İnci Tulpar Çöpten bebek çıkmamalı!
HABERİ PAYLAŞ

Çöpten bebek çıkmamalı!

Haberin Devamı

Anımsarsınız, eskiden bebekler cami avlusuna bırakılırdı. Namaza gelen biri, olmadı imam alır da yetkililere teslim eder diye... Bunu söyleyeceğim hiç aklıma gelmezdi ama artık MAALESEF camilere bırakılmıyor! Daha önce bu köşede ‘Çöpe Atılan Bebekler’ başlığı ile bir yazı yazmış, ülkemizin toplumsal ve ahlâki baskısı yüzünden terk edilen bebekler için “anne-babayı kayıt altına almayacak, ilerde arayıp sormayacak, onların da ailelerini bebekten haberdar etmeyecek bir sistem kurulması gerektiğini’ belirtmiştim. Bu sistem için dünyada 18. Yüzyıl’dan beri uygulanan ‘bebek pencereleri’ var.

‘Bebek kümesi’ veya ‘yaşam penceresi’ de denilen uygulamada, yeni doğanları sorgusuz sualsiz yetkililere teslim edebiliyor ebeveynler. Kısaca; sosyal merkezlerin, kiliselerin, hastanelerin duvarlarında, arkasında kuvöz olan pencereler var. Bebekleri, isim belirtmeden bu pencerelere bırakabiliyorlar. Kayıt yok, kamera yok. Maksat, bebeğin yaşam hakkını güvenceye almak. Maksat, anneleri töreye teslim etmek değil, bebeğe sahip çıkmak. Maksat, anne ve bebeğe yaşam hakkı tanımak. Maksat, bebekleri çöpe atılmaktan kurtarmak. Maksat, ahlâk adına daha büyük bir günah işlememek! Evet. Bu işte! Öldürmek, ölüme sebebiyet vermek en büyük günahtır.

Hele de bedeli, en günahsız olan bebekler donarak ve aç kalarak ölünce ödüyorsa... Övündüğümüz gibi çocuksever bir ülke olduğumuzu bazen düşünmüyorum. Çünkü doğurmak değil; koruyup, kollayıp, sevgi ve şefkatle büyütmek önemli... Son vakada, Mersin’de, 3 günlük iken çöpe atılan bebecik, yetiştirme yurdunda da çok mutlu olmayacaktı belki ama en azından yaşayacaktı. Belki birisi evlât edinecekti... Belki birisine “Anne” diyecekti... Hâlbuki ağlaya ağlaya soğuk ve yağmurlu bir çöplükte öldü. Bu yüzden ‘Bebek pencereleri’ projesini tüm kalbimle destekliyorum.

*

ARKADAŞLIK YAŞLA MI BAŞLA MI?


Geçen haftalarda The New York Times’da yayınlanan bir makale dikkatimi çekti: Çeşitli insanların, kendi hayatlarından arkadaşlık hikâyelerinden bahsediyordu. Örneğin Lisa, New York’ta yaşayan bir iş kadını. 800 Facebook arkadaşına ve 500 twitter takipçisine rağmen 40. yaş günü partisine davet edecek arkadaş listesi yapmakta zorlandığını, sonuçta iş arkadaşları ve bazı lise arkadaşlarından oluşan bir grupta karar kıldığını yazmış. Çiftler için durum daha da karışık. Zirâ eşlerin ikisinin de hoşlandığı, sohbetinden keyif aldığı bir grup arkadaş edinmek, iş ve aile hayatının şartlarında bir araya gelecek vakti yaratmak zor. Bundan daha da zor olan; boşanmış çiftler söz konusu olduğunda, yakın arkadaşların kimde kalacağı sorunsalı... Bir noktada arkadaşlar, boşanmış çiftlerden birini seçip onunla arkadaşlıklarına devam ediyormuş. Bu makalenin can alıcı noktası: Arkadaşlık. Tanıdık düzeyinde değil, gerçekten arkadaşlıktan söz ediyor makale.

Şöyle bir düşününce, yaşımız ilerledikçe edindiğimiz tanışıklıkların pek azının arkadaşlık düzeyinde geliştiğini görüyoruz. Son aylarda atlattığımız önemli bir ameliyat sırasında bu gerçeği bir kez daha gördüm. Ameliyat kapısında beklerken yanımızda aileden başka, bir de kardeşimin çocukluk arkadaşı vardı. Saatlerce bekledi bizimle beraber. İçerdeki bebişimizin ameliyatı 7 saat sürdü ve gelen pek çok dost oldu. Ama çocukluk arkadaşının oradaki varlığı kardeşime iyi geldi. Belki hepimizden çok ona dayandı. Kimimiz çocukluk ve öğrencilik arkadaşlıklarını, yetişkinlik hayatında da devam ettirebiliyor. Öyle, bazı günlerde bir araya gelmek gibi değil; çokça konuşmak, dertleşmek, irtibatı koparmamak düzeyinde. Günlük yaşamın bir parçası olarak... Çok değerli bir kazanım.

Çocuklar kolay arkadaşlık kurar. Hatta, bazı çocukluk arkadaşlarımız ile yetişkinlikte pek çok konuda farklı düşünsek de onlar bizde can arkadaş olarak kalır. Yetişkinlikte arkadaşlık kurarken ise, çok daha seçiciyiz. Ortak zevkler, ortak fikirler, ortak bi’şeyler arıyoruz. Büyüdükçe, hem prensiplerimizde, hem seçimlerimizde katılaşıyoruz. Zor işte.

Düşünmeden, seçmeden, sadece aynı boş arsada oynarken edindiğimiz, sırada yan yana oturup kopya çektiğimiz veya üniversitede beraber ders çalışıp sabahladığımız arkadaşımıza verdiğimiz zamanı, sevgiyi, toleransı; 35 yaşında tanıştığımız ‘yeni bir insana’ gösteremiyoruz. Günümüzde bir de sanal ortamlar, sanal gerçekler, sanal iken gerçeğe dönen arkadaşlıklar var. Akıllı ve temkinli olunduğu sürece, sosyal ağlar önemli bir araç haline geldi. Pek çok sosyal grup var:

Anne grubu, sinema grubu, edebiyat grubu, şiir grubu gibi ortak ilgi alanları sayesinde insanlar tanışıyor. Şanslı isek, gerçekten arkadaşlık düzeyine taşınıyor tanışıklıklar. Değil isek, gelir geçer zaman parçaları içinde, tanıdık isim ve yüzlere dönüşüyorlar. Mümkün olduğunca dost biriktirmeli insan hayatta, çünkü gün geçtikçe yaşam daha az dost çıkarıyor karşımıza. İyileri kendimize saklaya saklaya yaşlanalım.

*

!f İstanbul

!f İstanbul başladı. 13 yıldır 70.000 kişiye ulaşan izleyici kitlesiyle kültür sanat hayatına yeni bir soluk getiren !f İstanbul Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali; İstanbul, Ankara ve İzmir Cinemaximum Sinemaları’nda Şubat ve Mart aylarında izleyicisiyle buluşacak. 80’den fazla yapımın toplamda 11 bölümde gösterileceği !f İstanbul 2014 programı, yine dopdolu. Festivalin bence mutlaka ama mutlaka (bakın ısrar ediyorum) görülmesi gereken filmi ‘Short Term 12’ (Kısa Dönem 12). İkinci önerim, ki benim de en çok görmek istediklerimden biri, İzlanda’nın 2014 Oscar Adayı ‘Hross i oss’ (Atlar ve İnsanlar) olacak. Hiç merak etmediğim ama festival izleyicisinden ilgi göreceği kesin olan Lars von Trier’in 5.5 saatlik ‘Nymphomaniac’ ise ‘en çok üzerinde’ konuşulacak film adayı. Bu yıl da !f İstanbul’da buluşmak üzere...

Sıradaki haber yükleniyor...
holder