N. Kübra Akalın Herkesin sırtını yaslayacağı bir ağacı olmalı
HABERİ PAYLAŞ

Herkesin sırtını yaslayacağı bir ağacı olmalı

“Kime teşekkür etmeli diye soruyorum bazen kendime. Su ruhum sessiz kalıyor. O zaman ben de bal arısına teşekkür ediyorum. Onu barındıran ağaca teşekkür ediyorum. Ağaca ayağını yere bastıran toprağa teşekkür ediyorum. Hem de bunu büyük zorluklarla yapıyor; çünkü ağaç baş aşağı büyüyor. Ağaç su içebilsin, yapraklarını ve çiçeklerini büyütebilsin diye, ağacın ta köklerine kadar inen yağmura teşekkür ediyorum.”

Güney Afrikalı yazar Wilma Stockenström’ün 1981 yılında Afrikaans dilinde yazdığı Baobab Ağacına Yolculuk romanı, J.M. Coetzee’nin İngilizce çevirisinden sonra Aslı Mertan çevirisiyle Türkçe’de. Kitap yalnızca ismiyle bile okunmayla değer kanımca. Ağaçları, hayvanları ve bilcümle doğayı seviyorsanız okumanız için ilk adımı atmışsınız demektir. Hayatınızda hiçbir ağaç dostunuz olmadıysa örneğin “Bir baobab ağacının gövdesinden her seferinde yeniden doğarak, kendimle dopdolu, duruyorum. Güneş gölgemi tanımlıyor. Rüzgâr beni giydiriyor. Havaya işaret ediyorum ve diyorum ki: hava beni yaşat!" cümlelerini okuduktan sonra olmasını isteyeceksiniz belki de.

Haberin Devamı

Kitapta bir Afrikalı kadın anlatıcının hikâyesini okuyacaksınız. Hikâyede anlatıcının kadın olması ve aynı zamanda geçmişinde bir köle olması romana daha da büyülü bir hava katıyor. Kitabın tanıtım yazısında “Baobab Ağacına Yolculuk tuhaf kitaplardan, tıpkı Yeraltından Notlar, Dönüşüm, Açlık gibi… Onlar gibi kısa, onlar gibi benzersiz, onlar gibi topluma ayak uyduramayan, ama her şartta erki reddeden güçsüz bir karakterin dokunaklı varoluş mücadelesini anlatıyor” denmiş. Kitabı okurken ister istemez bu klasiklerle karşılaştırmalı bir okuma yapmak dahi istenebilir.

Afrikalı bir köle kadın şehre doğru çıktığı yolculukta bir kaza sonucu doğanın içinde kayboluyor. Kitap bu kayboluşla başlasa da bir kendini buluşun hikâyesini anlatıyor. Afrikalı kadın anlatıcı kaybolmasının ardından bir baobab ağacına sığınıyor ve kendiyle hesaplaşıyor. Roman boyunca bilmediğiniz pek çok ağacın, bitkinin ve hayvanın adını öğrenirken inanılmaz bir merak da gelip oturuyor başucunuza. Önce baobab ağacını hiç duymadıysanız yuvası baobab ağacı olan bir kadını kafanızda canlandırmadan önce açıp fotoğraflarına bakıyorsunuz. Karşınıza büyüleyici bir ağaç çıkıyor, kocaman, geniş. Stockenström’ün doğa betimlemeleri akıcı ve duru. Betimlemelerin her biri sabırla yapılan bir gözlemin meyveleri gibi. Okuyucu kendisini Afrikalı kadın ile beraber bir doğa yürüyüşünde hissediyor. Kadın, doğanın gerçek sahiplerinin istenmeyen misafiri bir nevi; onu gören şebeğin suratını buruşturmasında hissettiği korkuyu hissediyorsunuz anlatıcıyla beraber.

Haberin Devamı

Kitabın doğayla iç içeliği ile anlatımın duru ve akıcılığına bir de erkleri reddeden Afrikalı köle bir kadının kendiyle hesaplaşması, kendini doğayla yeniden var edişi eklenince edebiyat klasiklerinin arasında anılması isabetli oluyor. Bir köle kadının doğa ile yeniden kendini tanıması ve beraberinde doğayı tanıması, erkleri sorgulayışı ve reddedişi gündelik yaşamda hayatlarımıza işleyen toplumsal algıları da yeniden düşünme imkânı veriyor. Örneğin geçmişiyle hesaplaşma içine girdiği bir kısımda, köle pazarında hissettiğini şöyle ifade ediyor genç kadın; “Bayılmak istiyordum. Dişi ve eril cinsiyetli gündelik kullanım eşyaları. Birer birer. Ben sona kalmıştım.” Durup bir soluk alıyorsunuz,; kadınlık, Türkiye’de kadın olmak ve buna benzer pek çok konu başlığı içinde tartışılabilir bir cümle oluyor Afrikalı kadının hisleri…

Haberin Devamı

Kitaptan bir alıntıyla yazıyı sonlandıracağım ancak yinelemek isterim; doğa büyüleyicidir, kitabı okurken öğrendiğim her ağaç ismiyle bir kere daha büyülendim, not aldım, fotoğraflarına baktım. Kitabı hem bir kadının ta derinlere kadar işleyen düzene karşı duruş hikâyesi olarak okuyun hem de doğayla birlikte yeniden varoluş hikâyesi… Ve Gezi’yi hatırlayın. İyi geliyor:
“Tekrar tekrar içime girmesine, onunla tıka basa dolana kadar, patlayana kadar, tohumlarıyla tamamen doyana kadar içime girmesine izin verdiğim, bir parçam yaptığım bu adam bile –o bile biraz önce beni analitik bir gözle tasvir etmiş, sanki tüketilecek bir malmışım gibi, kolayca elden çıkarmıştı, o bile yapmıştı bunu, oysa onların düşündüklerinden farklıydım ben, bütün görüşleri reddettim; hayatıma girmiş çıkmış tüm kadınların tüm gözlemlerini, onlardan işittiğim tüm lafları, kim olduğuma dair, herhangi biri de olsa tüm bilinenleri reddetmiştim..."

Wilma Stockenström, Babob Ağacın Yolculuk, Çev: Aslı Mertan, Everest Yayınları, 2014

Sıradaki haber yükleniyor...
holder