin ilk gününde öğrendiği “Şeytan ayrıntıda gizlidir” felsefesiyle hizmete sokmuş Yukarı Sokak’ı…

Hani elinden her iş gelen insanlar vardır ya, Aysen Hanım onlardan işte…

İki yıl önce Alaçatı’da yapılan “Ot Yemekleri Yarışmasında” onlarca restoranın aşçısını, yaptığı “40 Otlu” yemekle eleyip birinci olacak kadar başarılı elinin değdiği her işte…

İstanbul’da yaşayan kızı Pırıl, bankacılık sektöründeki kariyerine geçtiğimiz aylarda nokta koymuş, evlenmiş, tası tarağı toplayıp annesinin yanına Alaçatı’ya yerleşmiş bu yaz…

Anne kızın ince zevki, her an şaşırtıyor insanı…

Otelin her köşesi, ayrı bir şaşkınlık ifadesiydi bizim için…

Tatilde değil, evinde gibi hissediyor insan kendini…

Öyle ki, otele giriş yaptığınızda sadece odanızın anahtarını değil, otelin anahtarını da veriyor Pırıl size…

Gece döndüğünüzde, otelin kapısını kendiniz açıp giriyorsunuz…

Tıpkı evinize girer gibi…

Yukarı Sokak’ın sıcak, masalsı dekorasyonunu, Aysen Hanım’ın elleriyle hazırladığı organik kahvaltısını, ağızda dağılan otlu böreğini, ev yapımı soğuk limonatasını, sadece Alaçatı’da bir kişinin yaptığı “gün balı”nı ve anne-kızın muhteşem sohbetini kaçırmayın derim…

*Babylon:

Denize girmek için ilk gün Aya Yorgi Koyu’na attık kendimizi…

Pek meşhur ya hani; Marrakech’e gidelim dedik…

Ama o da ne?

Tatil dediğin üç şeydir: Deniz, güneş, kum…

İyi ama burada sadece güneş var…

Denizi dürbünle görüyorsun, kum zaten yok…

Önde uzun bir iskele, bir üst katı lordlar kamarası!

Mümkün mü orada bir şezlonga havlu sermek?

Aylık rezervasyon yaparsan mümkünmüş!

Ne ayı yahu, ben üç gün zor kaçtım diyorum İstanbul’dan…

Hem ne o öyle, Galatasaray tribününe kombine bilet alır gibi…

Kim bu aylık şezlong rezervasyonu yapanlar?

Ne yer, ne içer, ne iş yaparlar?

Bu kadar uzun tatilin kaynağı nereden gelmektedir?

Velhasıl lordlar kamarasının bir üst katı, sinema salonu mübarek…

Teşrifatçı hanımefendi bir şezlong gösterdi, en arkada, köşede!

İki şezlong arası 1 santimetre!

Deniz mi, o gözükmüyor bile…

“Yok” dedim, “Kimse kusura bakmasın ama benim tatil anlayışım bu değil”…

Ayağım toprağa değecek, denize yakın olacağım, mümkünse çevremdeki insanlar da doğal olacak…

Giriş ücretimizi aldığımız gibi biraz ötedeki plaja, Babylon’a gittik…

Oh be dünya varmış…

Personel müthiş, etrafımızda pervane…

Amaç müşteriyi mutlu etmek…

Denize sıfır, palmiye ağaçlarının altında, çimenlerin üzerinde, harika minderlere serdik havlumuzu…

Gak dedik ekstra minder geldi, guk dedik midye dolma…

İşte tatil bu…

Sadece Aya Yorgi Koyu’nda girmedim denize elbet… Alaçatı’ya gidilir de Miami sahillerini andıran Ilıca Plajı’nda denize girilmez mi? Ilıca Plajı candır, can…

*Dondurmacı Veli Usta:

Meşhur Bitez Dondurmacısı’ndan sonra Veli Usta’yı da favorilerime ekledim. Hangi çeşit dondurma yiyeceğimi şaşırdım, ardından şeker komasına girmemek için 6 topla yetinmeyi tercih ettim! Gerçek meyve parçalı, bisküvili dondurmaları yeme de yanında yat cinsten…

***
GICIK OLUYORUM!

Şarja, “şarz” diyenlere gıcık oluyorum…

Üstelik o kadar çoklar ki, lâkabı TDK olan biri olarak zaman zaman “Yahu, aslında doğrusu şarz da, ben mi yanlış biliyorum” diye düşünmüyor değilim!

Sıradaki haber yükleniyor...
holder