Mehmet Coşkundeniz Yaz bitmesin
HABERİ PAYLAŞ
Haberin Devamı

Tatil dönüşü, İstanbul’a ve işe adapte olana kadar Eylül geldi bile... Eylül’ün gelişi sonbaharın da başlangıcıdır. Herkes tarafından da en romantik ay olarak kabul edilir. Sarı yaprakların dökülmesi, o yaprakların üzerinde sevgililerin yürümesi, ‘hazan’ mevsimini anlatan şiirler, şarkılar...

Her ne kadar romantik yazılar yazıyor olsam da ben Eylül de dahil olmak üzere sonbahar ve kış aylarını sevmiyorum. İtiraf edeyim, bahar ve yaz insanıyım.

Baharın tazeliğini, çağlayı, eriği, yazın rahatlığını, kirazı, kayısıyı, denizi çok seviyorum. Ayrıca dünyanın en güzel şehirlerinden biri olan İstanbul, kışları yaşanacak gibi değil. İki damla yağmur düşse bin tane kaza oluyor, trafik felç.

İki santim kar yağsa, yollar kapanıyor, okullar tatil oluyor, günlük hayat sekteye uğruyor. Karın güzelliğini de yaşayamıyorsunuz. Çok kısa sürede o kar bir çamur deryasına dönüşüyor. Üstelik ben henüz tatile doymuş değilim. Kurban Bayramı’ndan sonra küçük bir tatil planım daha var. Geçen hafta, çocuklarla geçirdiğim 11 günlük tatilin öyküsünü yazmıştım. O tatil bana ait değildi, çocuklarındı.

Şimdi kendim için bir tatil planlamalıyım. Öyle beş yıldızlı, muhteşem oteller aramıyorum. Küçük bir kasabada, küçük bir otelde birkaç gün geçirmek istiyorum. Tabii ki ben bulabilirim ama bu kez sizin, yani okurlarımın önerilerine kulak vermek istiyorum. Bana bildiğiniz böyle yerleri yazarsanız sevinirim. Deneyimlerinizi de yazın lütfen.

Böylece ben de yazar olarak okurlarımın yaşadıkları tatil serüvenlerinin bir parçası olabilirim. Tabii bu arada, aradığım yerin Ege ya da Akdeniz sahillerinde olması gerektiğini söylemeliyim. Yazı seviyorum ya, o bölgede Eylül hâlâ yaz oluyor da ondan.
İÇKİLİ LOKANTALARDA YENİ BİR SİSTEM

Türkiye’de içki pahalı. Lokantalarda hesabı yükselten en önemli unsur da içki. Birçok kişi “E biz çok az yedik ama neden hesap bu kadar geldi?” diye veryansın ediyor. Adana’da bazı kebapçılar bu şikayetlerden dolayı şöyle bir uygulamaya başlamış.

İçkiden para kazanmaktan vazgeçmişler. “İçkinizi kendiniz getirin, kebapları, salatayı, mezeleri biz verelim” diyorlar. Böylece masaya gelen hesap neredeyse yarı yarıya düşüyor. Müşteri de içkisini bakkal fiyatına aldığından hesap çok daha ehven bir hale geliyor.

Geçenlerde arkadaşlarım Efkan Bolaç-Ezgi Cankurtaran’ı ziyaret için Kınalıada’ya gittik. Bizi bir yere götürdüler. Burada sistem daha da değişik. Buraya içkinizle birlikte mangalda pişirebileceğiniz eti ya da balığı da siz getiriyorsunuz. Onlar sizden sadece, salata, ekmek, su, patates kızartması ve mezeler için para alıyor. Yani hesabın en önemli iki ana unsuru olan içki ve ana yemek sizden.

Gittiğimiz yer tamamen doluydu. Demek Kınalıada’da bu iş tutmuş. Peki İstanbul’da, şehir içinde neden olmasın? Evet Kınalıada’daki örnek belki şehir içinde yapılamaz ama en azından “İçkini kendin getir” uygulaması akla yatkın görünüyor. Akşamları, boş masalarla geçirmektense içkiden kazanılacak paradan feragat edecek lokantalar bence kazançlı çıkar.

LÜFERE KIYACAKLAR

Yıllar önce Tarım Bakanlığı, 20 santimden daha küçük lüferlerin avlanmasını yasakladı. Birçok lokanta, lüferin küçüğü olan sarı kanat ve çinekop satmamaya başladı.

Böylece neredeyse soyu tükenme noktasına gelen lüfer kurtarıldı. Ama bu yıl iş değişti. 18 santimlik lüferlerin avlanmasına izin verildi.

Durum vahim. Lüfer yine yok olma noktasına gelecek. Peki bunca balık varken lüfer neden bu kadar önemli? Çünkü lüfer, balıkların kralıdır. Lüfer varsa, başka tüm balıklar ortadan çekilir. Bu yıl lüferi pahalı yiyeceğiz, görünen o.

Sıradaki haber yükleniyor...
holder