İnci Tulpar Hayvan sebze mucize
HABERİ PAYLAŞ

Hayvan sebze mucize

Haberin Devamı

Barbara Kingsolver’ın kaleminden, Seda Çingay’ın kusursuz çevirisi ile Bilge Yayıncılık’tan bize ulaşan, son derece aydınlatıcı, öğretici ve özendirici bir kitap okudum. ‘Hayvan, Sebze, Mucize’ adlı kitap, yazarın, ailesiyle birlikte endüstriyel gıdalarla ilişiğini kesip Güney Appalachia’daki çiftliklerinde kendi yetiştirdikleri ve sadece civar köy-kasabalardan aldıkları yerel gıdalar ile beslenmesinin hikâyesi. Tarım kimyasallarına, GDO’lu gıdalara, pahalı petrolün kıtalararası taşıdığı her türlü sebze ve meyveye karşı; yerel tarımın önemini ve gerekliliği anlatan kitap bana da çocukluk zamanlarımdan ‘turfanda sebzeler ve mevsimler ile hasatın ilişkisini’ anımsattı. Domatesin tadının bozulduğu, 50 kuruşluk salatanın marketlerde 4 TL’ye satıldığı, yaz aylarının bereketli günlerinde bile enflasyonun yükseldiği ülkemizde; tek çaremizin tarım ülkesi olmaya dönüş yapmamız olduğuna kuvvetli inanan bir insanım. Nitekim, bu hafta basında çıkan iki haber; endişelerimi gerçekledi. Haberlerden ilki ‘buğday ithalâtı ihalesi’ açtığımızı, ikincisi ise ‘Malatya’da kayısıları sulayacak su bulamayan çiftçilerin, kanalizasyon suyu kullandığını’ söylüyordu. Sizi bilmem ama bu tür haberler benim için felâketin göz göre göre yaklaştığının habercisi. Kaç sene önce karpuz almaktan vazgeçtiğimi bilmiyorum. Sanırım karpuzlar balkabağı tohumları ile aşılanıp süngerimsi bir hal almaya başladıktan sonra... Domates deseniz, kiminle konuşsam aynı şeyden şikayet ediyor; “Ah, nerede o eski domateslerin tadı!” Çocuklarımız, hangi sebze ve meyvenin hangi mevsime ait olduğunu bilmiyor artık. Eski insanlar yerleştikleri her yerde buğday, pirinç, fasulye, mısır, arpa yetiştirebilecekleri küçük tarımsal ekonomiler kurarlardı. Yeni insanlar marketler, AVM’ler, kamyon filoları kurup mümkün olan en uzak noktadan, mümkün olan en pahalı enerji petrole güvenerek sebze ve meyveleri taşıyorlar. Bu çarkın işleyişini kabaca düşündüğümüzde bile, akıllıca bir yöntem olmadığı aşikâr iken; ısrarla bu sisteme bağımlı hale geldik. Medya ve ticaret ortamında ‘toprağa dönüş’ akımı ‘modern insanın orta yaş hezeyanı’ olarak etiketlense de gerçeği görmemiz gereken eşikteyiz. ‘Toprağa dönüş’ kavramını, kalabalık ülkemizin hayatta kalma şartlarından biri olarak hayata geçirmek zorundayız. Irak’taki endişe verici politik gelişmeleri okurken önemli bir analiz dikkatimi çekti: ‘IŞİD; suyu da bir savaş aracı olarak kullanıyor. Ramazan başından beri su alamayan köyler var ve IŞİD; Dicle ile Fırat’ın suyunu istediği gibi kontrol ediyor. Su, stratejik silâhların en başında geliyor ve yaşam ile ölüm arasındaki çizgiyi temsil ediyor.’ Kendimizi besleyemez ve kendi su kaynaklarımızı yaklaşan büyük kuraklığa uygun şekilde kullanamazsak, buğdayı, arpayı, çeltiği, mısırı ithal edip kayısıyı kanalizasyon suyu ile sulayacak hale düşersek; nerede kaldı bizim ‘Türkiye bir tarım ülkesidir’ diye övünmelerimiz?

Zeytinlikler imara açılmamalı!

Son ağaç kesildiğinde, Son nehir kuruduğunda, Son balık avlandığında, İşte o zaman paranın yenmediğini anlayacaksınız’ Kızılderili Atasözü Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nca hazırlanan ‘Elektrik Piyasası Kanunu ile Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerin Aşılattırılması Hakkında Kanunda Değişikliğe Dair Kanun Tasarısı’nın 4. Maddesi ile zeytin alanlarında, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın izniyle tesisler yapılabileceği hükmü getiriliyor. Tasarıyla, 25 dönümden küçük zeytinlikler ‘vasıfsız’ arazi kabul edilecek. Türkiye’deki zeytinliklerin ortalama büyüklüğü 10 dönüm. Tasarı kanunlaşır ise zeytin alanlarının çok büyük bölümü madenciliğe ve enerji yatırımlarına açılacak. Zeytinlik alanlarında konut, AVM inşa edilebilecek. Alanlar TOKİ’ye tahsis edilebilecek. Böyle bir kanun tasarısının ‘ortaya konulabilmesinin’ bile ekonomik açıdan ne kadar vahim olduğunu sayfalarca yazabilirim. Manevi açıdan ise; Anadolu’nun kadim ağacı zeytinin, bu topraklara binlerce yıldır sunduğu bereketi, böylesine insafsızca, acımasızca yok saymanın, Toprak Ana ve Yaratan tarafından mutlaka bir gün cezalandırılacağından bahsedebilirim. İklimsel açıdan da betonların; selleri, felâketleri, kuraklığı çağırdığını yazan pek çok makaleden alıntı yapabilirim. Gel gör ki; işe yarayacağından emin değilim. Zirâ bunları yazmaya bile gerek olmamalı; böyle bir kanun tasarısı hiç ortaya çıkmamalı idi. Bu gidişle insanoğlu, kendi soyunun en büyük felâketi olacak.

2

Sıradaki haber yükleniyor...
holder